Bu Blogda Ara

Türk Dili ve Edebiyatı sitesi, Edebiyat derslerine yardımcı,

Batı Edebiyatı ve Akımlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Batı Edebiyatı ve Akımlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Aralık 2022 Cuma

Edebiyat Akımları ,Batı Edebiyat Akımları

 

EDEBİYAT AKIMLARI


HÜMANİZM     (İNSANCILIK)


Bütün insanlar kardeş, din, dil, ırk farkı gözetilmez. Klise ve devlet baskısına karşı özgür düşüncenin tepkisi olarak çıkmıştır. Eski Yunan ve Latin edebiyatından yola çıkar. Önce İtalya, sonra İspanya, Portekiz, Fransa, İngiltere ve Almanya’da görüldü. Üslup ve biçime çok önem vermişlerdir.

Sanatçılar: Dante, Boccacio, Petrarca, Montaigne, Tasso, Seneca, Epiktetos. Ariosto, Rebelais, Cervantes, Shakespeare.


KLASİSİZM(KURALCILIK)

 

17. yy ortalarında Fransa’da çıktı. 1660 ekolü. Düşünsel temelini Descartes’ın “rasyonalizm(akılcılık)” felsefesi oluşturur. Ona göre duygular yanıltıcıdır, gerçeğe ancak “akıl” yoluyla ulaşılabilir. Kurucusu Boileau kabul edilir. (“Şiir Sanatı” adlı manzum yapıtında açıklar. )

1. Akıl ve sağduyu ön planda tutulur. İnsanı insanı yapan bunlardır. Uyumlu insan tipini ancak akıl yaratabilir.

2. Eski Yunan ve Latin edebiyatından konularını alırlar. Bu eserleri hala beğenmemizin sebebi, eserlerin insanlık ülküsüne ve değişmeyen akıl ilkelerine bağlı olmalarıdır.

3. Kişiler seçkin ve soyludur. Sıradan kişilere yer vermemişlerdir.

4. Sanatçılar, kişiliklerini eserlerinde gizlerler.

5. Ahlak kurallarına ve gerçeğe uygun olmasına dikkat edilir.

6. Sanat sanat içindir. Üslup çok önemlidir. Üslüp süssüz, sade, açık ve sağlamdır.

7. Eserlerde insan” ön plana çıkarılmış, insan dışındaki varlıklar ikinci planda kalmıştır. Eserlerde değişmez tipler oluşturulmuştur. İnsan dışındaki her şey ihmal edilmiştir.

8. Gerçek “tabiat”ta vardır;tabiata saygı gösterilmeli, onu örnek almalıdır. Sanatçı tabiatı örnek alırken, ahlakçı bir yol tutmalı. Ancak bu tabiat, dış dünya değildir, insanın hayvandan ayrılan iç dünyası, karakter ve davranışlarıdır

Dikkat: Akıl ve sağduyu –,Tanrılar, seçkin, insanlar – soylu dil-Kurallar


Sanatçılar:Descartes, Boileau, La Rochefoucauld, Pascal, La Fontaine, Moliere, Corneille, Racine, La Bruyere, La Fayette, Daniel Defoe, Fenelon, Voltaire;Şinasi, A. Vefik Paşa

 

ROMANTİZM         (COŞUMCULUK)


18. yy. İngiltere’de doğdu, oradan Almanya ve Fransa’ya geçti. Fransa’da 1830’lu yıllarda klasisizme tepki olarak gelişti. Fransız İhtilali’nin etkisi büyüktür çıkışında. "Aydınlanma Çağıdenen düşünce ortamının ürünüdür. Aslında edebiyattaki liberalizmdir. Bu akımın ilkeleri ilk kez Victor Hugo’nun “Cromwell” oyununun önsözünde açıklandı.

İlkeleri:

1. Romantizm, klasisizmin önem vermediği “din duygusu”na dayanır. Kişileri bir inanca götüren, akıldan çok duygular olduğuna göre, romantizmde “duygu, coşkunluk ve hayal” önem kazanır;akıl ve mantık bi lirzm içinde erir.

2. İnsan ruhuna önem vererek “karşıtlık”lardan, ikiliklerden (güzel-çirkin, iyi-kötü, doğru-yanlış) yararlanırlar. Kahramanlar iyi ya da kötüyü temsil ederler. İyiden yana tavır.

3. Gerçek bir yönüyle değil, çirkin, bozuk, gülünç, bütün yönleriyle verilir. .

4. Konular milli kaynaklardan, günlük hayattan ve tarihten vs. alınır.

5. Eserde akıl yerine duygulara, hayallere, içgüdülere ve tutkulara aşırı derecede yer verilmiş, böylelikle klasik akımın bütün kural ve şekilleri yıkılmıştır.

6. Yazar, kişiliğini gizlemez.

7. Üslupta, dilde serbest hareket ederler, sanatlı ve süslü bir dil kullanırlar. Dil savruk ve kuralsızdır.

8. Toplum için sanat vardır. 

Dikkat: Duygu ve hayal – taraf tutma –din - halkı
eğitme

Sanatçılar:Victor Hügo, J. J. Rousseau, Chateaubriand, Lamartine, A. Dumas Pere, M. De Sael, George Sand, A. De Musset, Goethe, Schiller, Byron, Shelley, Keats, Puşkin; N. Kemal, Ahmet Mithat, R. Mahmut Ekrem(şiirleri), Abdülhak Hamit.

 

REALİZM     (GERÇEKÇİLİK)


19. yüzyılın ikinci yarısında romantizmin aşırı duygusallığına tepki olarak çıktı. Realizmin temelini Aguste Comt’un pozitivizm(olguculuk) felsefesi oluşturur. (Pozitivizm: Doğadaki olayları metafizik düşünceler yerine bilimsel gözlem ve deneylerle açıklamaya çalışan, neden-sonuç ilkelerine önem veren bir felsefe akımıdır. )Bu dönemde bilimlerde gelişmeler olmuş, deney ve gözleme önem verilmiştir. Gerçeği olduğu gibi anlatmak temel ilkedir.

Balzac ve Stendhal bu akımın müjdecisi ve hazırlayıcısıdır. Gustave Flaubert (Madame Bovary) ile kesin biçimini aldı. Flaubert, realist akımın kuramcısı kabul edilir.

Özellikleri:

1. Duygu ve hayaller, yerini insan ve toplum gerçeklerine bırakır.

2. Konular gerçeklerden seçilmiş, gözleme çok önem verilir. Gerektiğinde anket gibi bazı sanat dışı yöntemlere bile başvurulmuştur. Fotoğrafçı gerçekçilik” anlayışı benimsenmiştir. Bilim adamı gibi davranmışlardır. Yazarlar, eserlerine kişiliklerini katmamışlardır.

3. Kişiliğin oluşmasında çevre önemlidir. Çevre bütün ayrıntılarıyla işlenmiştir. Betimlemeye çok önem verildi. Betimlemeler, kişilerin iç ve dış yapılarını etkileyen bir ögedir

4. Kahramanlar her kesimden olabilir. Her konu işlenebilir.

5. Biçim güzelliği, konu kadar önemli görülmüş, dilde ve anlatımda süsten, özentiden kaçınılmıştır. Üslup açık, sağlam, yapmacıksızdır.

