1-Mübalağa: Şairin gönlündeki ateş suyla söndürülemez.
Mecaz: od (ateş) kelimesinde.
Tezat: su ve ateş kelimeleriyle.
Açık istiare: Yüreğindeki acılar ateşe benzetilmiştir.
Teşbih: Gözyaşı suya benzetilmiştir.
Hüsn-i Ta’lil: Gözyaşlarının gönüldeki ateşi söndürmek için akıtıldığını söyler.
Nida sanatı: Ey göz diyerek göze seslenmektedir.
2-Tecahül-i Arif: Gökyüzünün mavi olduğunu bilmez gibi davranması
Hüsn-i Talil: Göğe kendi gözyaşlarının renk verdiğini söylemesi
Mübalağa: Gözyaşlarının gökyüzünü kapladığını söylemesi
Tenasüp: ‘Göz, aşk, su, saç-; od, dutuş-’ kelimeleri arasında anlam ilgileri vardır.
Soru (istifham): Gökyüzü su renginde midir?
Tenasüp: Göz, ab, su kelimeleri arasında
3-Açık İstiare: Bakış, anlamı keskin bakış anlamına gelen “tîg” (kılıç) kelimesiyle anlatılır.
Leff ü neşr sanatı: Birinci mısrada altı çizili kelimelere denk ikinci mısradaki altı çizili kelimeler kullanılmıştır.
Teşbih: Aşığın parça parça olmuş gönlü yarılmış açılmış duvara benzetilmiş.
Tekrir: Çak kelimesinin 1. mısrada iki kez tekrarlanmasıyla…
Tenasüp: ‘Tiğ-çak; su-mürur-rahne; zevk-gönül’ kelimeleri arasında anlam ilgileri bulundurularak bir araya getirilmiş.
4-İrsal-i Mesel: Yarası olanın su içmemesi gerektiğinin söylenmesi Leff ü neşr: Vehm ilen söyler–ihtiyat ilen içer, dil-i mecruh–yara ve peykan–su kelimeleri arasında.
Açık istiare: peykan ile sevgilinin kirpikleri kastedilmiştir.
Teşbih: Yaralı gönül hasta bir insana benzetilmiştir.
Tenasüp: Mecrûh-yare; vehm-ihtiyat; söz-söyle; su-iç-” kelimeleri arasında anlam ilgileri bulunarak bir araya getirilmiş.
5-Teşbih: Yüz, rengi ve şekli dolayısıyla güle benzetilir.
Tenasüp: Suya vermek, bağban, gülzar, gül, su kelimeleriyle…
Tevriye: ‘Tek’ kelimesinin hem ‘bir’ anlamı hem de ‘gibi’ anlamı vardır. (Sevgilinin bir tane, benzeri olmayan, eşsiz olması)
Tezat: Bir ve min kelimeleri arasında.
6-Teşbih: Yüzdeki tüylerle gubâri hat arasında.
Tenasüp: “gubâr-hat; muharrir-hâme-kara su (mürekkep)” kelimeleri arasında.
Kinaye: 1. Kalemin gözlerinden kara su (mürekkep) inmesi- gerçek anlam 2. Kağıda, yazıya devamlı bakan insanın gözlerinin kızardığının, kanlandığının, karardığının, mecazen zayıfladığı ve kör olmaya yüz tuttuğunun vurgulanmasıyla…
7-
Teşbih: Yanak güle ve kirpikler ise gül dikenine benzetilerek
Leff ü neşr: “ârız-gül, “yâd-temennâ”, “nem-nâk-su”, “müjgân-hâr” kelimeleri ile…
Kinaye: Kirpiklerim nemlense 1. Kirpiklerin nemli olduğu gerçeği 2.Mecazen ağlamak anlamının kastedilmesi.
Tenasüp: “Ârız-müjgan; gül-hâr-su vir-; hâr-gül; yâd-temennâ” kelimeleri arasında.
8-İrsal-i mesel: “Geceleyin hastaya su vermek sevaptır” sözüyle.
Leff ü neşr: “gam güni- karanu gice”, “dil-i bimâr- bimâr”, “tîg-su” kelimeleri arasında.
Açık istiare: Sevgilinin keskin, yaralayıcı bakışları kılıca benzetilmiş. Sadece kendisine benzetilen söylenmiş.
Tenasüp: “Gam güni, dil-i bimar, karanu gice, bîmar, hayr, su” kelimelerinin arasındaki anlam ilgisi gözönünde bulundurularak bir araya getirilmiş.
9-Tecrid sanatı: Şair “gönül” ü kendisinden ayrı birisi gibi düşünmekle tecrit sanatı yapmıştır.
Teşhis sanatı/ Kapalı istiare: “gönül” şaire su arayan birisi gibi düşünüldüğünden
Kirpik yerine “peykan” kelimesinin kullanılmasıyla açık istiare
Tezat: Şevk (şiddetli arzu) ile sakin kelimeleri arasında.
Tenasüp: “Su-susuzam-sahra; peykân-hecr; şevk-gönül” kelimeleri arasında.
Tevriye: kez (defa, kere) kelimesinin “gez” şeklinde “gezip ara” anlamında okunmasıyla.
Leff ü neşr: Peykan-su, şevk-susuzluk, hecr- sahra kelimeleri arasında.
10-Tezat: su ve şarap (haram helal olma noktasından); mest, hûş-yâr kelimeleriyle tezat sanatı yapılmıştır.
Teşbih: Kendini sarhoşa, zahitleri de aklı başında olanlara benzetmiş.
Tenasüp: “mest-mey-su-içmek” kelimeleri arasında.
Leff-ü neşir: “men, leb, zühhad ve kevser” kelimeleri sıralandıktan sonra bunlarla ilgili ve tamamlayıcı nitelikte, paralelindeki “mest, mey, hûş-yar ve su” kelimelerinin 2. mısrada belli bir düzen içinde söylenmesiyle.
11-Açık istiare: Servi ile sevgili kastedilmiştir.
Teşhis sanatı /Kapalı istiare: Su insan gibi şairin sevdiği güzele aşık olmuştur.
Teşbih: Sevgilinin bulunduğu yer Cennet’e benzetilmiş.
Tecahül-i ârif: Suyun akışının sebebini bilmiyormuş gibi yapmış.
Hüsn-i ta’lil:Genellikle su kenarında yetişen servilerin altından akan suyun bu halini şair “O, hoş salınışlı serviye aşık olduğu için su bahçeye ağaçlara doğru akar” diyerek.
Teşbih: “kûy” sevgilinin bulunduğu köşedir. “Ravza-i kûy” tamlamasıyla sevgilinin bulunduğu köşe cennet köşesine benzetilmiştir.
12-Teşhis/Kapalı istiare: Suyun şairin sevgilisine aşık olması
Tevriye: Toprak olmak hem ölmek hem suyun yoluna set olmak anlamında kullanılmış
Tenasüp: “Su yolu, toprak, su” kelimeleriyle
13-Teşhis: Kumrunun serviye aşık olup yalvarması
Hüsn-i Talil: Servinin başını sağa sola sallamasının, kumrunun ötmesinin ve suyun ağaçlık yerlerde akmasının sebebi aslında bilinir ancak burada daha güzel bir sebebe bağlanmış.
Tenasüp: “Serv-kumru-su; dâmenin tut-ayağa düş-yalvar” kelimeleri arasında..
Açık istiare: Servi sevgiliye, kumru aşığa benzetilmiş.
14-Telmih: Beyitte gül – bülbül efsanesi hatırlatıldığından.
Hüsn-i talil: Efsaneden hareketle gülün rengini bülbülün kanından aldığının söylenmesiyle
Tevriye:“Reng” kelimesi hem renk hem de hile anlamında kullanıldığından.
Kişileştirme: Su ve gül kelimeleri kişileştirilmiştir.
Tenasüp: “Bülbül-gül-reng-kan; kan-su-gül” kelimelerinde.
15-Su, Hz. Muhammet (S.A.V.)’e tabi olan insan gibi kabul edilip teşhis sanatı /Kapalı istiare yapılmıştır.
Tenasüp: “Pâk-rûşen kıl-; pâk-su” kelimeleri arasında.
NOT: Bu beyit Kasidenin Girizgâh beyitidir.
16-Teşbih: Hz. Muhammed, seçkin incilerin çıktığı denize benzetilmiş.
“Derya, dür, sepmek, su” kelimeleriyle tenasüp sanatı
“Ateş- su” kelimeleriyle tezat sanatı yapılmıştır.
Telmih: Peygamberin doğumundaki mecusilerin ateşinin sönmesi mucizesi
17-Telmih: Beyitte peygamberimizin taştan su çıkarma mucizesine.
Tenasüp: “Gülzar, taze, revnak, su” kelimeleriyle.
Teşbih: Peygamberlik gül bahçesine benzetilmiş.
Hüsn-i Ta’lil: Katı taştan su çıkmasının sebebi olarak.
18-Teşbih: Peygamberimizin mucizelerinin denize benzetilmesiyle
Telmih: Beyitte Hz. Muhammet (S.A.V)’nin doğumuyla bin yıldır hiç sönmeyen Kisra sarayındaki ateşin sönmesi hatırlatılarak
Tezat: Bahr-su ve ateş” kelimeleriyle
Tekrir: min min kelimesinin tekrarıyla.
Tevriye: “Yetmiş” kelimesi hem erişmiş, hem de kifayet etmiş anlamıyla.
19-Telmih: Peygamberimizin parmaklarından su akıtma mucizesine telmihte bulunulmuştur.
Tenasüp: “Hayret-parmağını dişlemek” kelimeleri arasında tenasüp sanatı vardır
20-Dost-hasım”, “âb-ı hayat- zehr-i mâr” kelime ve terkipleriyle tezat
Leffü Neşir: Dost-hasım, zehr-i mâr-su, olur-döner, âb-ı hayat-zehr-i mar” kelimelerinde. 1. mısrada sıralanan kelimelerin tamamlayıcı karşılığı 2.mısrada verilmiştir.
Tenasüp: “Âb-ı hayat-su-iç-; âb-su; zehir-mâr kelimelerinde.
Telmih: Peygamberin mucizesine atıf
21-Teşbih: yanak güle benzetilir
Tezat: “Katre ve bahr” kelimeleri arasında
Tenasüp: Su ile ilgili “katre, bahr, su, vuzû” kelimeleriyle.
Açık istiare: Gül-i ruhsar derken Hz. Peygamber kastedilmiştir.
22-Teşhis/Kapalı istiare: Su, kişileştirilmiştir.
Mecaz-ı mürsel: Su ile benzetme yapmadan ırmak, çay, dere kastedilmiş.
Hüsn-i Ta’lil: Suyun gezmesinin sebebi olarak. Yine Suyun taşların arasında onlara çarpa çarpa gitmesini şair “üzüntüsünden, pişmanlığından dolayı suyun başını taştan taşa vurduğu” şeklinde açıklayarak hüsn-i talil yapmıştır
Tenasüp: Hâk-daş-su; ömr-muttasıl; baş-âvâre-gez-” kelimeleri arasında.
Tezat: Ayak ve baş kelimeleri arasında.
23-Teşhis: Su,insan gibi, âşık gibi düşünülmüş
Hüsn-i talil: Suyun akma sebebi olarak.
Leff ü neşr: Zerre zerre - pâre pâre, nûr-su kelimeleriyle
Mecaz-ı Mürsel: Hak-i dergah: Peygamberin türbesi.
24-Teşbih: Günahkârlar, sarhoşlara benzetilmiş.
Tezat: “Humâr – derman” kelimeleriyle
Leff ü neşr: “Zikr-i na’tün virdi – su içmek, ehl-i hatâ - mey-hara, derman-def-i humar” kelimeleriyle
Tenasüp: Mey-hara, içer, humar, ehl-i hata kelimeleriyle
25-Tenasüp: Müştâk-habib; leb-teşne-su-yan” kelimeleriyle.
Teşbih: Peygambere olan tutkuyu suyu dilemeye/ muştaka benzetmiş. Müştak: Susuzluktan yanıp tutuşan insanları su dilemeleri
Nida: Peygambere seslenmiş.