6. Sanat için sanat anlayışı vardır.

7. En çok gelişen tür roman ve hikayedir.

Dikkat:  Gözlem – gerçeklik – sade dil

Sanatçılar:Stendhal, Balzac, G. Flaubert, Gogol, Turgenyev, Dostoyevski, Tolstoy, Çehov, Gorki, C. Dickens, Ernest Hemengway, John Steinbeck; Recaizade Mahmut Ekrem, S. Sezai, N. Nazım, Halit Ziya, Yakup Kadri, M. Şevket Esendal, Refik Halit, Sait Faik)

 

NATÜRALİZM         (DOĞALCILIK)


19. yy ikinci yarısında Fransa’da çıktı. Realizmin bir üst basamağı. Bu akımın ortaya çıkmasında “determinizm(gerekircilik) etkili oldu. (Tabiat olaylarında aynı sebepler aynı sonucu doğurur. ) anlayışının romana uygulanmasıdır. Natüralistler, toplumu büyük bir laboratuvar, insanı deney konusu, sanatçıyı da bir bilim adamı olarak görmüşlerdir. Ruhu önemsememişler, daha çok maddesi üstünde durmuşlardır. "Bilimsel realizm. "Realizmin gerçekçilik anlayışı yetersiz bulduğu için çıkmıştır. Herhangi bir akıma tepki olarak çıkmadı. Emile Zola’nın çabalarıyla ortaya çıktıDeneysel roman(1880)adlı kitabında açıklar. Ana ilke şudur. Sanat doğanın kopyası olmalıdır.

İlkeleri:

1. Sanat toplum içindir.

2. İnsanların davranışlarını soyaçekime bağlı içgüdülerin ve çevrenin belirlediğine inanılır.

3. Sanatçılar, kişiliklerini gizlemişlerdir. Tam bir bilim adamı tarafsızlığı sergilerler. Tam bir nesnellik. . ”Zabıt katibi” yakıştırması yapılmıştır. Tutanakçı. .

4. Üslupta titiz davranılmamış, bayağı ve çirkin sözlere sık sık yer verilmiştir.  Argoya bolca yer verilir

5. Kahramanların fiziksel özellikleri çok ayrıntılı olarak verilir. Betimleme çok önemli.

6. Realistlerdeki biçim güzelliği, kompozisyon olgunluğu ve üslup kaygısı natüralistlerde yoktur. Ama açık ve yalın dil kullanılır.

7. Onların eserlerinde insan kendi yazgısını biçimlendirici, çevre üzerinde değiştirici bir güç  taşımaz. Eserlerde genel olarak “kötümserlik hakimdir. 

Dikkat: Deney –-detay-doğa-labaratuvar- bilim adamı – doğalcılık



Sanatçılar:Emile Zola, A. Daudet, Gouncort Kardeşler, G. De Maupassant;Hüseyin Rahmi.

 

PARNASİZM         (ŞİİRDEKİ GERÇEKÇİLİK)

 

19. yy ikinci yarısı. Fransa’da , romantik şiire tepki olarak çıktı. 1886’da “Parnas adlı derginin yayınlanmasıyla başladığı kabul edilir. Parnas, mitolojide ilham perilerinin yaşadığına inanılan efsanevi dağın adıdır. Şiir, salt biçim olarak görülür. Biçim güzelliği her şeyin üstünde tutulur. Ölçü ve uyak önemli, ritim ön plana çıkarılır. Duygunun yerini düşünceler alır. Şairin kendi duygularını ifade etmesini istemezler. Her türlü ahlaki ve sosyal konuları reddeder. Şiirde ayrıntılı ve nesnel betimlemelere yer verilmiş, duygusallık reddedilmiştir. Parnas şiir; ferdi olmayan, objektif, hassasiyet ve heyecanlara kapalı bir şiirdir.Lirik değildir,tasviridir.

*Tarihteki mutlu dönemlere duyulan özlem, yabancı ülkelerin manzara ve gelenekleri (Hint ve Uzakdoğu konuları) işlenen ana konulardır. İşlenen bazı konular klasisizmle benzerlikler taşır. 

 
 

Sanatçılar:Th. Gautier, Banville, F. Coppe, Heredia, Prudhome, L. De Lisle. Tevfik Fikret.

 

SEMBOLİZM          (SİMGECİLİK)

 

19. yy. son çeyreğinde (1880’li yıllardan sonra)Fransa’da, Parnasizme tepki olarak doğdu. Duygusallığa, insanın iç dünyasına yönelirler. Onlara göre somut varlıklar, dış dünya ile insanın duyuları arasında köprü kurmaya yarayan birer simgedir. Çünkü dış gerçek, ancak insanın algıladığı şekliyle vardır.

    Sembolizmin müjdecisi Baudleairedir. Kuramını Mallerme ortaya koymuş, akımda ilk bildirgeyi ise Jean Moreas yayımlamıştır.

    19. yy. da makineleşme, bilimsel gelişmeler insanı mutlu etmekten çok bunalımlara iter. Bu bunalım, Fransızların Almanlara yenilmesiyle daha da artar. Sanatçılar böyle bir ortamda ruh sarsıntıları geçirmişler, içlerine kapanmışlardır. Alman filozofu Schopenhauer’ın, ”Dünya bir tasavvurdur, bir hayalden ibarettir. ” temeline dayanan felsefe yaygınlık kazanır, bu akımın doğuşunda bir etken olur. İdealist Alman filozofu, her olayı “esrarlı ve hayali olgular” biçiminde açıklar. Sembolistlerin de “aydınlıktan ve bilimden kaçarak yarı aydınlık ve belirsiz ortamlara sığınmalarının”temelinde bu felsefe yatar.

Özellikleri:

1. Sanat sanat içindir. Lirizm önemli.

2. Şiir, sessiz bir şarkı olarak tanımlanmış ve müzik şiirin amacı durumuna getirilmiştir. Sözcüğün anlam değerinden çok müzikal değeri önemsenir; şiir, müziğe yaklaştırılmış, ahenge önem verilir.

3. Gerçeklerden kaçma, hayale sığınma, çirkinlikleri hayal yardımıyla güzelleştirme, karamsarlık en belirgin özellikleridir.

4. Durgun sular, ay ışığı, alacakaranlık, tan vakti, perdede gezinin gölgeler, üzüntü, üzüntü veren renkler, ölüm, gün doğumu, günbatımı” gibi belli belirsiz varlıklar ve görüntüler işlenen başlıca temalardır.

5. Şiir anlamca kapalı olmalı, şiiri herkes kendince yorumlayabilmelidir. Farklı çağrışımlar yaratılır, bol bol mecaz ve istiarelerden yararlanılmış, ağır bir dil kullanılmıştır.

6. Gerçeği olduğu gibi anlatmak mümkün olmadığından dış dünya değiştirilerek verilir.

7. Öznellik bakımından romantizmle bir benzerlik vardır. 