Tezat: yan-, su kelimeleriyle
26-Teşbih: Rasülullah, keramet denizine benzetiliyor.
Tezat: “Bahr-şeb-nem (çiy); sabit-seyyar” kelimeleriyle
Tenasüp: bahr-şebnem-feyz-su kelimeleriyle.
Telmih: miraç gecesi
27-Teşbih: Güneş çeşmeye, ışıklar da zülâl(saf su)e benzetilmiştir.
Tenasüp: “Çeşme-su; mimar-tecdid-merkad-zülal-çeşme-su” kelimeleriyle.
Tezat: hurşid ve su kelimeleri arasında.
28. Tezat: “nâr-su kelimeleri ile bîm–ümîd” kelimeleri arasında
Tenasüp: “cehennem-nâr-suzan ve ebr-su-sep” kelimeleri arasında.
Leff ü neşr: “Bîm-i dûzah-ümid, nâr-ı gam- ebr-i ihsan, salmak-sepmek, suzan-nâr” kelimeleri ile.
29-Telmih: İncinin, nisan yağmurundan olduğu inancına.
Tevriye: “Fuzuli’nin sözleri” hem Fuzuli'nin sözleri hem de değersiz boş sözler anlamına gelebileceğinden
Tenasüp: “yümn-ebr-i nisan-su; lü’lü-güher ve na’t-şahvar sözlerinin birlikte kullanılmasıyla.
Teşbih: Fuzuli sözlerini gühere (inciye) benzetmiş.
Leff-ü neşir: yümni nat-ebri nisan; güher-lü’lü ü şehvar; Fuzuli sözleri-su kelimelerinin karşılıklı kullanılmasıyla.
Hüsn-i Talil: Fuzulinin sözlerinin güzel olması Peygamberi övmenin bereketiyledir.
Tecrid: Fuzuli kendinden değil sanki başkasından bahsediyor gibi.
30-Düşkün ile açık istiare, aşık göz kapalı istiare, mecaz-ı mürsel, teşhis sanatları yapılmıştır.
Gaflet ve bîdâr kelimeleri arasında tezat sanatı yapılmış
Tenasüp: “dide-eşk-su-tök-” kelimeleri arasında.
31-Tenasüp: “çeşme-teşne-su; haşr-vasl” kelimeleri arasında.
Mecaz-ı mürsel: “Çeşme-i vasl” tamlaması ile benzetme ilgisi kurulmaksızın Cennet’teki ebedi saadet kastedilmiştir.
Türk Dili ve Edebiyatı sitesi, Edebiyat derslerine yardımcı,
Türk edebiyatı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Türk edebiyatı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
20 Ekim 2008 Pazartesi
TANZİMAT DÖNEMİ TİYATROSU
II- TANZİMAT DÖNEMİ TİYATROSU
A) HİKAYE-İ İBRAHİM PAŞA
Tanzimat devrinin ilk tiyatro eseridir. Konusunu Kanuni devrinden alan ve 4 perdeden 11 tablodan oluşan Hayrullah efendi tarafından yazılan küçük bir dramdır. Konusu, Kanuni'nin Bağdat seferi sırasında Ordu Defterdarı İskender Çelebiyi haksız yere idam ettirdiği ve saltanat hırsına kapıldığı için Kanuni tarafından 1536 da idam edilen sadrazam İbrahim Paşa ile aynı devirde Mısır da ün salmış mutasavvıf İbrahim Gülşeni ve Mısır valisinin oğlu İbrahim Paşa'lar birbirine karıştırılarak Osmanlı imparatorluğu için asıl tehlikenin son söylenen şahsiyetten geleceği söylenmek istenen piyeste, tarihi atmosferi tamamlamak için özellikle dil ve uslübun 16. yy uygun olması dikkat çekicidir.
B)ŞAİR EVLENMESİ
Şinasi tarafından yazılan bir perdelik komedidir. 1860 yılında Tercüman-ı Ahval de sertifika
şeklinde yayınlanmış ve aynı yıl kitap halinde basılmıştır.konu olarak görücü usulü evlenme adetini işlemiştir. Olay basittir fakat kuruluş sağlamdır. Vakanın başlıca iki tarafından yürütülmesi, değişik halk tabakalarından yerli karakterlerin bulunması orta oyununa ait özellikleri içerirken belli bir edebi metin halinde olması, vakanın gelişme tarzı bakımından batılı tarzda bir eserdir. Eserin böyle bir yapıda oluşu yazarın, orta oyuna alışık olan Türk seyircisini yadırgatmadan batılı tiyatroya ısındırmayı amaçlamıştır. Şinasi, tiyatroyu da düşünce ve bilgileri aktarma aracı olarak görmüştür. Türk tiyatrosunun komedi türündeki ilk denemesi, drama türündeki Hayrullah Efendinin piyesine göre teknik bakımdan daha ileridedir. Şinasi kendinden sonrakiler için de teşvik edici olmuştur.
C) İLK MANZUM PİYES
Türk tiyatrosunun ilk manzum piyesini 1866 da Ali Haydar yazmıştır. Üç adet piyesi vardır. Bunlar; 1- Sergüzeşt-i Perviz 2- Sasaniyan hükümdarlarında ıı. Ersaz'ın Sergüzeşti 3- Ruya Oyunu dur. Bunlardan ilk ikisi trajedidir. Yazar ilk piyesinin önsözünde Türk tiyatrosuna ilk trajediyi kazandırdığını söyler. Ancak kuruş ve teması daha çok dram karakteri taşır. Doğal olarak manzum tiyatro çeşidinin ilk deneme olması , yazarın nazım tekniğine hakimiyet zayıflığı dil ve uslübu cansızlaştırmıştır. Son piyesi ise iki perdelik komedidir.
D)KARAKTER KOMEDİSİ
Bir yandan tiyatroda oynanmak üzre tercüme piyesleri hazırlayan diğer yandan da kendisi piyes yazan Ali Bey'in 1- Kokona Yatıyor,2- Misafir-i istiskal,3- Geveze Berber adlı üç komedisi ile Letafet isimli (1899) bir tane operatı vardır. Yazdığı komedyalar tamamen batılı tarzda kuruluşa sahiptır. Sosyal meselelere dokunmaz. Basit karakter komedisidir ki bu tarzın Türk tiyatrosundaki ilk örnekleridir.
E) RECAİZADE EKREM'İN VUSLAT'I
İlk denemesini Afife Anjelik ile 1870 de yapmıştır. İkinci denemesi Atala yahud Amerika Vahşileridir. Afife Anjelik, kocasının yokluğunda uşağının tecavüz teşebbüsüne karşı direnmiş genç bir kadının hikayesini anlatır. 4 perdelik ve şahısları Fransızdır. Kitabın kapağında ve yayınlana gazetede telif diye gösterilmesi vakası Fransada geçmiş zabıta olayından alındığı ihtimalini güçlendirmektedir. 1872 yılların başında Fransız yazar Şatobriyan dan çevirdiği Atala romanını piyes haline getirip bastırmıştır. Önemli bir başka tiyatro eseri de Vuslattır(1874). Evlilikte anne- babanın değil çocukların karar vermesi gerektiği şeklindeki sosyal meseleyi ele olan dramın önsözünde , daha önceki denemelerinde yerli olay ve ifadelerin yer almayışından dolayı eleştirilmesine dikkat çekerek haklı olduklarını bunun için Milli bir piyes denemesi olarak Vuslat'ı yazdığını ifade eder. Vuslat daha önce Namık K. 'in yayınlanan Zavallı Çocuk'taki temayı aynen tekrarlaması ve karakterler arasındaki benzerlikler nedeniyle değerini zayıflatmıştır.
1914 yılında vefatından sonra basılan konusunu Binbir Gündüz Hikayeleri'nden alan Çok Bilen Çok Yanılır komedisi modern tiyatro türünün bütün özelliklerini taşır. Tanzimat döneminin en iyi tiyatro yazarları arasında yer alır.
F) ROMANTİK DRAM
Namık Kemal, Osmanlı Tiyatrosu'nun modernleşmesi için çaba harcarken bir tarafından da oynanmak üzre piyesler yazmıştır. 1867 yılında Avrupaya giden N. Kemal, orada da tiyatro ile ilgilendi ve burada tiyatronun sadece eğlence aracı olmadığını aynı zamanda seyircinin kültür seviyesini yükseltme görevi de olduğunu farketti. Binlerce insana hitap eden bu müessese, bir okuldu. Paris'ten yazdığı mektuplarda tiyatronun �ahlak ve lisan� mektebi olduğunu ifade etmiştir. Avrupadan dönünce Osmanlı Tiyatrosunun edebi heyetine girdi ve 1873 te �Vatan yahud Silistre'yi� yazdı. Oyun oynandıktan 1 hafta sonra Kıbrıs'a Magosa kasabasına kalebend olarak gönderildi.3 yıl içinde 600 defa oynandı. Bu sırada N. Kemal, Gülnihal'i (1875) yazıyordu. Kıbrıs da kaldığı 38 ay içinde 4 piyes yazmıştır. 1-Zavallı Çocuk (1873)2-Akif Bey (74),3- Kara Bela(1910),4-Celalettin Harzemşah( 1875). bu piyeslerin hepsi dram dır.
Vatan yahud Silistre ile Celalettin Harzemşah konuları tarihi olaylardır. Teknik bakımdam enkuvvetli eseri Gülnihaldir ki vakanın geliştirilmesi, entrik unsurların çok iyi işlenmesi, canlı karakterler olması onun bu eserini güçlü kılar. Vatan yahud Silistre ise devrin yurtseverlik ve kahramanlık duygularını çok iyi işler. Celalettin Harzemşah ise romantik dramın etkisiyle yazılmıştır. Okunmak için yazılmış, vakası da orta çağ tarihinden alınmıştır.not: tanzimat döneminin romantik dramın ilk örneğidir. Özellikle faydalı bir eğlence olarak tanımladığı tiyatro ile ilgili fikirlerini Celalettin Harzemşah'ın Mukaddemesinden öğrenmek mümkündür. Bu piyes, Abdülhak Hamid'in tarihi piyeslere yönelişini sağlamıştır.
Not: N. Kemal--> Zavallı Çocuk, R. Ekrem-->Vuslat, A.Hamid--> İçli Kız piyesleri arasında yakın tema ve vaka benzerlikleri dikkat çeker.
G) MİLLİ DRAM TERİMİ
Tiyatro alanındaki başka önemli şahsiyet ise Ahmet Mithat'tır. 1872 yılında Eyvah isimli dramı oynanmıştır. Bu oyunun teması, batılılaşmanın aile üzerindeki tesiri ve evlenmedeki eski adetlerin tenkidi şeklindedir. Burada birden fazla kadın ile evlenme tenkid edilmiştir. Bazı kesimlerce ağır tenkidlere maruz kalan A. Mithat, 1875 te Açık Baş adlı başka bir komedisi ile halkın dini duygularını kötüye kullanan din istismarcılarını eleştirmiştir. 12'ye yaklaşan eserlerinden 7 tanesi basılmıştır. 1875 te , Ahz-ı Sâr Yahut Avrupa'nın Eski Medeniyeti adlı dramı, insan hakları ve avrupadaki sınıf mücadelesini anlatmasına karşın başarısız bir dramdır. 1883 te Çerkez Özdenler adlı piyesin kapağında �Milli Dram� terimi ve �hem tiyatroda oynanmak hem de roman gibi okunmak için yazılmıştır� ifadesi yer alır.konusu Osmanlı İmparatorluğu azınlıklarından olan Çerkezlerin yaşayış tarzını anlatır. 1883 te yazılan Fürs-i Kadim'de Bir Facia yahut Siyavuş piyesi ise, konusunu eski İran tarihinden almıştır.
Bu dönem II :Abdülhamit tarafından ciddi tiyatro içerikli oyunlara izin verilmediğinden dolayı, daha çok müzikal eğlence ağırlıklı eserler sahnelenmiş ve buna Hamid de uyarak Çengi yahut Daniş Çelebi (1883), Ziba (basılmamıştır.) adlı tiyatro eserleri yazmıştır. Haricinde Hükm-i Dil 1884, Zuhur-i Osmaniyan (1879) piyesler yazmıştır. Sosyal meselelere üzerindeki hakimiyetinin yanı sıra tiyatro tekniğini ikinci plana atmıştir.