Dikkat: Anlam kapalı-imge-mecaz-kapalı dil –soyut anlatım – melankolik edebiyat

Sanatçılar:Edgar Allen Poe, Baudelaire, A. Rimbaud, P. Verlaine, S. Mallerme, Paul Valer; Cenab Şehabettin, Ahmet Haşim.

 

EMPRESYONİZM      (İZLENİMCİLİK)


20. yy. Fransa’da doğdu. Asıl etki resimdedir. Edebiyat ve müzikte de etkili oldu. Sembolizmle birlikte gerçeküstücülüğü hazırlayan bir akım niteliğindedir. Sanatçılar, çevresindeki varlıkları değil, bunların kendilerinde bıraktığı izlenimleri aktarır. Aslında empresyonizm, sembolistlerin şiirde uyguladığı bir yöntemdir. Anlam belirginliğinden çok, kapalılık yeğlenmiş, anlamın yoruma uygun olması amaçlanmıştır.

   Empresyonizm, her şeyden önce özgürlüğün sembolüdür. Biçime, uyağa önem vermezler. Sanat için sanat vardır. .

   Duyularımız dış dünyayı bize olduğu gibi değil, onun gerçek görünüşünü değiştirerek ulaştırır.

Sanatçılar:R. M. Rilke, James Joyce, Cezanne;A. Haşim.


EKSPRESYONİZM     (DIŞAVURUMCULUK)


Empresyonizme tepkidir. 20. yy. başı. Almanya’da doğdu. Natüralizm ve empresyonizme tepki olarak doğdu Önce resimde çıktı. Bu akım, sanayi çağının anlamsızlaştırdığı yaşama karşı “ruhun isyanı”dır. Öznel gerçekçiliğe ve iç gözleme çok önem verilir. İnsanın iç dünyasındaki duyguları, bireyin en gizli yönlerini anlatmaya önem verir. Amaç insanın ruhsal durumlarını anlatmaktır. Eserlerde  fantastik ve korkunç olaylar anlatılmıştır.


Sanatçılar: Vincent Van Gogh, J.Joyce, Kafka, Eliot, Strinberg, O’neill.

Türk edebiyatında belirgin bir sanatçısı yoktur.

 

KÜBİZM


20. yy.  başlarında İspanyol ressam Picasso tarafından resimde açıklanmış, sonra edebiyata yansımıştır. En önemli temsilcisi G. Apollanaire’dir. Empresyonizme tepki olarak doğmuştur. Anlatımı canlandırmak, duyguları, olayları birbirine karıştırmaktır. Eserlerdeki karmakarışıklık buradan gelir. Dış dünyadaki nesnelerin yalnız görünen değil görünmeyen taraflarını da göstermeye çalışan bir akımdır. Yaşam çok boyutludur. İyi bir sanatçı, insanın hem dış görünüşünü hem de düşündüklerini eserine yansıtabilmelidir. Bu da geometrik şekillerle dile getirilir. Kübizmde insan, doğa ve eşya bambaşka bir açıdan yorumlanır.

Sanatçılar: Guilaume Apollinaire, Blaise Cendrars. Türk sanatçı yok.

 

FÜTÜRİZM      (GELECEKÇİLİK)

 

İtalyan şair Filippo Tomass Marinetti’nin 1909’da yayımladığı bildirgeyle ortaya çıkar. Yaşamın sürekli ve hızlı bir değişim içinde olduğunu, sanatın da bu hıza ayak uydurması gerektiğini savunur. Ölçülü, uyaklı şiiri reddeder. Geleneksel dilbilgisi kurallarını dışlar. Geçmişe ait tüm değerleri yıkmak isterler. Makineleşmeye hayranlık, hız, ataklık, gemilere , trenlere, uçaklara övgü temaları vardır. Doğanın hareket ve canlılığı sanata aktarılmalıdır. Onların şiirinde duygunun yerini makine, çark sesleri, fabrika gürültüleri almıştır. I. Dünya Savaşından sonra yerini Dadaizme bırakmıştır.

Sanatçılar: Mayakovkski, Marinetti; Nazım Hikmet.

 

DADAİZM      (KURALSIZLIK)


1916’da Romen asıllı İtalyan şair Tristan Tzara ortaya attı. Her türlü geleneğe karşı çıkar. Bireyi aklın tutsaklığından ve akla dayalı düzenden kurtarmak, sanatta her türlü geleneği yıkmak, sözcükleri bilinen anlamları dışında kullanmak, yerleşik dil ve estetik kurallarını kaldırmak, akıldışılığı, kuralsızlığı ve sürekli değişmeyi savunmak bu akımda amaçtır. Kendilerine bile karşıdır. (Sanatta anarşizm)Hiçbir şeyin doğruluğuna ve varlığına inanmazlar. Dadaizmde, bilincin yönünü kaybetmiş bir kuşağın ümitsizliği ve isyanı vardır.

     Onlara göre her şey anlamsızdır. Bu akım, sanata karşı isyandan doğmuştur. Saçmadan, bayağıdan, gülünç ve kabadan yanadırlar. Kelimeler rastgele kullanılmalı, kurallar yıkılmalıdır.

Sanatçılar: Hugo Bale, Richard Hülsenbeck, Hans Arp’tır. Türk yazar yoktur.

 

SÜRREALİZM       (GERÇEKÜSTÜCÜLÜK)

 

1924. Fransa. Andre Breton tarafından Sigmund Freud’un etkisinde geliştirilmiştir. Akla karşı ayaklanmadır aslında sürrealizm. Dadaizmin akla, mantığa ve yerleşik kurallara isyan görüşünden hareket eder, bilinçaltının karmaşık dünyasını sanata aktarmayı amaçlar. Onlar, gerçek sanat eserinin, bilinçdışı, bir anda, otomatik biçimde doğabileceğine inanırlar. Akıl ve mantık değersizdir. İnsanı yönlendiren, içgüdü ve bilinçaltıdır. Bilinçaltının rüyada çıkacağına inanılır. İçinden geldiği gibi yazmak bu akımın en belirgin özelliğidir. Onlar noktalama işaretinin kullanılmasını tehlikeli bulurlar.

Sanat için sanat anlayışından daha çok bilim için sanat anlayışı egemendir.

II. Dünya Savaşından sonra yerini varoluşçuluğa bırakır.

Sanatçılar:A. Breton, P. Eluard, L. Aragon

 

EGZİSTANSİYALİZM      (VAROLUŞÇULUK)

 

20. yy. Fransa. İnsanın önce var olduğunu, daha sonra hareket ve davranışlarıyla kendini yeniden yarattığını ileri sürer. J. P. Sartre tarafından edebiyata uygulanmıştır. Temeli Descartes’ın “Düşünüyorum o halde varım. ” görüşüne dayanır. Bu akıma göre, ”var oluş”, ”öz”den önce gelir; yani kişi önce dünyaya gelir, var olur, sonra da kendi değerlerini kendisi yaratarak “öz”ünü ortaya koyar. İnsana yol gösterecek tek varlık, yine kendisidir. İnsan özgür olmak zorundadır ve her eyleminden sorumludur. İnsan kendi özünü yaratırken, değişik seçimler yapmak zorunda kalır; bu da insanı bunalımlara sürükler.