H) KURALSIZ ÜSTAD
Tanzimat tiyatrosu'nun en verimli ve en mühim şahsiyeti, şüphesiz Abdülhak Hamid'dir. İlk denemesi (1873) Macera-yı Aşk, Fransız ve İngiliz edebiyatlarından gelme tesir ile egzotik bir yapı dikkat çeker. 1874 te Sabr u Sebat ile İçli Kız 'ı yazar ardından Duhter-i Hindu 'yu (1875) yazar. Sabr u Sebat 'ta, atasözleri, halk tekerlemeleri ve cinaslı anlatım vardır. İçli Kız, Zavallı Çocuk piyesinin tesirindedir. Duhter-i Hindu 'da tekrar egzotik anlatıma döner. Bunun sebebini de şöyle açıklar: Milli Tiyatro, herkese bildiği konuları aktarır oysa tanınmayan azınlıkların ve toplulukların hayatlarını , İslam veya Osmanlı tarihinin muhteşem olaylarını anlatmalıdır. 1916 da yazılan Finten , 19.yy sonundaki İngiltere'yi anlatır.
Hamid, piyeslerinin bir kısmını nesir bir kısmını da manzum yazmıştır. Yadir -ı Harp (1917), Nazife(1878), Nesteren(1877), Eşber(1880), Tarhan (1916), İlhan(1918), Hakan(1953) v.b. Eserleri vardır. Yirmi biri bulan tiyatro eserlerinin hepsi dramdır. Genellikle romantik dramın tesirindedir. Hanid'in bütün piyeslerinde karakterler ön plandadır. Psikolojik tahlillerine büyük önem vermiştir. Özellikle ihtirasların tahlil ve tasvirinde güçlüdür. Elbette piyeslerinde tamamen sosyal konulardan uzaklaşmış değildir. Vatan ve yurtseverlik konuları Liberta'da dikkat çeker. İlk piyeslerinde teknik yapıya dikkat ederken sonraları bunu ihmal etmiştir. 1880 den sonraki piyeslerini okunmak için yazmıştır. Bunun için perde bölünüşleri düzensiz olmuştur. Perde sonlarına yaptığı ilaveler piyesin yapısını bozmuştur. Nesteren ve Liberta'yı hece vezniyle yazarken diğerlerini aruz vezniyle yazmıştır. Onun eserlerindeki en büyük kusur dil ve uslüptadır. İlk piyesler konuşma diline yakınken sonraları uzaklaşmıştır. Zaman zaman bütün tiyatro kalıplarını hiçe saymıştır. O kurallar içinde kuralsız bir üstad olmuştur.
SONUÇ
Bütün gelişmeleri kısaca özetleyecek olursak;Batılı anlamıyla tiyatro da Tanzimat döneminde görülür. Bu dönemde geleneksel tiyatro içine giren türler (kukla, Karagöz, orta oyunu gibi) de varlığını sürdürmüştür.Tanzimat�ın ilk yıllarında İstanbul�un çeşitli yerlerinde tiyatro binaları yapılmaya başlandı. Önceleri özellikle İtalyan ve Fransız, daha sonra da Ermeni tiyatro toplulukları bu binalarda oyunlar sergiledi. Mihail Naum , Güllü Agop gibi Ermeniler�in Türkçe oyunları da sergilemeleri önemli bir gelişmeye sebep oldu. Güllü Agop 1868� de kurduğu Osmanlı Tiyatrosunda ilk kez düzenli olarak temsiller vermeye başladı; müzikli oyunlar dışında Türkçe oyunlar sergilemenin tekelini 10 yıl elinde tutmuştur. Birçok Türk erkek tiyatro sanatçısı ilk kez bu tiyatroda sahneye çıkmıştır. Müslüman Türk kadınının sahneye çıkması şeriat hükümlerine göre olanaksızdı. Bu yüzden bazı kadın rollerini bazı durumlarda yabancı kadınlar ya da erkekler oynamışlardır. Bu tiyatro 1884�te Ahmet Mithat�ın Çerkez Özdenler oyununu oynarken oyun özgürlük duyguları aşıladığı gerekçesi ile tiyatro kapatılmış, binası da yıktırılmıştır. Bundan dolayı bu tarihten 1908�e kadar kadar Türk tiyatrolarına tuluat oyunları egemen olmuştur.
Mardiros Mınakyan�ın kurduğu Osmanlı Dram Kumpanyası Türkçe oyunlar sahnelemeye devam etmiştir. Türk edebiyatında ilk tiyatro yapıtı olarak Hayrullah Efendi�nin(1817-66) Hikaye-i İbrahim Paşa ve İbrahim-i Gülşen�i (1844) adlı dramı gösterilmektedir.Şinasi�nin Şair Evlenmesi (1860) ilk güldürü olarak kabul edilmektedir. Ali Haydar (1836-1914) ilk trajedi , Direktör Ali Bey (1844-99) de karakter güldürü örnekleri vermiştir. Yazar, çevirmen, tiyatroya maddi ve manevi destek sağlayan devlet adamı olarak Ahmet Vefik Paşa(1823-91) �nın Tanzimat tiyatrosuna çok büyük katkısı olmuştur.Moliere�den yaptığı çeviri ve uyarlamaları çok önemlidir. Feraizcizade Mehmed Şakir (1853-1911) duru bir Türkçe ve başarılı bir teknikle yazdığı oyunlardan ötürü � Türk Moliere�i�olarak adlandırılmıştır.Bu dönem tiyatrolarında çoğunlukla toplumsal ve tarihsel konular işlenmiştir. Öbür türlere oranla Tanzimat döneminde tiyatro çok daha etkili olmuştur. Bu bakımdan bazı Tanzimat yazarları (Namık Kemal , Recaizade Mahmut Ekrem, Abdülhak Hamit) tiyatro oyunları da yazmıştır.
A) HİKAYE-İ İBRAHİM PAŞA
Tanzimat devrinin ilk tiyatro eseridir. Konusunu Kanuni devrinden alan ve 4 perdeden 11 tablodan oluşan Hayrullah efendi tarafından yazılan küçük bir dramdır. Konusu, Kanuni'nin Bağdat seferi sırasında Ordu Defterdarı İskender Çelebiyi haksız yere idam ettirdiği ve saltanat hırsına kapıldığı için Kanuni tarafından 1536 da idam edilen sadrazam İbrahim Paşa ile aynı devirde Mısır da ün salmış mutasavvıf İbrahim Gülşeni ve Mısır valisinin oğlu İbrahim Paşa'lar birbirine karıştırılarak Osmanlı imparatorluğu için asıl tehlikenin son söylenen şahsiyetten geleceği söylenmek istenen piyeste, tarihi atmosferi tamamlamak için özellikle dil ve uslübun 16. yy uygun olması dikkat çekicidir.
B)ŞAİR EVLENMESİ
Şinasi tarafından yazılan bir perdelik komedidir. 1860 yılında Tercüman-ı Ahval de sertifika
şeklinde yayınlanmış ve aynı yıl kitap halinde basılmıştır.konu olarak görücü usulü evlenme adetini işlemiştir. Olay basittir fakat kuruluş sağlamdır. Vakanın başlıca iki tarafından yürütülmesi, değişik halk tabakalarından yerli karakterlerin bulunması orta oyununa ait özellikleri içerirken belli bir edebi metin halinde olması, vakanın gelişme tarzı bakımından batılı tarzda bir eserdir. Eserin böyle bir yapıda oluşu yazarın, orta oyuna alışık olan Türk seyircisini yadırgatmadan batılı tiyatroya ısındırmayı amaçlamıştır. Şinasi, tiyatroyu da düşünce ve bilgileri aktarma aracı olarak görmüştür. Türk tiyatrosunun komedi türündeki ilk denemesi, drama türündeki Hayrullah Efendinin piyesine göre teknik bakımdan daha ileridedir. Şinasi kendinden sonrakiler için de teşvik edici olmuştur.
C) İLK MANZUM PİYES
Türk tiyatrosunun ilk manzum piyesini 1866 da Ali Haydar yazmıştır. Üç adet piyesi vardır. Bunlar; 1- Sergüzeşt-i Perviz 2- Sasaniyan hükümdarlarında ıı. Ersaz'ın Sergüzeşti 3- Ruya Oyunu dur. Bunlardan ilk ikisi trajedidir. Yazar ilk piyesinin önsözünde Türk tiyatrosuna ilk trajediyi kazandırdığını söyler. Ancak kuruş ve teması daha çok dram karakteri taşır. Doğal olarak manzum tiyatro çeşidinin ilk deneme olması , yazarın nazım tekniğine hakimiyet zayıflığı dil ve uslübu cansızlaştırmıştır. Son piyesi ise iki perdelik komedidir.
D)KARAKTER KOMEDİSİ
Bir yandan tiyatroda oynanmak üzre tercüme piyesleri hazırlayan diğer yandan da kendisi piyes yazan Ali Bey'in 1- Kokona Yatıyor,2- Misafir-i istiskal,3- Geveze Berber adlı üç komedisi ile Letafet isimli (1899) bir tane operatı vardır. Yazdığı komedyalar tamamen batılı tarzda kuruluşa sahiptır. Sosyal meselelere dokunmaz. Basit karakter komedisidir ki bu tarzın Türk tiyatrosundaki ilk örnekleridir.
E) RECAİZADE EKREM'İN VUSLAT'I
İlk denemesini Afife Anjelik ile 1870 de yapmıştır. İkinci denemesi Atala yahud Amerika Vahşileridir. Afife Anjelik, kocasının yokluğunda uşağının tecavüz teşebbüsüne karşı direnmiş genç bir kadının hikayesini anlatır. 4 perdelik ve şahısları Fransızdır. Kitabın kapağında ve yayınlana gazetede telif diye gösterilmesi vakası Fransada geçmiş zabıta olayından alındığı ihtimalini güçlendirmektedir. 1872 yılların başında Fransız yazar Şatobriyan dan çevirdiği Atala romanını piyes haline getirip bastırmıştır. Önemli bir başka tiyatro eseri de Vuslattır(1874). Evlilikte anne- babanın değil çocukların karar vermesi gerektiği şeklindeki sosyal meseleyi ele olan dramın önsözünde , daha önceki denemelerinde yerli olay ve ifadelerin yer almayışından dolayı eleştirilmesine dikkat çekerek haklı olduklarını bunun için Milli bir piyes denemesi olarak Vuslat'ı yazdığını ifade eder. Vuslat daha önce Namık K. 'in yayınlanan Zavallı Çocuk'taki temayı aynen tekrarlaması ve karakterler arasındaki benzerlikler nedeniyle değerini zayıflatmıştır.
1914 yılında vefatından sonra basılan konusunu Binbir Gündüz Hikayeleri'nden alan Çok Bilen Çok Yanılır komedisi modern tiyatro türünün bütün özelliklerini taşır. Tanzimat döneminin en iyi tiyatro yazarları arasında yer alır.
F) ROMANTİK DRAM
Namık Kemal, Osmanlı Tiyatrosu'nun modernleşmesi için çaba harcarken bir tarafından da oynanmak üzre piyesler yazmıştır. 1867 yılında Avrupaya giden N. Kemal, orada da tiyatro ile ilgilendi ve burada tiyatronun sadece eğlence aracı olmadığını aynı zamanda seyircinin kültür seviyesini yükseltme görevi de olduğunu farketti. Binlerce insana hitap eden bu müessese, bir okuldu. Paris'ten yazdığı mektuplarda tiyatronun �ahlak ve lisan� mektebi olduğunu ifade etmiştir. Avrupadan dönünce Osmanlı Tiyatrosunun edebi heyetine girdi ve 1873 te �Vatan yahud Silistre'yi� yazdı. Oyun oynandıktan 1 hafta sonra Kıbrıs'a Magosa kasabasına kalebend olarak gönderildi.3 yıl içinde 600 defa oynandı. Bu sırada N. Kemal, Gülnihal'i (1875) yazıyordu. Kıbrıs da kaldığı 38 ay içinde 4 piyes yazmıştır. 1-Zavallı Çocuk (1873)2-Akif Bey (74),3- Kara Bela(1910),4-Celalettin Harzemşah( 1875). bu piyeslerin hepsi dram dır.