Saçma, umutsuzluk, başkaldırma, sorumluluk, dayanışma,seçme ve özgürlük önemli kavramlardır. Topluma karşı fert yüceltilmiştir. İnsanın var oluş problemi vardır. İnsan, “hiçbir şey”dir, önceden ne olduğu belirlenemez. Ancak var olduktan sonra kendini tanımlayarak şekillendirecektir.

Sanatçılar:  J. P. Sartre, A. Camus, A. Gide,

Franz Kafka, W. Fulkner, A. Malraux, Beauvoir; Oğuz Atay, Ferit Edgü, Ohan Duru, Bilge Karasu,Turgut Uyar, Edip Cansever

 

 

Hazırlayan:

Selahattin ÇETİN

Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni

20 Ekim 2008 Pazartesi

BATI EDEBİYATI VE AKIMLAR


BATI EDEBİYATI VE AKIMLAR

Batı edebiyatından etkilenen aydınların oluşturduğu yeni edebiyata geçmeden önce, aydınlarımızı derinden etkileyen Batı edebiyatını genel yönleriyle bilmeliyiz. Özellikle Batı şair ve yazarlarının savunduğu ve bizim aydınlarımızın da değişik yönlerden temsil ettiği edebiyat akımlarını bilmeden Tanzimat, Servet-i Fünün ve diğer dönemlerin düşünce dünyalarını anlayamayız. Bu nedenle Batı etkisindeki Türk Edebiyatına geçmeden Batı edebiyatı ve akımları inceleyeceğiz.

BATI EDEBİYATI

Batı’ya açılan Türk aydınları Batı’nın 19. yüzyıldaki edebiyatıyla tanışmışlardır. Bu da Romantizm, Realizm dönemlerine denk gelir. Ancak Batı’daki bu edebiyat anlayışları da kendinden önceki anlayışlardan bir etkilenme sonucunda meydana gelmiştir. Bu nedenle 19. yüzyıla gelinceye kadarki önemli Batı ürünlerinden söz etmeliyiz.

Batı edebiyatlarının temelini Yunan ve Latin edebiyatları oluşturur.
Yunan edebiyatında İlyada ve Odise destanlarıyla Homeros, trajedileriyle Aiskhilos, Sophokles ve Euripides, komedileriyle Aristophanes, tarih eserleriyle Heredot, Felsefe eserleriyle Eflatun, Aristoteles, fablleriyle Aisopos kendinden sonrakileri etkilemiştir. Yunan edebiyatı M.Ö II. yüzyılda biter.

Latin edebiyatı ise Yunan edebiyatının bitiminde başlar. Söylev dalında Cicero, pastoral, epik ve lirik şiirde Virgillius yetişmiştir.

Bu şairin ayrıca ünlü Aeneis (ene) adlı destanı vardır. Satirik ve didaktik şiirde Horatius tanınır. Felsefe ve trajedide ise Seneca kalıcı eserler bırakmıştır.
Bu dönemlerden sonra Avrupa’da yaklaşık 1000 yıllık bir karanlık devir başlar. Bu dönem içinde kayda değer pek bir edebiyat çalışması görülmez. Bu sessizlik Rönesans devrine kadar sürer. Rönesans’ın beşiği İtalya’da 13. yüzyılda Dante ortaya çıkar ve İtalyan dilini bir edebiyat dili haline getirir.

Dante’nin en önemli eseri “İlahi Komedi” dir. Eser öbür dünyada Dante’nin yaptığı 7 günlük seyahati anlatır. Cennet, Cehennem ve Araf’tan bahseder. Dante ayrıca Beatrice adlı sevgilisi için yazdığı şiirlerle tanınır. O, bu ismi bir sembol haline getirmiştir.

Rönesans döneminde ayrıca lirik şiirleriyle tanınan Petrarca ve küçük hikaye türünün kurucusu sayılan Boccacio Avrupa edebiyatının temelini oluşturur. Rönesans döneminin destan türündeki en büyük yazarı ise Kurtarılmış Kudüs adlı destanın yazarı Tasso’dur.

İtalyan edebiyatındaki bu parlak dönemden sonra Fransız edebiyatı etkisini göstermeye başlar ve 20. yüzyıla kadar süren edebiyat hareketlerinin merkezi Fransa olur.

Fransız edebiyatı, Klasisizm döneminden önce, Hümanizm adı da verilen bir hür düşünce ortamı yaşamıştır. Özellikle Montaigne denemeleriyle, Ronsard şiirleriyle, Rabelais ilk roman denemeleriyle yeni bir anlayışın müjdelerini vermiştir. Bundan sonra birbirini izleyen edebiyat toplulukları, edebiyat akımlarını oluşturmuştur.

EDEBİYAT AKIMLARI

Edebiyat akımı, aynı görüşte olan sanatçıların bir araya gelerek, belirledikleri ilkeler doğrultusunda eser vermeleri demektir.

KLASİSİZM

XVI. yüzyılın ikinci yarısında dili yabancı etkilerden kurtarıp şiir kurallarını saptamaya çalışan Malharbe ile başlayan Klasisizim özellikle XVII. yüzyılda gelişmiştir.

Akımın Oluştuğu Ortam

Fransa’da 17. yüzyılın ikinci yarısında, iç kargaşalıklar sona ermiş, derebeylik ve kilise direnişleri kırılmış, soylular sarayın buyruğuna girmiş ve monarşi güçlenmişti. Siyasal alanda görülen bu düzen ve kurala uygunluk etkisini edebiyatta da göstermeye başlamış, hatta dilin ve edebiyatın kurallarını saptamak üzere Fransız Akademisi kurulmuştu. Ayrıca filozof Descartes’ın Rasyonalizm felsefesi sanatçılarda müsbet düşüncenin temellerini atmıştı.

Akımın Felsefesi

Klasisizm’in temelini akıl ve sağduyu oluşturur. “Düşünüyorum, öyleyse varım.” diyen Descartes’a göre insan aklının kabul etmediği hiçbir şey doğru değildir. Aşk, kin, nefret, acıma gibi duygular aklın kontrolünde olduğu sürece insancıldır. İnsan aşırılıklardan sakınmak, tutkularına iradesi ile yön vermek zorundadır. Dolayısıyla böyle bir insan erdemlidir ve anlatılmaya değer. Akımın kurallarını belirleyen Boileau “Aklı seviniz, eserleriniz görkem ve değerini akıldan alsın.” diyerek klasik eserin felsefesini açıklamıştır.

Akımın Konusu

Klasik edebiyatta konu çoğu kez tarihten hatta mitolojiden alınır. Özellikle Yunan ve Latin edebiyatlarında görülen konular tekrar tekrar işlenmiştir.
Çünkü klasik sanatçıya göre gelmiş geçmiş en mükemmel sanat, eskiye ait olandır. Dolayısıyla, eski Yunan’da görülen insan tipi tekrar ele alınmıştır. Ancak bu insan, fiziğiyle, çevresiyle değil ruhsal özellikleriyle anlatılmıştır. Yani hırslılığı, cimriliği, kindarlığı yönüyle ele alınmıştır.
Klasisizm’de görülen insan, sıradan bir insan değildir. Eğitim görmüş soylu bir insandır. Bu insan belli bir toprağın malı değil evrenseldir. Yani eserde insanların tümünde görülebilen, zamanla değişmeyecek özellikler anlatılmıştır. Soylu insanın “bozuk çıkmış nüshaları” saydıkları sıradan kişilere eserlerde yer verilmemiştir.

Akımın Dili ve Üslubu

Klasisizm’de yazar olayları anlatırken kendini gizler. Kendi duygularını, zaaflarını, tutkularını, sırlarını söylemekten kaçınır. Ona göre eser yazarın iç dökme yeri değildir. Okuyucunun ya da seyircinin dikkati sadece konu içindeki tipler üzerinde toplanmalıdır.

Eserde biçim mükemmelliği aranır. Anlatılmak istenen, açık ve net bir biçimde ortaya konmalı, gereksiz sözlerden arınmalıdır. Üslup yapmacıktan uzak, sade ve ağırbaşlıdır. Okurun dikkati söyleyişteki süse değil söylenene çekilir.
Konu gerçek hayata uygun olmalıdır. Okura ya da seyirciye inanılmayacak şey sunmaktan kaçınılır. Konuya değil konunun ele alış biçimine değer verildiğinden aynı olay birçok kez anlatılmıştır. Bu yönüyle Divan edebiyatına benzer.

Kullanılan Türler ve Temsilcileri

Klasisizim’de tiyatroya büyük değer verilir. Özellikle trajedi ve komedi sıkı kurallarla ortaya konur.

Lirik şiir duygusal olduğundan ihmal edilmiştir.

Aşağıda yazarların kullandığı türler ve eserleri verilmiştir.

Trajedi ® Corneille : Le Cid, Horace Racine : Andromaque, İphigenie
Komedi ® Moliere : Gülünç Kibarlar, Tartuffe Zoraki Tabip, Cimri, Kibarlık Budalası, Scapin’in Dolapları, Hastalık Hastası
Manzum mektup ve yergi ® Bouileu
Fabl ® La Fontaine : Fabller
Felsefe ® Descartes : Yöntem Üzerine Nutuk.
®
Pascal : Düşünceler
Porte ® La Bruyere : Karakterler
Roman ® Fenelon: Telemak
Mme de la Fayette : Prenses de Clives

ROMANTİZM

XVIII. yüzyıl, sonlarına doğru ortaya çıkmış XIX. yüzyıl başlarında bütün Avrupa’ya yayılmıştır. Klasik sanatın sıkı kurallarına bir tepki olarak doğmuştur.

Akımın Oluştuğu Ortam

18. yüzyıl, aydınlanma çağı olarak görülür. Klasisizmin ortaya koyduğu akıl ve sağduyu, bilimin gelişmesini hızlandırmış, toplum yapısı, gelenekler, siyaset yeniden bilimsel açıdan ele alınmıştır.

Bunun sonucu olarak Jean Jacques Rousseau, Montesquieu, Diderot gibi felsefeciler, ilerlemeye engel oluşturan tüm önyargı ve zorbalığa karşı düşünce yoluyla çetin bir savaş açmış, dinsel hoşgörü, toplumsal ve siyasal eşitlik, birey haklarına ve düşünce özgürlüğüne saygı gibi konuları halka yaymaya çalışmışlardır.

Bu fikirler halk tarafından benimsenmiş ve sonuçta Fransız İhtilali patlak vermiş, monarşi yıkılmış, soylulara karşı burjuva sınıfı oluşmuştur. İşte Romantizm, böyle bir ortamda doğmuştur.

Akımın Felsefesi

Romantizmin ana felsefesi Klasisizme karşı olmaktır. Onun sanatçıyı sıkan bütün prensiplerine savaş açan Romantikler önce, onun akla ve sağduyuya verdiği önemi reddedip duygu ve hayale değer verdiler. “Deha akıldadır.” diyen Klasiklere, “Deha yürektedir.” karşılığını verdiler. Sınırsız bir hayal gücüne kavuşan sanatçı kendini daha özgür, daha yaratıcı gördü. Bu duyguyla oluşan sanat eserinde de alabildiğine serbestlik hakim oldu.

Akımın Konusu

Klasik akımı benimseyen sanatçıların eski Yunan ve Latin edebiyatlarına değer vermesine karşılık, Romantikler onları çağdışı bulmuş, sanatçılar kendi tarihlerini ve günlük yaşantılarını ön plana çıkarmışlardır. Klasisizm’de ihmal edilen Hristiyanlık, tekrar, mucizeleriyle ele alınmıştır.

Ulusallık, yerli renk, aranan bir nitelik haline gelmiş, evrensellik ikinci plana itilmiştir.

Romantizm’de görülen insan tipi, Klasisizm’deki gibi soyut değildir. Aksine çevresiyle, fiziğiyle belli biridir.

Ancak kişiler tek yönlüdür. Yani ya hep iyi ya hep kötüdür. Eser sonunda iyiler ödüllendirilir, kötüler cezalandırılır. Bu yönüyle insan yine tam olarak ele alınmamıştır diyebiliriz. Eserlerde her tür kişiye rastlanır. Sıradan insanlar, soylular tıpkı hayattaki gibi iç içedir.

Akımın Dili ve Üslubu

Romantik yazar, Klasik yazarın tersine, kendini gizlemeyip, olaylar ve durumlar karşısında kendi duygu ve düşüncelerini anlatır. Romantiklere göre “İnsan başkasına yükleyerek, ancak kendi kalbini tasvir eder; deha anılardan oluşur.” Elbette böyle düşünen sanatçı, işe kendini anlatarak başlar.

Eserlerde kullanılan dil, duygu ve hayallerin coşkunluğu ölçüsünde dağınık ve başıboştur. Sözcük seçimine pek önem vermemişlerdir. Temelde halkın kullandığı dil esas alınmıştır.

Süse ve sanata değer verdiklerinden, benzetmeler, mecazlar eserde büyük yer tutar. Özellikle doğa manzaralarının betimlenmesine büyük değer verilir.

Kullanılan Türler ve Temsilcileri

Romantikler, Klasiklerin değer verdiği tiyatroyu ihmal etmişler, özellikle trajedi ve komediyi kuralcılığından dolayı bir kenara itip sanatçıyı serbest bırakan dramı tercih etmişlerdir.

Şiirde özellikle lirik şiir büyük rağbet görmüştür. Roman ise en önemli edebi türlerden olmuştur.

Temsilcilerini ve eserlerini şu şekilde gösterebiliriz.