Vatan yahud Silistre ile Celalettin Harzemşah konuları tarihi olaylardır. Teknik bakımdam enkuvvetli eseri Gülnihaldir ki vakanın geliştirilmesi, entrik unsurların çok iyi işlenmesi, canlı karakterler olması onun bu eserini güçlü kılar. Vatan yahud Silistre ise devrin yurtseverlik ve kahramanlık duygularını çok iyi işler. Celalettin Harzemşah ise romantik dramın etkisiyle yazılmıştır. Okunmak için yazılmış, vakası da orta çağ tarihinden alınmıştır.not: tanzimat döneminin romantik dramın ilk örneğidir. Özellikle faydalı bir eğlence olarak tanımladığı tiyatro ile ilgili fikirlerini Celalettin Harzemşah'ın Mukaddemesinden öğrenmek mümkündür. Bu piyes, Abdülhak Hamid'in tarihi piyeslere yönelişini sağlamıştır.
Not: N. Kemal--> Zavallı Çocuk, R. Ekrem-->Vuslat, A.Hamid--> İçli Kız piyesleri arasında yakın tema ve vaka benzerlikleri dikkat çeker.
G) MİLLİ DRAM TERİMİ
Tiyatro alanındaki başka önemli şahsiyet ise Ahmet Mithat'tır. 1872 yılında Eyvah isimli dramı oynanmıştır. Bu oyunun teması, batılılaşmanın aile üzerindeki tesiri ve evlenmedeki eski adetlerin tenkidi şeklindedir. Burada birden fazla kadın ile evlenme tenkid edilmiştir. Bazı kesimlerce ağır tenkidlere maruz kalan A. Mithat, 1875 te Açık Baş adlı başka bir komedisi ile halkın dini duygularını kötüye kullanan din istismarcılarını eleştirmiştir. 12'ye yaklaşan eserlerinden 7 tanesi basılmıştır. 1875 te , Ahz-ı Sâr Yahut Avrupa'nın Eski Medeniyeti adlı dramı, insan hakları ve avrupadaki sınıf mücadelesini anlatmasına karşın başarısız bir dramdır. 1883 te Çerkez Özdenler adlı piyesin kapağında �Milli Dram� terimi ve �hem tiyatroda oynanmak hem de roman gibi okunmak için yazılmıştır� ifadesi yer alır.konusu Osmanlı İmparatorluğu azınlıklarından olan Çerkezlerin yaşayış tarzını anlatır. 1883 te yazılan Fürs-i Kadim'de Bir Facia yahut Siyavuş piyesi ise, konusunu eski İran tarihinden almıştır.
Bu dönem II :Abdülhamit tarafından ciddi tiyatro içerikli oyunlara izin verilmediğinden dolayı, daha çok müzikal eğlence ağırlıklı eserler sahnelenmiş ve buna Hamid de uyarak Çengi yahut Daniş Çelebi (1883), Ziba (basılmamıştır.) adlı tiyatro eserleri yazmıştır. Haricinde Hükm-i Dil 1884, Zuhur-i Osmaniyan (1879) piyesler yazmıştır. Sosyal meselelere üzerindeki hakimiyetinin yanı sıra tiyatro tekniğini ikinci plana atmıştir.
H) KURALSIZ ÜSTAD
Tanzimat tiyatrosu'nun en verimli ve en mühim şahsiyeti, şüphesiz Abdülhak Hamid'dir. İlk denemesi (1873) Macera-yı Aşk, Fransız ve İngiliz edebiyatlarından gelme tesir ile egzotik bir yapı dikkat çeker. 1874 te Sabr u Sebat ile İçli Kız 'ı yazar ardından Duhter-i Hindu 'yu (1875) yazar. Sabr u Sebat 'ta, atasözleri, halk tekerlemeleri ve cinaslı anlatım vardır. İçli Kız, Zavallı Çocuk piyesinin tesirindedir. Duhter-i Hindu 'da tekrar egzotik anlatıma döner. Bunun sebebini de şöyle açıklar: Milli Tiyatro, herkese bildiği konuları aktarır oysa tanınmayan azınlıkların ve toplulukların hayatlarını , İslam veya Osmanlı tarihinin muhteşem olaylarını anlatmalıdır. 1916 da yazılan Finten , 19.yy sonundaki İngiltere'yi anlatır.
Hamid, piyeslerinin bir kısmını nesir bir kısmını da manzum yazmıştır. Yadir -ı Harp (1917), Nazife(1878), Nesteren(1877), Eşber(1880), Tarhan (1916), İlhan(1918), Hakan(1953) v.b. Eserleri vardır. Yirmi biri bulan tiyatro eserlerinin hepsi dramdır. Genellikle romantik dramın tesirindedir. Hanid'in bütün piyeslerinde karakterler ön plandadır. Psikolojik tahlillerine büyük önem vermiştir. Özellikle ihtirasların tahlil ve tasvirinde güçlüdür. Elbette piyeslerinde tamamen sosyal konulardan uzaklaşmış değildir. Vatan ve yurtseverlik konuları Liberta'da dikkat çeker. İlk piyeslerinde teknik yapıya dikkat ederken sonraları bunu ihmal etmiştir. 1880 den sonraki piyeslerini okunmak için yazmıştır. Bunun için perde bölünüşleri düzensiz olmuştur. Perde sonlarına yaptığı ilaveler piyesin yapısını bozmuştur. Nesteren ve Liberta'yı hece vezniyle yazarken diğerlerini aruz vezniyle yazmıştır. Onun eserlerindeki en büyük kusur dil ve uslüptadır. İlk piyesler konuşma diline yakınken sonraları uzaklaşmıştır. Zaman zaman bütün tiyatro kalıplarını hiçe saymıştır. O kurallar içinde kuralsız bir üstad olmuştur.
SONUÇ
Bütün gelişmeleri kısaca özetleyecek olursak;Batılı anlamıyla tiyatro da Tanzimat döneminde görülür. Bu dönemde geleneksel tiyatro içine giren türler (kukla, Karagöz, orta oyunu gibi) de varlığını sürdürmüştür.Tanzimat�ın ilk yıllarında İstanbul�un çeşitli yerlerinde tiyatro binaları yapılmaya başlandı. Önceleri özellikle İtalyan ve Fransız, daha sonra da Ermeni tiyatro toplulukları bu binalarda oyunlar sergiledi. Mihail Naum , Güllü Agop gibi Ermeniler�in Türkçe oyunları da sergilemeleri önemli bir gelişmeye sebep oldu. Güllü Agop 1868� de kurduğu Osmanlı Tiyatrosunda ilk kez düzenli olarak temsiller vermeye başladı; müzikli oyunlar dışında Türkçe oyunlar sergilemenin tekelini 10 yıl elinde tutmuştur. Birçok Türk erkek tiyatro sanatçısı ilk kez bu tiyatroda sahneye çıkmıştır. Müslüman Türk kadınının sahneye çıkması şeriat hükümlerine göre olanaksızdı. Bu yüzden bazı kadın rollerini bazı durumlarda yabancı kadınlar ya da erkekler oynamışlardır. Bu tiyatro 1884�te Ahmet Mithat�ın Çerkez Özdenler oyununu oynarken oyun özgürlük duyguları aşıladığı gerekçesi ile tiyatro kapatılmış, binası da yıktırılmıştır. Bundan dolayı bu tarihten 1908�e kadar kadar Türk tiyatrolarına tuluat oyunları egemen olmuştur.
Mardiros Mınakyan�ın kurduğu Osmanlı Dram Kumpanyası Türkçe oyunlar sahnelemeye devam etmiştir. Türk edebiyatında ilk tiyatro yapıtı olarak Hayrullah Efendi�nin(1817-66) Hikaye-i İbrahim Paşa ve İbrahim-i Gülşen�i (1844) adlı dramı gösterilmektedir.Şinasi�nin Şair Evlenmesi (1860) ilk güldürü olarak kabul edilmektedir. Ali Haydar (1836-1914) ilk trajedi , Direktör Ali Bey (1844-99) de karakter güldürü örnekleri vermiştir. Yazar, çevirmen, tiyatroya maddi ve manevi destek sağlayan devlet adamı olarak Ahmet Vefik Paşa(1823-91) �nın Tanzimat tiyatrosuna çok büyük katkısı olmuştur.Moliere�den yaptığı çeviri ve uyarlamaları çok önemlidir. Feraizcizade Mehmed Şakir (1853-1911) duru bir Türkçe ve başarılı bir teknikle yazdığı oyunlardan ötürü � Türk Moliere�i�olarak adlandırılmıştır.Bu dönem tiyatrolarında çoğunlukla toplumsal ve tarihsel konular işlenmiştir. Öbür türlere oranla Tanzimat döneminde tiyatro çok daha etkili olmuştur. Bu bakımdan bazı Tanzimat yazarları (Namık Kemal , Recaizade Mahmut Ekrem, Abdülhak Hamit) tiyatro oyunları da yazmıştır.
Etiketler:
tanzimat dönemi,
tiyatro,
Türk edebiyatı
TANZİMAT EDEBİYATI
Tanzimat Fermanı ile beraber edebiyatta da batıya yönelme başlar. Tanzimat dönemi edebiyatının kesin olmamakla birlikte başlangıç tarihi olarak 1860 gösterilebilir. Bu tarih, Tercüman-ı Ahval’in yayımlanmaya başlayış tarihidir.
Bu dönemde batı edebiyatlarından birçok yeni tür ve şekiller alınmış; önceleri çevirme, sonraları taklit ve telif etmek suretinde bu türlerde eserler verilmiştir.
Tanzimat Edebiyatının temsilcilerinin amacı batı örneğine göre bir edebiyat yaratmak ve batı hayatını tanıtmak olduğu için, sanatçıların hepsi edebiyat türlerinin romandan şiire kadar en az bir kaçı ile örnekler yazmışlardır. Bu dönemde telif eserler yanında çok sayıda tercüme ve adapte eser de Türk Edebiyatına dahil edilmiştir.
Bu dönemde yapılan yenilikler ve alınan türler şunlardır.
Gazete
Bir yayın organı olarak 1831’de çıkmaya başlayan Takvim-i Vakayi, resmî bir gazete idi. Daha sonra yarı resmî olarak 1840’ta İngiliz Churchill tarafından Ceride-i Havadis çıkarıldı.
İlk edebî ve özel gazete ise 1860 yılında Şinasî ve Âgâh Efendiler tarafından çıkarılan Tercüman-ı Ahvaldir.
Daha sonra Şinasî, 1862’de Tasvir-i Efkâr’ı çıkarmaya başlar. Bunların dışında Muhbir (1866), Hürriyet (1867), Basiret (1869), İbret (1871), Devir (1872), Bedir (1872) gazeteleri çıkar.
Hikâye ve Roman
Türk edebiyatı romanla ilk defa 1859’da karşılaşır. Yusuf Kâmil Paşa Fenolen’in Telemak (Telemaque) adlı romanını tercüme eder. İlk yerli roman Şemsettin Sami’nin Taşşuk-i Talât ve Fitnat (1872)’ıdır. İlk hikâye Ahmet Mithat Efendi’nin Letaif-i Rivayet’idir.
Tiyatro
İlk tiyatro Şinasi’nin Şair Evlenmesi adli, iki perdelik, komedi türündeki eseridir. Eserde görücü usulü ile yapilan evliliklere gönderme yapılır.
Şiir
Tanzimat döneminde en önemli yenilik şiirde görülür. Şekil olarak divan şiirine bağlı kalınmış, fakat konu bakımından hem eski terk edilmiş hem de oldukça yeni ve çeşitli konular işlenmiştir. Aruz ölçüsünün yanında az da olsa hece kullanılmıştır.
Gazel, kaside, terkib-i bent gibi şekiller kullanılarak hak. Adaler, kanun, medeniyet, eşitlik hürriyet kavramları işlenmiştir.