Montesquie: Felsefe Kitabı : Kanunların Ruhu
Jean Jacques Rousseau : Felsefe Kitabı: Toplum Sözleşmesi,
Özeleştiri kitabı : İtiraflar
Lamartine : Şiir kitapları: Bir Meleğin Düşmesi, Şairane Düşünceler
Romanları: Graziella, Raphael
Victor Hugo: Şiir kitapları: Akşam Şarkıları, Işıklar ve Gölgeler, Sonbahar Yaprakları
Romanları : Sefiller, Notre- Dame’ın Kamburu
Dramları : Hernani, Kral Eğleniyor, Ruy Blas
Voltaire : Şiirde Henriade adlı destanı ünlüdür.
Romanları: Candide, Zadig
Romantizm aslında önce Almanya’da başlamış, İngiltere’de rağbet görmüş, ama Fransa’da kuralları belirlenip oradan tüm Avrupa’ya yayılmıştır.
Almanya’daki Temsilcileri
Goethe : Şiir kitapları : Divan
Dramları : Faust, Egmont
Romanları: Genç Werther’in Istırapları
Schiller : Dramları : Haydutlar, Wilhelm Tell
İngiltere’deki temsilcileri
Bu ülkede Romantizmi “Gölcüler” adı verilen grup başlatmıştır. Bunların en ünlüleri “Sheakespeare”, Coleridge ve Wordsworth’tır.
Diğer romantik sanatçılar ise şunlardır.
Lord Byron : Şiir Kitabı: Childe Harold’un Gezisi
Dramları: Kaabil, Sardanapal
Puşkin : Şiir kitapları : Kafkas Esir, Çingeneler
Romanları: Yüzbaşının Kızı

REALİZM

XIX. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan ve Romantizm’e tepki olarak doğan edebiyat akımıdır. Realizm roman ve hikayede etkili olmuştur.

Akımın Oluştuğu Ortam

19. yüzyılda deneysel bilimler son derece gelişmişti. İnsanın hayatını değiştiren birçok teknolojik yenilik ortaya çıkmış, bilim kendini ispatlamıştı. Auguste Comte’un ortaya attığı Pozitivizm felsefesi de bu dönemde, insanın sadece gördüğüne inanması şeklinde özetlenebilecek bir görüşü savunmuştur. Bunun bilim sahasında geçerliliği ispatlanmış ve sosyal bilimlerde de geçerli olacağı savunulmuştur. İşte Pozitivizm’in edebiyata uygulanması Realizm’i doğurmuştur.

Akımın Felsefesi

Realizm Pozitivizm’in bir koşulu olarak gözleme büyük değer vermiştir. İnsanın duygularının onu aldatacağı savunulmuş, görülenin olduğu gibi verilmesinin gerekliliği üzerinde durulmuştur.

“Roman dediğin, bir uzun yol üzerinde gezdirilen aynadır.” görüşüyle gerçeğe verilen değer anlatılır.

“Tarih, yazılı belgelerle meydana getirildiği gibi, bugünkü roman da, romancının kendisinin dinlediği ya da doğrudan derlediği belgelerle meydana getirilir; tarihçiler geçmiş zamanın , romancılar ise şimdiki zamanın hikayecisidir.” sözleri Realistlerin tüm felsefesini ortaya koyar.

Akımın Konusu

Realizm’de konu gerçek hayattır. Olağanüstü görülen istisnai olaylara yer verilmez. Okura yaşanmış bir olay ya da yaşanabileceğinden şüphe edilmeyecek bir olay sunulur.

Realizm’de anlatılan kişi, tam anlamıyla insandır. Çevresiyle davranışlarıyla, tutkularıyla en ince ayrıntısına kadar tanıtılan bir insan görülür eserde. Elbette bu insan çevresinin bir ürünü olan, çevresindeki şartlara göre karakter kazanmış biridir.

Akımın Dili ve Üslubu

Realizm’de, sanatçı eserle okuru başbaşa bırakmak için kendini gizler. Bu yönüyle Klasisizm’e benzer. Olayları yan tutmayan, nesnel bir bakışla inceler sanatçı.

Eserde biçim kusursuzluğu çok önemlidir. Kılı kırk yararcasına yapılan gözlemin aynı titizlikle anlatılmasına, üslubun açık, sağlam, yapmacıksız, söz oyunlarından uzak olmasına önem verilir.

“Söylenmek istenen şey ne olursa olsun, elbette onu anlatacak tek bir sözcük, canlandıracak tek bir fiil, nitelendirecek tek bir sıfat vardır. İşte yazar bunu buluncaya kadar uğraşacak, yaklaşık olanla yetinmeyecektir.” sözleri Realistlerin anlayışını ortaya koyar.

Kullanılan Türler ve Temsilcileri

Realizm, bir roman ve hikaye akımıdır. Tiyatro, Romantizm’den sonra artık pek görülmez. Şiir ise Realist anlayışla yazılır; ancak adına “Parnas” denir.
Realizm birçok ülkede yaygın bir kullanım bulmuştur. İlk ürünlerini Romantiklerle çağdaş olan Stendhal, Balzac, Merime vermiştir.
Stendhal : Kırmızı ve Siyah, Parma Manastırı
Balzac : Vadideki Zambak, Eugenie Grandet, Goriot Baba
Gustave Flaubert : Madam Bovary, Salambo, Duygusal Eğitim
Charles Dickens : Oliver Twist, David Copperfield,
Gogol : Ölü Canlar
Turgenyev : Rudin, Babalar ve Oğullar, Taşralı Kadın.
Dostoyevski : Suç ve Ceza, Karamazof Kardeşler, Budala
Tolstoy : Savaş ve Barış, Anna Karanina, İvan İlyiç’in Ölümü
Gorki : Ana, Üç Kişi
Mark Twain : Tom Sawyer’in Maceraları

NATURALİZM

Realizmi yeterince gerçekçi bulmayan bu akım Realizmle aynı dönemde gelişmiştir.

Akımın Felsefesi

Akım Taine’in Determinizm görüşünü edebiyata uygulamak istemiş, edebiyatın da deneysel bilimlerde olduğu gibi bir deneme sahası olabileceğine inanmıştır. Bunlara göre gözlem bir eser için yeterli bir yol değildir.

Akımın kurucusu Zola Realistlerle aralarındaki farkları şöyle açıklar: “Gözlemci demek, doğadaki olayları hiçbir değişikliğe uğratmadan, olduğu gibi inceleyen kişi demektir. Deneyci ise olayları doğanın ortaya çıkardığı biçimlere göre değil de herhangi bir amaçla kendisinin onlara şu ya da bu koşullar altında verdiği biçimlere göre inceleyen kişidir.”

Bu sözlerden anlaşılacağı gibi gözlemci sadece gözler, deneyci ise olaylara müdahale ederek onları değiştirir.

Akımın Konusu

Naturalizm’de gerçeğin daha çok çirkin yönü ele alınır. Realistler gerçekler arasında seçme yaptığı halde bunlar yapmaz. Bu yönlerinin eleştirilmesine Zola şöyle cevap verir.

Bizler toplumsal yaraların sabeplerini araştırıyoruz. Bundan dolayı çoğu zaman kokuşmuşlukları ele almak, insanın sefaletinin, çılgınlıklarının bulunduğu yerin dibine kadar inmek zorundayız.” Bu akımda insanın duyguları, tutkuları, düşünceleri, eylemleri, soyunun ve içinde yetiştiği doğal ve toplumsal çevrenin etkisiyle oluşur.