Tanzimat yazar ve şairleri hem yaşadıkları dönem hem de -daha önemlisi- edebiyata bakış açıları ve işledikleri konular bakımından iki gruba ayrılır:
a. Birinci Dönem (1860-1876 arası)
1860-1876 yilları arasında Tanzimat edebiyatının birinci dönem temsilcileri Şinasi, Ziya Paşa, Namık Kemal, Ahmet Mithat Efendi, Şemsettin Sami ve Ahmet Vefik Paşa’dir.
Bu dönemde sanat toplum içindir görüşü benimsenmiştir. Bu sebeple şiirde söyleyişe değil fikre önem verilmiştir.
Dilde sadeleşme fikri savunulmuş ama uygulanamamıştır. Hece vezni ve halk edebiyatı da savunulmuş ama sözde kalmıştır. Divan edebiyatına tümden karşı çıkılmış ve ağır bir dille eleştirilmiştir. Fransız edebiyatı örnek alınarak romantizmden etkilenilmiştir.
Roman, tiyatro, makale gibi batıdan alınan türler ilk defa bu dönemde kullanılmıştır.
Noktalama işaretleri de ilk defa bu dönemde kullanılmıştır. Kölelik ve cariyelik, romanlarda sıkça işlenmiştir. Romanlar teknik bakımdan oldukça zayıftır. Yer yer olayların akışı kesilerek okuyucuya bilgiler verilmiştir, uzun uzun tasvirler yapılmış, tesadüflere sıkça yer verilmiştir.
Edebiyatçılar edebiyatın yanında devlet işleriyle, siyasetle de bilfiil ilgilenmişlerdir.
Dönemin Edebiyatçıları
Şinasi (1826-1871):
Türk edebiyatında yeniliklerin öncüsüdür. 1860’ta Tercüman-ı Ahval’i (ilk özel gazete), 1862’de Tasvir-i Efkâr’ı çıkardı. İlk makaleyi (Tercüman-ı Ahval mukaddimesi), ilk piyesi (Şair Evlenmesi) o yazdı. Noktalama işaretlerini de ilk defa o kullandı. La Fontaine’den fabllar tercüme etti. Lamartin’den de manzum çevirileri vardır. İlk şiir çevirilerini de o yaptı. Nesirlerinde dili sade; şiirlerine ise ağırdır. Tanzimat Fermanı’nı ilân eden Mustafa Reşit Paşa için yazdığı iki kasidesi ünlüdür. Bu kasidelerdeki övgüleri divan şiirindekinden daha abartılıdır. O, başarılı bir şair ve yazar olmamasına rağmen batı edebiyatından alınan yeni türlerle edebiyatımızın batılılaşmasında en çok onun emeği vardır.
Eserleri:
Şair Evlenmesi (Piyes; edebiyatımızdaki ilk tiyatro eseri), Müntehabat-ı Eşar (Şiir), Divan-ı Şinasi (Şiir), Durub-ı Emsal-i Osmaniye (ilk ata sözleri kitabı), Tercüme-i Manzume (çeviri şiirler)
Ziya Paşa (1829-1880):
Doğu kültürüyle yetişmiş, sonradan batı edebiyatına yönelmiştir. Fikren yenilikçi olmasına rağmen eserlerinde eskiyi, divan şiiri geleneğini devam ettirmiş, gazel ve kasideler yazmıştır. En meşhur terkib-i bent ve terci-i bent şairimizdir.
Harabat adlı bir divan şiiri antolojisi vardır. Daha önce “Şiir ve İnşa”da divan şiirinin bizim şiirimiz olmadığını, asil şiirimizin halk şiiri olduğunu söyleyen şair, eski şiir geleneğini sürdürmüş, Harabat’ta âşık şiirini eleştirmiştir. Bunun yanında sade dilden yanadır, ama kendisi ağır bir dil kullanır. Bu onun içinde bulunduğu bir ikilemdir. Hem eskiyi eleştirmekte hem de geleneği devam ettirmektedir.
Eserleri: Harabat: Divan Şiiri antolojisi, Külliyat-i Ziya Paşa/Eş’ar-ı Ziya: Divan şiiri tarzındaki şiirleri (gazel, kaside ve şarkılar), Terkib-i Bent, Terci-i Bent: Bugün dahi dillerden düşmeyen beyitleri vardır. Zafername: Hiciv türünde bir kasidedir. Âlî Paşa’yı yermek için yazmıştır. Rüya: Mensur, Defter-i Âmal: Hatıraları.
Namık Kemal (1840-1888):
Tanzimat edebiyatının en hareketli ve heyecanlı ismidir. Vatan şairi olarak tanınır. Şiirlerinden çok nesirleri ile tanınır. Edebiyatta hürriyet kavramını ilk kullanan şairdir. Şiirlerinde “hürriyet, vatan, kanun, hak, adalet” kavramlarını işlemiştir. Hürriyet Kasidesi, Vatan Şarkısı ve Vatan Mersiyesi bu konuları içerir.
Namık Kemal de eski kültürle yetişmiş, divan şiiri eğitimi almış, gazeller, kasideler yazmıştır. Fakat o da sonradan divan edebiyatını eleştirmiştir. Ziya Paşa’nın Harabat’ına karşı Tahrib-i Harabat’ı yazarak eskiye olan tepkisini ortaya koymuştur. Şinasi’nin kurduğu Tasvir-i Efkâr’ı, Şinasi Paris’e kaçınca Namık Kemal çıkarmaya başladı. Daha sonra kendisi de Ziya Paşa ile Paris’e kaçarak orada Hürriyet gazetesini çıkardı. İstanbul’a döndükten sonra İbret gazetesini çıkardı. Eserlerinde romantizmin etkisi görülür. Tiyatroyu faydalı bir eğlence olarak görmüştür.
Eserleri:
İntibah: İlk edebî roman. Cezmi: İlk tarihî roman. Tahrib-i Harabat, Takip: İlk edebî eleştiri. Ziya Paşa’nın Harabat’ını eleştirmek için yazmıştır. Renan Müdafaanamesi: İlk eleştiri. Vatan Yahut Silistre: oyun Celâlettin Harzemşah: oyun. Gülnihal: oyun. Onun en başarılı tiyatro eseridir. Âkif Bey: oyun Zavallı Çocuk: oyun Kara Belâ: oyun, Osmanlı Tarihi, Kanije Muhasarası, İslâm Tarihi: tarih
Ahmet Mithat Efendi (1844-1912):
Edebiyat, tarih, coğrafya, ziraat, iktisat alanlarında eserler vermiştir. Edebiyat yapmak için değil, okuma zevki aşılamak ve halkı eğitmek gayesiyle yazmıştır.
En velût yazarımız odur. Yazı makinesi olarak bilinir. Asıl ilgi alanları, gazetecilik, romancılık ve hikâyeciliktir. Otuz altısı roman olmak üzere iki yüze yakın eseri vardır. Romanları tür bakımından çeşitlilik gösterir: macera, aşk, polisiye, tarih… Dili sadedir, çünkü eser vermekteki amacı halkı eğitmektir. Hatta romanlarında olayın akışını keserek okuyucuya bilgiler de vermiştir.
Eserleri:
Romanları: Hasan Mellâh, Hüseyin Fellâh, Felâtun Bey’le Rakım Efendi, Paris’te Bir Türk, Yeniçeriler…
Çıkardığı gazeteler: Bedir, Devir, Tercüman-ı Hakikat
Hikâyeleri: Letaif-i Rivayet
Şemsettin Sami (1850-1904):
Dil alanındaki eserleri ile tanınır. Kamus-ı Türkî adlı sözlüğü edebiyat ve dil alanında en önemli eserlerdendir. Kamus-ı Arabî ve Kamus-ı Fransevî: Diğer sözcükleri Kamusul-a’lâm: Ansiklopedik sözlük
Sefiller: Hugo’dan çeviri.
Robenson Cruose: çeviri roman
Ahmet Vefik Paşa (1823-1891):
Milliyetçilik ve Türkçülük akımının en önemli isimlerindendir. Tiyatro uyarlamaları ve çevirileri vardir. Bursa’da bir tiyatro yaptırmış, burada tercüme ettiği eserleri sahnelettirmiş, halkı tiyatroya gitme konusunda yönlendirmiştir.
Moliere’in hemen hemen bütün eserlerini çevirmiştir. Tarih ve dil alanında da eserleri vardır. Ebulgazi Bahadır Han’ın Şecere-i Türk’ünü Çağataycadan çevirmiştir.
Lehçe-i Osmanî: sözlük
Atalar Sözü: ata sözleri mecmuası
Hikmet-i Tarih ve Fezleke-i Tarih-i Osmanî adlı, tarihle ilgili eserleri de vardır.
b. İkinci Dönem (1876-1896 arası)
1876-1896 yılları arasında ikinci dönemin tanınmış temsilcileri Recaizade Mahmut Ekrem, Abdülhak Hamit Tarhan, Sami Paşazade Sezai ve Nabizade Nazım’dır. İkinci dönem edebiyatçıların sanat anlayışları birincilerden farklıdır. İkinci dönemde sanat sanat içindir anlayışıyla eserler verilmiştir. Bunun sebebi bu devirde idarenin daha baskıcı davranmasıdır.
Bu dönemde batı edebiyatı örnekleri daha başarılı bir şekilde ortaya konmuştur. Dönemin sanatçıları devlet işleriyle, siyasetle, toplum meseleleriyle değil sadece sanatla ilgilenmişlerdir. Birinci dönem sanatçılarının toplumsal sorunlarla ilgilenmelerine karşın bu dönem sanatçıları kişisel konu ve temaları işlemişlerdir. Bu yüzden dilleri daha ağırdır. Dönemin romanlarında realizmin, şiirinde ise romantizmin etkisi vardır.
Dönemin Edebiyatçıları
Recaizade Mahmut Ekrem (1847-1914):
Şiir, roman, hikâye, tiyatro, eleştiri, edebî bilgiler türlerinde eserler vermiştir. Şiirlerinde hüznü ve elemi işlemiştir. Ölümü hatırlatan tabiat manzaraları, hüzünlü duygular, romantik güzellikler, solgun güller, kitap yaprakları arasında kurutulmuş çiçekler, küçük kuşlar onun şiirlerinin konuları arasındadır. Oğlu Nejad’ın ölümü; işli, üzüntülü şiirler yazmasında etkili olmuştur. Edebiyatta yenileşmeden yanadır. Muallim Naci ile aralarında bu konularda tartışmalar olmuştur.
Eserleri
Nağme-i Seher: Şiir
Yadigâr-ı Şebab: Şiir
Pejmürde: Şiir
Zemzeme: Şiir. Önsüzünde edebiyat hakkındaki düşünceleri ve edebî eleştirileri vardır. (Bu esere Muallim Naci “Demdeme” ile karşilik vermiştir.)
Muhsin Bey: Hikâye
Şemsa: Hikâye
Araba Sevdasi: Roman. Realizmin etkisiyle yazilmiştir ve bati hayranligi yolunda düşülen garip durumlari eleştirir.
Çok Bilen Çik Yanilir: Komedi
Afife Anjelik: Tiyatro
Vuslat: Tiyatro
Atala: Tiyatro
Talim-i Edebiyat: Edebî bilgiler içerir.
Samipaşazade Sezai (1860-1936)
Batılı tarzda hikâyeleri ve bir romanı vardır.
Sergüzeşt adlı romanı realizme doğru atılmış bir adımdır.
Küçük Şeyler adli hikâye kitabi Fransız realistlerinin sanat anlayışlarına uygundur.
Rumuzul-edeb, bazı makale, hikâye ve sohbetlerini içerir.
Romantik özellikler taşıyan şiirler de yazmıştır.
Şiir isimli bir de piyesi vardır.
“İclâl”de, yeğeni İclâl’in ölümü üzerine yazdığı mersiye, bazı nesirleri ve
hatıraları vardır.
Abdülhak Hâmit Tarhan (1852-1937):
Edebiyatta batılılaşmanın asıl ihtilâlcisidir. Şair-i Azam olarak bilinir. Kurallara uymayan, batı şiirinde gördüğü her yeniliği Türk şiirine uygulayan, divan şiirini bitiren o olmuştur. Doğu ve batı şiirini işlendikleri yerlere giderek öğrenmiştir. Sanatında romantik etkiler vardır. Zengin bir lirizm bulunan şiirlerinde vezne, kafiyeye, söze, dile pek önem vermemiştir. Taşkınlık ve yücelik, söyleyişteki tezat onun şiirinin önemli özellikleridir. Şiirlerinde ve tiyatrolarında tarihî konular önemli bir yer tutar. Soyut kavramlar, hayat, tabiat, ölüm, insan, onun işlediği konulardır.
Şiirleri: Sahra, Belde, Makber, Ölü, Bunlar O’dur, Hacle, Bâlâdan Bir Ses, Garam…
Yirmiye yakın tiyatrosu vardır. Sahnelenmesi imkânsız tiyatro eserleri
yazmıştır. Bu eserlerde insanların yanında ölüler, ruhlar, hayaletler, periler de rol alır. Tiyatroda egzotik, tarihî, millî ve dinî konuları işlemiştir. Bazı oyunlarında Shakespeare’in tesiri görülür. Hepsi de dramdır ve bazıları mensur bazıları da manzumdur.
İlk tiyatro eseri Macera-yı Aşk’tır. Tarık, Finten, Eşber, Nesteren, Sardanapal, İlhan, Hakan, Liberte önemli tiyatro eserleridir.
Nabizade Nazım (1862-1893):
Romanlarıyla ve hikâyeleriyle realizmin ve natüralizmin temsilcisidir. Karabibik, edebiyatımızda Anadolu konulu ilk hikâyedir. Köy romanı olarak bilinir. Köy hayatı tam bir realizmle yansıtılmıştır. Zehra, ilk psikolojik roman örneğidir. Eserde tasvir ve tahliller geniş yer tutar.
Diğer hikâyeleri: Yadigârlarım, Bir Hatıra, Sevda, Haspa
Muallim Naci (1850-1893)
Eski şiirin savunucusu ve temsilcisidir. Eski-yeni konusunda Recaizade ile aralarında tartışmalar olmuştur. Naci göze hitap eden kafiyeyi savunurken, Recaizade kulağa hitap eden kafiyeyi savunmuştur. Tartışma konusu, “abes” ve “muktebes” kelimelerinin -eski yazıda- kafiyeli olup olmadıklarıdır. Batılı şiiri benimsememesine rağmen bu alanda başarılı şiirler yazmıştır.
Şiir kitapları: Ateşpare, Şerare, Füruzan, Sünbüle
Edebî eseri: Istılahat-ı Edebiye
Sözlüğü: Lûgat-ı Naci
Ara Nesil (1880-1896)
Tanzimat edebiyatının ikinci kısmı ile Servet-i Fünun arasında kalan dönem. Bu nesil Servet-i Fünun’un hazırlayıcısıdır. En çok Recaizade Mahmut Ekrem’in ve Muallim Naci’nin etkisinde kalmışlardır. Bu dönemde eski-yeni tartışmaları yaşandı (Ekrem-Naci). Natüralizm bu dönemde edebiyatımıza girdi ve tartışıldı (Natüralizmi Beşir Fuat savundu). Serbest müstezat ve sone kullanıldı. Cümlelerin bir tek dizede bitmesi anlayışı terk edildi. Yeni terkipler ve kelimeler bulundu. Kafiyesiz şiirler de yazıldı. Kulak için kafiye denendi.
Dönemin Sanatçıları
Abdülhalim Memduh, Ali Ferruh, Ali Kemal, Ali Nusret, Andelib Mehmet Faik Esad, Beşir Fuad, Fatma Aliye, Fazlı Necib, İsmail Safa, İsmet Bey, Mehmed Celâl, Menemenlizade Mehmed Tahir, Nabizade Nazım.
Bu dönemde elliye yakın çıkan mecmuadan birkaçı:
Bahçe, Şark, Hazine-i Evrak, Mecmua-i Âşâr-ı Edebiye, Mecmua-i Ebuzziya, Hafta, Âfak, Güneş, Berk, Gayret, Risale-i Hafi, Nokta, Servet-i Fünun (1928’den sonra Uyanış adıyla), Mekteb, Hazine-i Fünun Malûmat, Resimli Gazete…
Bu dönemde batı edebiyatlarından birçok yeni tür ve şekiller alınmış; önceleri çevirme, sonraları taklit ve telif etmek suretinde bu türlerde eserler verilmiştir.
Tanzimat Edebiyatının temsilcilerinin amacı batı örneğine göre bir edebiyat yaratmak ve batı hayatını tanıtmak olduğu için, sanatçıların hepsi edebiyat türlerinin romandan şiire kadar en az bir kaçı ile örnekler yazmışlardır. Bu dönemde telif eserler yanında çok sayıda tercüme ve adapte eser de Türk Edebiyatına dahil edilmiştir.
Bu dönemde yapılan yenilikler ve alınan türler şunlardır.
Gazete
Bir yayın organı olarak 1831’de çıkmaya başlayan Takvim-i Vakayi, resmî bir gazete idi. Daha sonra yarı resmî olarak 1840’ta İngiliz Churchill tarafından Ceride-i Havadis çıkarıldı.
İlk edebî ve özel gazete ise 1860 yılında Şinasî ve Âgâh Efendiler tarafından çıkarılan Tercüman-ı Ahvaldir.
Daha sonra Şinasî, 1862’de Tasvir-i Efkâr’ı çıkarmaya başlar. Bunların dışında Muhbir (1866), Hürriyet (1867), Basiret (1869), İbret (1871), Devir (1872), Bedir (1872) gazeteleri çıkar.
Hikâye ve Roman
Türk edebiyatı romanla ilk defa 1859’da karşılaşır. Yusuf Kâmil Paşa Fenolen’in Telemak (Telemaque) adlı romanını tercüme eder. İlk yerli roman Şemsettin Sami’nin Taşşuk-i Talât ve Fitnat (1872)’ıdır. İlk hikâye Ahmet Mithat Efendi’nin Letaif-i Rivayet’idir.
Tiyatro
İlk tiyatro Şinasi’nin Şair Evlenmesi adli, iki perdelik, komedi türündeki eseridir. Eserde görücü usulü ile yapilan evliliklere gönderme yapılır.
Şiir
Tanzimat döneminde en önemli yenilik şiirde görülür. Şekil olarak divan şiirine bağlı kalınmış, fakat konu bakımından hem eski terk edilmiş hem de oldukça yeni ve çeşitli konular işlenmiştir. Aruz ölçüsünün yanında az da olsa hece kullanılmıştır.
Gazel, kaside, terkib-i bent gibi şekiller kullanılarak hak. Adaler, kanun, medeniyet, eşitlik hürriyet kavramları işlenmiştir.
Tanzimat yazar ve şairleri hem yaşadıkları dönem hem de -daha önemlisi- edebiyata bakış açıları ve işledikleri konular bakımından iki gruba ayrılır:
a. Birinci Dönem (1860-1876 arası)
1860-1876 yilları arasında Tanzimat edebiyatının birinci dönem temsilcileri Şinasi, Ziya Paşa, Namık Kemal, Ahmet Mithat Efendi, Şemsettin Sami ve Ahmet Vefik Paşa’dir.
Bu dönemde sanat toplum içindir görüşü benimsenmiştir. Bu sebeple şiirde söyleyişe değil fikre önem verilmiştir.
Dilde sadeleşme fikri savunulmuş ama uygulanamamıştır. Hece vezni ve halk edebiyatı da savunulmuş ama sözde kalmıştır. Divan edebiyatına tümden karşı çıkılmış ve ağır bir dille eleştirilmiştir. Fransız edebiyatı örnek alınarak romantizmden etkilenilmiştir.
Roman, tiyatro, makale gibi batıdan alınan türler ilk defa bu dönemde kullanılmıştır.
Noktalama işaretleri de ilk defa bu dönemde kullanılmıştır. Kölelik ve cariyelik, romanlarda sıkça işlenmiştir. Romanlar teknik bakımdan oldukça zayıftır. Yer yer olayların akışı kesilerek okuyucuya bilgiler verilmiştir, uzun uzun tasvirler yapılmış, tesadüflere sıkça yer verilmiştir.
Edebiyatçılar edebiyatın yanında devlet işleriyle, siyasetle de bilfiil ilgilenmişlerdir.
Dönemin Edebiyatçıları
Şinasi (1826-1871):
Türk edebiyatında yeniliklerin öncüsüdür. 1860’ta Tercüman-ı Ahval’i (ilk özel gazete), 1862’de Tasvir-i Efkâr’ı çıkardı. İlk makaleyi (Tercüman-ı Ahval mukaddimesi), ilk piyesi (Şair Evlenmesi) o yazdı. Noktalama işaretlerini de ilk defa o kullandı. La Fontaine’den fabllar tercüme etti. Lamartin’den de manzum çevirileri vardır. İlk şiir çevirilerini de o yaptı. Nesirlerinde dili sade; şiirlerine ise ağırdır. Tanzimat Fermanı’nı ilân eden Mustafa Reşit Paşa için yazdığı iki kasidesi ünlüdür. Bu kasidelerdeki övgüleri divan şiirindekinden daha abartılıdır. O, başarılı bir şair ve yazar olmamasına rağmen batı edebiyatından alınan yeni türlerle edebiyatımızın batılılaşmasında en çok onun emeği vardır.
Eserleri:
Şair Evlenmesi (Piyes; edebiyatımızdaki ilk tiyatro eseri), Müntehabat-ı Eşar (Şiir), Divan-ı Şinasi (Şiir), Durub-ı Emsal-i Osmaniye (ilk ata sözleri kitabı), Tercüme-i Manzume (çeviri şiirler)
Ziya Paşa (1829-1880):
Doğu kültürüyle yetişmiş, sonradan batı edebiyatına yönelmiştir. Fikren yenilikçi olmasına rağmen eserlerinde eskiyi, divan şiiri geleneğini devam ettirmiş, gazel ve kasideler yazmıştır. En meşhur terkib-i bent ve terci-i bent şairimizdir.
Harabat adlı bir divan şiiri antolojisi vardır. Daha önce “Şiir ve İnşa”da divan şiirinin bizim şiirimiz olmadığını, asil şiirimizin halk şiiri olduğunu söyleyen şair, eski şiir geleneğini sürdürmüş, Harabat’ta âşık şiirini eleştirmiştir. Bunun yanında sade dilden yanadır, ama kendisi ağır bir dil kullanır. Bu onun içinde bulunduğu bir ikilemdir. Hem eskiyi eleştirmekte hem de geleneği devam ettirmektedir.
Eserleri: Harabat: Divan Şiiri antolojisi, Külliyat-i Ziya Paşa/Eş’ar-ı Ziya: Divan şiiri tarzındaki şiirleri (gazel, kaside ve şarkılar), Terkib-i Bent, Terci-i Bent: Bugün dahi dillerden düşmeyen beyitleri vardır. Zafername: Hiciv türünde bir kasidedir. Âlî Paşa’yı yermek için yazmıştır. Rüya: Mensur, Defter-i Âmal: Hatıraları.
Namık Kemal (1840-1888):
Tanzimat edebiyatının en hareketli ve heyecanlı ismidir. Vatan şairi olarak tanınır. Şiirlerinden çok nesirleri ile tanınır. Edebiyatta hürriyet kavramını ilk kullanan şairdir. Şiirlerinde “hürriyet, vatan, kanun, hak, adalet” kavramlarını işlemiştir. Hürriyet Kasidesi, Vatan Şarkısı ve Vatan Mersiyesi bu konuları içerir.
Namık Kemal de eski kültürle yetişmiş, divan şiiri eğitimi almış, gazeller, kasideler yazmıştır. Fakat o da sonradan divan edebiyatını eleştirmiştir. Ziya Paşa’nın Harabat’ına karşı Tahrib-i Harabat’ı yazarak eskiye olan tepkisini ortaya koymuştur. Şinasi’nin kurduğu Tasvir-i Efkâr’ı, Şinasi Paris’e kaçınca Namık Kemal çıkarmaya başladı. Daha sonra kendisi de Ziya Paşa ile Paris’e kaçarak orada Hürriyet gazetesini çıkardı. İstanbul’a döndükten sonra İbret gazetesini çıkardı. Eserlerinde romantizmin etkisi görülür. Tiyatroyu faydalı bir eğlence olarak görmüştür.