Yani insan davranışlarının temelinde soya çekim vardır. Kalıtsal özellikler çevre koşullarıyla birleşip kişinin karakterini oluşturur. Elbette böyle bir insanın davranışlarını içgüdüleri yönlendirir.

Akımın Dili ve Üslubu

Naturalizm’de yazar, kendi kişiliğini gizler, sadece olanları yazar; bir tutanak yazmanı gibi davranır. Zola’nın deyimiyle “Nasıl ki kimya bilgini kendi hazırladığı koşullar altında oluşan doğal olayları gözleyip saptamakla yetinir, azota kızmadığı gibi, oksijene de aşırı sevgi göstermezse sanatçı da suç karşısında yargıç kesilmez, erdem karşısında ise alkış tutmaz.”

Dilde pek seçici değildir. Kahramanları hangi çevreden seçerse o çevrenin diliyle konuşturur. Bu nedenle argolar, küfürler eserde değiştirilmeden verilir.

Temsilcileri

Naturalizm de bir roman ve hikaye akımıdır. Kurucusu Emile Zola’dır. Zola, ileri sürdüğü görüşleri ispatlamak için 20 cilt tutarındaki “Deneysel Roman”ını yazmıştır. Bu cilt içindeki önemli romanlar Germinal ve Meyhane’dir.

Diğer Naturalist sanatçılar şunlardır:

Alphonse Daudet: Hikayeleri: Değirmenimden Mektuplar, Pazartesi Hikayeleri
Romanları: Trasconlu Tartarin, Jack
Guy de Maupassant : Hikayeleri: Tombalak, Ay Işığı,
Romanları: Bir Hayat, Güzel Dost, Kalbimiz
Hauptmant: Tiyatroları: Güneş Doğarken, Dokumacılar, Güneş Batarken

PARNASİZM

Realist görüşleri benimseyen şiir akımıdır. Romantizm’e tepki olarak doğmuştur. Romantizm’in aşırı duygusallığına, öznelliğine, abartılı söyleyişlerine karşı çıkan şairler, içe dönük şiir yerine dışa dönük, dış dünyayı nesnel biçimde gözleyip anlatan şiiri tercih etmişlerdi.

Akımın Felsefesi

“Sanat, sanat içindir.” ilkesini benimseyen Parnasyen (Parnasizmi benimseyen) şairler, şiirde güzelliğin peşine düştüler. Bunlara göre güzellik ancak güzel biçimlerle elde edilebilir. O bakımdan biçim olgunluğuna her şeyin üstünde önem verilmesi, şiirin ahlaksal, siyasal ve toplumsal sorunları anlatan bir araç olmaktan çıkarılıp bir amaç haline getirilmesi sanatın ilk şartıdır. Şiirin güzelliği yararlılığa tercih edilmelidir. Şiirin güzel olması, şiir olmak için yeterlidir.

Akımın Konusu

Şair şiirde kişisel duygularının ve tutkularının yerine, dış dünyadaki gözlemlerini anlatmalıdır. Bu da doğanın nesnel bir tutumla betimlenmesi demektir. Bunun dışında felsefi düşünceler, hatta bilim ve fenle ilgili görüşler de şiire alınmıştır. Bazen ise geçmiş zaman kişileri, olayları özellikle bilinmeyen egzotik alemler, Çin, Hint, Mısır gibi uzak ülkeler ve onların kültürleri şiire girmiştir. Romantizm’de bir yana bırakılan Yunan ve Latin mitolojisine yeniden dönülmüş, o kültürlerin yok olması karşısındaki üzüntüler anlatılmıştır.

Akımın Dil ve Üslubu

Sanat sanat içindir, görüşüne uygun olarak, Parnasyen şairler şiirin şekli üzerinde çok durmuşlardır.

Nazım şekli, kafiye, ölçü vazgeçilmez öğeler olarak görülmüştür. Sözcük seçimine büyük önem verilmiş, gereksiz sözcük kullanmaktan, hatta verilmek istenen anlamı tam olarak karşılayamayan bir sözcüğün bulunmasından kaçınmışlardır. Betimlemelerde, sözcüklerin betimlenen manzaraya uygun olması, onu çağrıştırması şiir için son derece gerekli görülmüştür.

Akımın Temsilcileri

Sadece şiirde geçerli olan bu akımı, Teophile Gautier, Theodor de Banville, Leconte de Lisle benimsemiş ve ilk ürünlerini vermişlerdir.

SEMBOLİZM

Parnasizm’e tepki olarak doğan şiir akımıdır. Önce Fransa’da başlamış, oradan tüm Avrupa’ya yayılmıştır.

Akımın Oluştuğu Ortam

Gözlem ve deney metotlarını benimseyen Realist ve Naturalist edebiyatın egemen olduğu dönemde, Fransa’da bir yandan da idealist felsefe yayılmaya başlamıştı. Zaten aşırı gerçekçi bir yaklaşım, insanlara aradığı mutluluğu verememişti. Üstelik Fransa’da 1870 askeri bozgunundan sonra, halkta karamsarlık, bezginlik, siyasal ve toplumsal alanda bazı değişiklikler yapılmasını gerekli kılıyordu. Ruhsal bunalım içindeki genç kuşak, eskiyi yıkmak, geleneğin dışında bir yol tutmak eğiliminde idi. Bu sırada Alman filozof Schopenhauer’in ileriye sürdüğü “Dünya bir tasavvurdan ibarettir.” görüşü gençler tarafından benimseniyordu. Artık görünene değil, bilinç altına, öznelliğe yönelindi. Böylece Sembolizm oluşmaya başladı.

Akımın Felsefesi

Dünyayı bir tasavvurdan ibaret gören, gerçeğe sırt çeviren Sembolist şair imgesel bir dünyada yaşar. Onlara göre gerçeği olduğu gibi anlatmanın imkanı yoktur. Duyularımız, dış dünyayı olduğu gibi değil, onun asıl halini değiştirerek bize ulaştırır. Nasıl düz bir çubuk, suda kırık görünürse, dış dünyadaki maddeler de gerçek durumlarıyla görünmezler. Öyleyse biz dış dünyayı hiçbir zaman gerçek halleriyle anlatamayız. Ancak ondan aldığımız izlenimleri anlatmış oluruz. Bu da kişiden kişiye değişir.

Akımın Konusu

Sembolizm’de şair sadece kendinden, kendi duygu ve izlenimlerinden söz eder. Anlamda kapalılık esastır.

Bu nedenle Sembolist şair aydınlıktan kaçar. Güneş batmaları, kısık lambalar, perdelere vuran gölgeler, ay ışığı, durgun sular, sararmış yapraklar, sessizlik, bilinmedik uzak ülkeler özlemi konularında şiir yazmıştır. Toplumsallıktan kaçmak, insanlardan uzak yaşamak, bu şairlerin tercihidir.

Akımın Dil ve Üslubu

Sembolist şair bir anlamı açıklamak için değil, bir duyumu sezdirmek için şiir yazar. Bu nedenle şiirde telkin yolunu kullanır. Ona göre nesneler birer semboldür. Verilmek istenen anlam mutlaka bir sembolün arkasında gizlidir.

Bazen kelimeler imgeleri karşılayamayabilir. Bu durumda şair, sözcüklere yeni anlamlar yükler, alışılmamış eski sözcükleri yeniden kullanır ya da birtakım yeni sözcükler uydurup, dilin geleneksel söz dizimini bozar.

Şiirde kullanılan sözcüklerin ses özelliği çok önemlidir. Çünkü Sembolizm’de “şiirin sözden ziyade musikiye yakın” olması aranır. Sembolist şair Verlaine “Musiki, her şeyden önce musiki” derken şiirde neyin önemli olduğunu ortaya koyar. Bu nedenle şair, sesleri ahenkli olduktan sonra her sözcüğü kullanabilir.
Sembolizm’de evren bir bütün olarak görülmüş ve bu nedenle duyular arasında fark görülmemiştir. Sonuçta bir duyuyla ilgili olan sözcük, diğer duyular için de kullanılabilir. Sembolist şiirlerde acı yeşil, siyah korku, beyaz titreyiş ifadeleri böyle bir anlam ilgisini karşılar.

Dildeki bu özellikler, sembolist şiiri zor anlaşılan, hatta anlaşılmayan bir şiir haline getirmiş, bu, onun okur sayısını son derece azaltmış, bir salon edebiyatı haline gelmesine neden olmuştur.

Biçim olarak klasik nazım biçimleri yerine, şairin isteğine göre bir biçimi benimsemesi uygun görülmüştür. Çoğu şiirde biçim serbestliği vardır. Elbette bir musiki oluşturmak isteyen şair ölçü, kafiye gibi ahenk oluşturan unsurları da ihmal etmemiştir.

Akımın Temsilcileri

Bir şiir akımı olan Sembolizm’in ilk örneklerini Baudlaire vermiştir. Bundan başka, Rimbaud, Verlaine, Paul Valery, Mallerme, Regnier diğer ünlü Sembolistlerdir.

FÜTÜRİZM (GELECEKÇİLİK)

İtalya’da başlayıp oradan Avrupa’ya yayılan edebiyat akımıdır. Kurucusu Marinetti’dir. Hayatta her şeyin sürekli değiştiğini, sanatın da buna uyum sağlaması gerektiğini savunur. Geçmişe ait ne varsa hepsinin unutulması, yok edilmesi gerektiğine inanır.

Her şiirde hızın güzelliği vurgulanmış, uçaklara, trenlere övgüler düzülmüştür. Şiirde geleneğe bağlı bütün kurallar yıkılmış, ölçü, uyak, nazım biçimi terk edilmiş özgür nazım tercih edilmiştir. Geleneksel dilbilgisi kuralları, sözdizimi kuralları kırılmış, hıza ve hareketlere uygun olan mastar halindeki fiillere, isimlere önem verilmiştir.

Avrupa’ya dağılırken, özellikle Rus edebiyatında birçok değişikliğe uğramış, savaş tutkusu barışa, milliyetçilik, evrenselliğe dönüşmüştür. Rus şair Mayakovsky en önemli temsilcisidir.

DADAİZM

Kişiyi aklın tutsaklığından kurtarmayı amaçlayan ancak pek taraftar bulmayan edebiyat akımıdır. Bunlara göre geçmişin bir değeri yoktur. Daha doğrusu hiçbir şeyin anlamı yoktur. İsmini bile bir sözlükten rastgele seçtikleri “dada” sözü ifade eder.

Sanatı dil, ölçü, uyak, biçim, anlam kaygılarından kurtarmak, bilinen anlamlar ve alışılmış kurallar dışında bir düzen oluşturmak gerektiğini savunan Tristan Tzara tarafından kurulmuştur.

SÜRREALİZM

İnsanın bilinçaltını açıklamaya çalışan edebiyat akımıdır. İnsanların gerçek eğilimleri, istekleri, toplum yasalarının, geleneğin, ahlakın, dinin baskıları yüzünden, bilançaltında kapalı durmaktadır. Rüyalar, sayıklamalar, sarhoşluk halleri, delilikler, aklın denetimi dışındaki hareketler olduğundan insanın gerçek kişiliğini açıklar. Öyleyse gerçek insanı anlatmak durumunda olan sanat, insanın bu halleri üzerinde durmalıdır. İnsan bir aysberg gibidir. Bilinmeyen yönü, bilinenden daha fazladır.

Sürrealizm Freud’un psikanaliz verilerinden oldukça yararlanmıştır. Onun elde ettiği sonuçları bilimsel gerçek gibi kabul etmişlerdir.
Sürrealizm’de otomatik yazı denen bir sistem uygulanır. Bu yazı, önceden hiçbir konu düşünmeden, kalemin ucuna gelenleri hiç ara vermeden hızlı hızlı yazarak elde edilir. Ya da bir kişi hipnoz edilir. Ona değişik sorular sorulur ve cevaplar hiçbir değiştirme yapmadan yazıya geçirilir.

Elbette böyle bir yöntemle elde edilen yazıda anlamsız sözler, birbiriyle ilgisiz saçma ifadeler olabilir. Sürrealizm’e göre bu, gerçek bir sanat eseridir.
Akımın akıl dışılığa verdiği bu değer zamanla azalmış, akla seslenen ancak bilinçaltını ihmal etmeyen bir anlayışa dönüşmüştür.

Sürrealizm’i; Dadaizm’den ayrılan Breton, Aragon, Eluard kurmuştur. Edebiyatımızda özellikle Garipçiler bu akımdan etkilenmiştir.

EGZİSTANSİYALİZM

Aslında bir felsefe akımıdır. Sartre’ın onu edebiyata uygulamasıyla edebiyat akımı haline gelmiştir.

Bu akıma göre insan var olmadan önce hiçbir özelliği olmaz. Yani bir bebek, beyaz bir kağıt gibi doğar. Olaylar karşısında gösterdiği tepkiler onun kişiliğini oluşturur. Bu nedenle Egzistansiyalist eserlerde karakter yok, durumlarla karşı karşıya kalmış insanlar vardır. Bu insanlar karşılaştıkları durumlarda yaptıkları davranışlarla karakterini oluşturur.

       Bu akımın çıkış yeri Descartes’in “Düşünüyorum öyleyse varım.” düşüncesidir. Davranışlarını kendisi seçmek zorunda olan insan en doğruyu, en iyiyi seçmek zorunda olduğunun bilinciyle büyük bir bunaltı, iç sıkıntısı çeker. Ancak bu bunalma onun hareketlerine engel olmaz, tersine onların sorumluluk bilincini geliştirir.
        Bu özellikleri taşıyan kahramanların bulunduğu Egzistansiyalist romanda, kahramanların ne zaman ne yapacağı belli olmaz. Biz onu ancak eser sonunda tam olarak kavrayabiliriz. Böylece eser sürükleyiciliğini hiç kaybetmez ve okurun ilgisini canlı tutar.
         Akımın kurucusu Jean Paul Sartre’dır. Diğer ünlü yazarı ise Albert Camus sayılır.