Eserleri:
İntibah: İlk edebî roman. Cezmi: İlk tarihî roman. Tahrib-i Harabat, Takip: İlk edebî eleştiri. Ziya Paşa’nın Harabat’ını eleştirmek için yazmıştır. Renan Müdafaanamesi: İlk eleştiri. Vatan Yahut Silistre: oyun Celâlettin Harzemşah: oyun. Gülnihal: oyun. Onun en başarılı tiyatro eseridir. Âkif Bey: oyun Zavallı Çocuk: oyun Kara Belâ: oyun, Osmanlı Tarihi, Kanije Muhasarası, İslâm Tarihi: tarih
Ahmet Mithat Efendi (1844-1912):
Edebiyat, tarih, coğrafya, ziraat, iktisat alanlarında eserler vermiştir. Edebiyat yapmak için değil, okuma zevki aşılamak ve halkı eğitmek gayesiyle yazmıştır.
En velût yazarımız odur. Yazı makinesi olarak bilinir. Asıl ilgi alanları, gazetecilik, romancılık ve hikâyeciliktir. Otuz altısı roman olmak üzere iki yüze yakın eseri vardır. Romanları tür bakımından çeşitlilik gösterir: macera, aşk, polisiye, tarih… Dili sadedir, çünkü eser vermekteki amacı halkı eğitmektir. Hatta romanlarında olayın akışını keserek okuyucuya bilgiler de vermiştir.
Eserleri:
Romanları: Hasan Mellâh, Hüseyin Fellâh, Felâtun Bey’le Rakım Efendi, Paris’te Bir Türk, Yeniçeriler…
Çıkardığı gazeteler: Bedir, Devir, Tercüman-ı Hakikat
Hikâyeleri: Letaif-i Rivayet
Şemsettin Sami (1850-1904):
Dil alanındaki eserleri ile tanınır. Kamus-ı Türkî adlı sözlüğü edebiyat ve dil alanında en önemli eserlerdendir. Kamus-ı Arabî ve Kamus-ı Fransevî: Diğer sözcükleri Kamusul-a’lâm: Ansiklopedik sözlük
Sefiller: Hugo’dan çeviri.
Robenson Cruose: çeviri roman
Ahmet Vefik Paşa (1823-1891):
Milliyetçilik ve Türkçülük akımının en önemli isimlerindendir. Tiyatro uyarlamaları ve çevirileri vardir. Bursa’da bir tiyatro yaptırmış, burada tercüme ettiği eserleri sahnelettirmiş, halkı tiyatroya gitme konusunda yönlendirmiştir.
Moliere’in hemen hemen bütün eserlerini çevirmiştir. Tarih ve dil alanında da eserleri vardır. Ebulgazi Bahadır Han’ın Şecere-i Türk’ünü Çağataycadan çevirmiştir.
Lehçe-i Osmanî: sözlük
Atalar Sözü: ata sözleri mecmuası
Hikmet-i Tarih ve Fezleke-i Tarih-i Osmanî adlı, tarihle ilgili eserleri de vardır.
b. İkinci Dönem (1876-1896 arası)
1876-1896 yılları arasında ikinci dönemin tanınmış temsilcileri Recaizade Mahmut Ekrem, Abdülhak Hamit Tarhan, Sami Paşazade Sezai ve Nabizade Nazım’dır. İkinci dönem edebiyatçıların sanat anlayışları birincilerden farklıdır. İkinci dönemde sanat sanat içindir anlayışıyla eserler verilmiştir. Bunun sebebi bu devirde idarenin daha baskıcı davranmasıdır.
Bu dönemde batı edebiyatı örnekleri daha başarılı bir şekilde ortaya konmuştur. Dönemin sanatçıları devlet işleriyle, siyasetle, toplum meseleleriyle değil sadece sanatla ilgilenmişlerdir. Birinci dönem sanatçılarının toplumsal sorunlarla ilgilenmelerine karşın bu dönem sanatçıları kişisel konu ve temaları işlemişlerdir. Bu yüzden dilleri daha ağırdır. Dönemin romanlarında realizmin, şiirinde ise romantizmin etkisi vardır.
Dönemin Edebiyatçıları
Recaizade Mahmut Ekrem (1847-1914):
Şiir, roman, hikâye, tiyatro, eleştiri, edebî bilgiler türlerinde eserler vermiştir. Şiirlerinde hüznü ve elemi işlemiştir. Ölümü hatırlatan tabiat manzaraları, hüzünlü duygular, romantik güzellikler, solgun güller, kitap yaprakları arasında kurutulmuş çiçekler, küçük kuşlar onun şiirlerinin konuları arasındadır. Oğlu Nejad’ın ölümü; işli, üzüntülü şiirler yazmasında etkili olmuştur. Edebiyatta yenileşmeden yanadır. Muallim Naci ile aralarında bu konularda tartışmalar olmuştur.
Eserleri
Nağme-i Seher: Şiir
Yadigâr-ı Şebab: Şiir
Pejmürde: Şiir
Zemzeme: Şiir. Önsüzünde edebiyat hakkındaki düşünceleri ve edebî eleştirileri vardır. (Bu esere Muallim Naci “Demdeme” ile karşilik vermiştir.)
Muhsin Bey: Hikâye
Şemsa: Hikâye
Araba Sevdasi: Roman. Realizmin etkisiyle yazilmiştir ve bati hayranligi yolunda düşülen garip durumlari eleştirir.
Çok Bilen Çik Yanilir: Komedi
Afife Anjelik: Tiyatro
Vuslat: Tiyatro
Atala: Tiyatro
Talim-i Edebiyat: Edebî bilgiler içerir.
Samipaşazade Sezai (1860-1936)
Batılı tarzda hikâyeleri ve bir romanı vardır.
Sergüzeşt adlı romanı realizme doğru atılmış bir adımdır.
Küçük Şeyler adli hikâye kitabi Fransız realistlerinin sanat anlayışlarına uygundur.
Rumuzul-edeb, bazı makale, hikâye ve sohbetlerini içerir.
Romantik özellikler taşıyan şiirler de yazmıştır.
Şiir isimli bir de piyesi vardır.
“İclâl”de, yeğeni İclâl’in ölümü üzerine yazdığı mersiye, bazı nesirleri ve
hatıraları vardır.
Abdülhak Hâmit Tarhan (1852-1937):
Edebiyatta batılılaşmanın asıl ihtilâlcisidir. Şair-i Azam olarak bilinir. Kurallara uymayan, batı şiirinde gördüğü her yeniliği Türk şiirine uygulayan, divan şiirini bitiren o olmuştur. Doğu ve batı şiirini işlendikleri yerlere giderek öğrenmiştir. Sanatında romantik etkiler vardır. Zengin bir lirizm bulunan şiirlerinde vezne, kafiyeye, söze, dile pek önem vermemiştir. Taşkınlık ve yücelik, söyleyişteki tezat onun şiirinin önemli özellikleridir. Şiirlerinde ve tiyatrolarında tarihî konular önemli bir yer tutar. Soyut kavramlar, hayat, tabiat, ölüm, insan, onun işlediği konulardır.
Şiirleri: Sahra, Belde, Makber, Ölü, Bunlar O’dur, Hacle, Bâlâdan Bir Ses, Garam…
Yirmiye yakın tiyatrosu vardır. Sahnelenmesi imkânsız tiyatro eserleri
yazmıştır. Bu eserlerde insanların yanında ölüler, ruhlar, hayaletler, periler de rol alır. Tiyatroda egzotik, tarihî, millî ve dinî konuları işlemiştir. Bazı oyunlarında Shakespeare’in tesiri görülür. Hepsi de dramdır ve bazıları mensur bazıları da manzumdur.
İlk tiyatro eseri Macera-yı Aşk’tır. Tarık, Finten, Eşber, Nesteren, Sardanapal, İlhan, Hakan, Liberte önemli tiyatro eserleridir.
Nabizade Nazım (1862-1893):
Romanlarıyla ve hikâyeleriyle realizmin ve natüralizmin temsilcisidir. Karabibik, edebiyatımızda Anadolu konulu ilk hikâyedir. Köy romanı olarak bilinir. Köy hayatı tam bir realizmle yansıtılmıştır. Zehra, ilk psikolojik roman örneğidir. Eserde tasvir ve tahliller geniş yer tutar.
Diğer hikâyeleri: Yadigârlarım, Bir Hatıra, Sevda, Haspa
Muallim Naci (1850-1893)
Eski şiirin savunucusu ve temsilcisidir. Eski-yeni konusunda Recaizade ile aralarında tartışmalar olmuştur. Naci göze hitap eden kafiyeyi savunurken, Recaizade kulağa hitap eden kafiyeyi savunmuştur. Tartışma konusu, “abes” ve “muktebes” kelimelerinin -eski yazıda- kafiyeli olup olmadıklarıdır. Batılı şiiri benimsememesine rağmen bu alanda başarılı şiirler yazmıştır.
Şiir kitapları: Ateşpare, Şerare, Füruzan, Sünbüle
Edebî eseri: Istılahat-ı Edebiye
Sözlüğü: Lûgat-ı Naci
Ara Nesil (1880-1896)
Tanzimat edebiyatının ikinci kısmı ile Servet-i Fünun arasında kalan dönem. Bu nesil Servet-i Fünun’un hazırlayıcısıdır. En çok Recaizade Mahmut Ekrem’in ve Muallim Naci’nin etkisinde kalmışlardır. Bu dönemde eski-yeni tartışmaları yaşandı (Ekrem-Naci). Natüralizm bu dönemde edebiyatımıza girdi ve tartışıldı (Natüralizmi Beşir Fuat savundu). Serbest müstezat ve sone kullanıldı. Cümlelerin bir tek dizede bitmesi anlayışı terk edildi. Yeni terkipler ve kelimeler bulundu. Kafiyesiz şiirler de yazıldı. Kulak için kafiye denendi.
Dönemin Sanatçıları
Abdülhalim Memduh, Ali Ferruh, Ali Kemal, Ali Nusret, Andelib Mehmet Faik Esad, Beşir Fuad, Fatma Aliye, Fazlı Necib, İsmail Safa, İsmet Bey, Mehmed Celâl, Menemenlizade Mehmed Tahir, Nabizade Nazım.
Bu dönemde elliye yakın çıkan mecmuadan birkaçı:
Bahçe, Şark, Hazine-i Evrak, Mecmua-i Âşâr-ı Edebiye, Mecmua-i Ebuzziya, Hafta, Âfak, Güneş, Berk, Gayret, Risale-i Hafi, Nokta, Servet-i Fünun (1928’den sonra Uyanış adıyla), Mekteb, Hazine-i Fünun Malûmat, Resimli Gazete…
Etiketler:
tanzimat edebiyatı,
Türk edebiyatı,
Türk edebiyatı dönemleri
TÜRK EDEBİYATI TARİHİ
Türk edebiyatı tarihi, Türklerin kültür değişimlerine göre üç ana grupta incelenir:
• İslamiyetten Önceki Türk Edebiyatı
• İslam Etkisindeki Türk Edebiyatı
• Batı Etkisindeki Türk Edebiyatı
Elbette bu üç grubu kesin hatlarla birbirinden ayırmak mümkün değildir. Çünkü İslam etkisine girince eski edebiyat tamamen yok olmadığı gibi Batı etkisine girince de İslami edebiyat bitmemiştir. Ancak genel tercihin değişmesi, bu ayrımı ortaya koyar.
Bu ana grubun içinde de değişik anlayışların oluşturduğu ayrılmalar görülür. Bunları bir şema halinde gösterelim.
Şimdi bu dönemleri ayrıntılarıyla görelim;
İSLAMİYETTEN ÖNCEKİ TÜRK EDEBİYATI
Tarihin karanlık devirlerinden, İslamiyetin kabul edildiği 8. - 10. yüzyıla kadar sürer . Bu edebiyatı kendi içinde iki gruba ayırabiliriz.
1. Sözlü Edebiyat
Henüz yazı yokken , Türk toplumlarında ozan denen saz şairleri bulunurdu. Bunlar, dini törenlerde ve bütün sosyal etkinliklerde şiir söyler, destan okurlardı. Böylece dilden dile dolaşan bir şiir geleneği oluşmuş, tarih boyunca tüm kültür değişmelerine rağmen yok olmayan bu gelenek günümüze kadar sürmüştür.
Bu edebiyatın genel özelliklerini şu şekilde maddeleştirebiliriz:
• Asıl ürününü doğal destanlar dediğimiz tür oluşturur.
• Sığır (av törenleri), şölen (dini ayinler), yuğ (ölen kişinin ardından yapılan törenler) adı verilen toplantılardan doğmuştur.
• Ozan, baksı, kam denen kişilerce, saz eşliğinde söylenir.
• Şiirlerde hece ölçüsü kullanılmış, bunların yedili sekizli ve on ikili olanları tercih edilmiştir.
• Dörtlük nazım birimi kullanılmıştır.
• Daha çok yarım kafiye ve redif kullanılmıştır. Bazı şiirlerde kafiye, dize başlarında görülmekle birlikte, sonlarda kullanılması daha yaygındır.
• Nazım şekli olarak, sav, sagu ve koşuklar görülür. Sav, atasözü özelliği gösteren şiirlerdir. Şiir şeklinde olmayan savlar da vardır. Sagu ölen kişinin ardından söylenen ağıtlardır. Koşuk; aşk, hasret, doğa güzelliği hakkındaki şiirlerdir.
• Dil yabancı tesirlerden uzak, saf bir Türkçedir.
Sözlü edebiyatın en önemli kaynağı destanlardır. Dünya edebiyatları içinde destanlar yönüyle en zengin edebiyat Türk edebiyatıdır. Diğer milletlerin bir veya iki destanı varken Türklerin bunlardan kat kat fazla destanı vardır.
Destan, milletin hayatını derinden etkileyen büyük savaşlar, göçler, istilalar sonucunda oluşur. Eğer tarihin karanlık devirlerinde, halk arasında oluşmuş ve sonradan bir şair ya da yazar tarafından yazıya geçirilmişse doğal destan adını alır. Millet hayatında önemi olan bir olayı bir şair ya da yazar kendisi destanlaştırmışsa buna da yapma destan denir.
Elbette bir milletin tarih zenginliğini doğal destanlar ortaya koyar. Bu yönüyle Türk destanları bir hayli önemlidir.
Türk destanları iki gruba ayrılır: İslamiyetten önceki destanlar ve İslamiyetten sonraki destanlar.
İslamiyetten Önceki Destanlar
Alp Er Tunga Destanı
M.Ö. VII. asırda Türk - İran savaşlarında ün kazanmış, İran ordularını defalarca mağlup etmiş bir Türk hükümdarını anlatır. Daha sonra İranlılar tarafından hile ile öldürülmüştür. Onun İran destanındaki adı Afrasyab’dır. Alp Er Tunga’nın ölümünde söylenmiş bir sagu Divan-ı Lügat’it Türk’te bulunmuştur. Ancak bununla ilgili asıl bilgi Şehname adlı İran destanında vardır.
Şu Destanı
Şu adındaki bir hükümdarın Büyük İskender’in Türk illerine yürüyüşü sırasında onunla yaptığı savaşları anlatır. Sonunda Şu, İskender’le anlaşır ve Balasagun yöresine yerleşir. Bazı Türk boylarının adlarının nereden geldiğinin izahı yönüyle önemlidir. Eski Saka devletinde hükümdarlara Şu adı verilmesi dolayısıyla, bu destan Saka destanı olarak da bilinir.
Hun - Oğuz Destanları
Eski Türk devletlerinden tarihini en iyi bildiğimiz büyük devlet Hunlardır. İki destanları vardır. Doğu Hunları temsil eden Oğuz Kağan ve Batı Hunları temsil eden Attila destanlarıdır.
Oğuz Kağan Destanı
Oğuz Kağan adlı bir hükümdarın savaşlarının anlatıldığı en önemli Türk destanlarındandır. M.Ö. II. asırda doğmuştur. Birçok değişikliğe uğramış, birçok katkılarla değişmiştir. Destanda Türklerin bazı boylarının isimlerinin nereden geldiği anlatılır. Oğuz Kağan’ın halkına değişik hedefler göstermesi de dikkate değer bir husustur.
Attila Destanı
Batı Hun Hükümdarı Attila’nın fetihleri etrafında oluşmuştur. M.S. V. asırda Avrupa’ya korkulu yıllar yaşatan Attila, Rusya’dan Fransa’ya kadar bütün Avrupa’yı almış, Roma’ya kadar uzanmıştır. Evlendiği gece çok içtiğinden burun kanamasıyla ölmüştür. Destanda onun ölümüyle ilgili söylenen ağıtta bir ölüm feryadı değil, kahramanlıklar anlatılmıştır.
Gök - Türk Destanları
Tarihte kurdukları devlete Türk adını veren ilk Türkler; Gök-Türkler’dir. M.S. V. asırdan VIII. asra kadar Ortaasya’yı ellerinde tutmuşlardır. Gök-Türklerin devlet kurmadan önceki yaşayış ve inançlarını anlatan iki destanları vardır: Bozkurt Destanı ve Ergenekon Destanı.
Bozkurt Destanı
Destanın esası yok olma felaketine uğrayan Gök-Türk soyunun yeniden dirilip çoğalmasında bir Bozkurt’un Anne Kurt olarak etkili olmasıdır.
Ergenekon Destanı
Düşmanları tarafından yenilen Türkler, yok olma aşamasına gelmişti. Düşmanın elinden kaçabilen iki aile, yolu izi olmayan Ergenekon’a gelmiş orada dört yüz yıl büyüyüp çoğalmış ve demir dağı eritip Ergenekon’dan çıkmışlar; atalarının düşmanlarını yenip Gök-Türk devletini kurmuşlardır. Destanın en önemli özelliği tarihle benzerlik göstermesidir. Türklerin demiri işleyen ilk kavim olduğunu anlatması da önemlidir.
Dokuz Oğuz - On Uygur Destanları
Dokuz Oğuz boyuyla On Uygur boyu birleşip tek bir boy haline gelmişlerdir. İki destanları vardır: Türeyiş Destanı ve Göç Destanı.
Türeyiş Destanı
Destana göre eski Hun hükümdarının iki kızı vardı. Hükümdar, kızlarının tanrılarla evlenmelerini istiyordu.
Bu yüzden onları insanlardan uzak bir yere bıraktı.
Tanrı nihayet Bozkurt şeklinde geldi ve kızlarla evlendi. Bu evlenmeden bozkurt ruhu taşıyan Dokuz Oğuz - On Uygur çocukları doğdu.
Göç Destanı
Uygurların hükümdarının Çinlilerle savaşmamak için Çin prensesiyle evlenmek istemesi ve Çinlilerin bu prenses karşılığında Türklerce kutsal sayılan bir taşı almalarını anlatır. Taş gidince Uygur ülkesine felaket çöker. Uygur halkı Beş Balıg denilen yere yerleşir. Destanın en önemli özelliği değersiz bir kaya parçasının bile hiçbir şey uğruna düşmana verilmeyeceği inancını anlatmasıdır.
İslamiyetten sonraki destanları Halk edebiyatında anlatacağız.
Türklerden başka milletlerin de tarihi destanları vardır: Bunlar doğal destanlardır.Bunları şu şekilde sıralayabiliriz.
Almanların: Nibelungen
Finlilerin: Kalavela
Fransızların: Chanson de Roland
İngilizlerin Robin Hood
Yunanlıların İlyada ve Odysse
Rusların İgor
Hintlilerin Mahabarata ve Ramayana
İranlıların Şehname
Japonların Şinto
2. Yazılı Edebiyat
Türklerin yazılı eserler ortaya koymasıyla başlar. Yazılı Türk edebiyatının, bugün elimizde sağlam vesikaları bulunan başlangıcı M.S. VIII. asra aittir. Bu vesikalar ilk ulusal alfabemiz olan Gök-Türk yazısıyla yazılmış Gök-Türk yazıtlarıdır. Yazıtlardaki alfabenin işlenmişliğine bakılırsa bu yazı dilinin çok eski çağlarda da kullanılmış olması muhtemeldir. Nitekim V. asırda yazıldığı söylenen ve Kırgızlara ait olduğu bilinen Yenisey Yazıtlarında da aynı alfabenin kullanıldığı görülmektedir.
Gök-Türk Yazıtları (Orhun Abideleri)
Türk edebiyatının ilk yazılı örnekleri, taşlar üzerine yazılarak bırakılmış eserlerdir. Bunlar üç taş halindedir. Bunlardan birincisi 720 yılında Tonyukuk tarafından diktirilen ve yine Tonyukuk tarafından yazdırılan taştır. Diğer iki kitabeden birisi 732 yılında Kültigin adına, diğeri 735 yılında Bilge Kağan adına dikilmiştir.
Yazıtlarda kullanılan dil, yabancı tesirlerden uzak, sade bir dildir. Yer yer realist bir tarih dili, yer yer milli ve sosyal eleştiri cümleleri, yer yer kudretli bir hitabet dili ile yazılmıştır.
Yazıtlarda Türk milletinin benliğini unutmaması gerektiği, düşmanın tatlı sözlerine, hediyelerine aldanmayıp vatanın birlik ve beraberliği için çalışılması gerektiği anlatılmıştır. Yazıtlar aynı zamanda Türk boylarının isimlerini içeren yazılı bir belgedir.
Yazıtlardan XIII. yüzyılda Cüveyni, “Tarih-i Cihangüşa" adlı eserinde söz etmiş ancak bu pek ilgi görmemiştir. Yazıtları Avrupa ilmine ilk kez Strahlenberg isimli bir İsveç subayı tanıtmıştır. Yazılar ise 1893'te Danimarkalı Prof. Thomsen tarafından çözülmüştür. 1922'de tamamı okunarak yayınlanmıştır.
Türklerin İslamiyetten önce kullandıkları bir diğer alfabe de Uygur alfabesidir. Bu, Uygurların oluşturduğu bir alfabe olmayıp Mani dinine mensup Soğdak yazısıdır. Uygurlar Mani dinini kabul edince o dinin alfabesini de kabullenmişlerdir. Bu alfabeyle yazılan Altun Yaruk ve Sekiz Yükmek adlı eserler Budizm’i anlatan dini metinlerdir.
İslam Etkisindeki Türk Edebiyatı
İslamiyetin Kabulü, Türklerde büyük değişiklikler yaptı. Yaşayışları, kültürleri yeni dinle şekillendi ve dolayısıyla bu, sanatlarında da oldukça geniş bir değişiklik yaptı. Bu sırada İslamı yerinde öğrenmek için birçok Türk aydını Arap ve Fars diyarlarına gitti. Burada Arapça ve Farsçayı çok iyi öğrenen aydınları, bu dillerin son derece gelişmiş ince edebiyatları büyük ölçüde etkiledi. Bu edebiyatı Türkçe’ye uygulamak istediler ve böylece yeni bir edebiyatın başlamasını sağladılar. Sonuçta Batıyla tanışana kadar sürecek yaklaşık on asırlık bir edebiyat başlamış oldu.
İlk Sanatçılar ve İlk Eserler
İslamiyetle VIII. yüzyılda tanışmasına rağmen Türklerin elimizde bulunan ilk İslami eserleri XI. yüzyılda yazılmıştır. Ancak bunlara ilk İslami eser demek de zordur. Çünkü eserlerdeki üslup, onlardan önce bu tarz eserlerin olduğu izlenimi vermektedir. Ancak bunlar tarih içinde kaybolmuştur. Belki tarihi araştırmalar ileride daha eski örnekleri ortaya çıkarır.
Şimdi elimizde bulunan ilk İslami eserleri inceleyelim.
Kutadgu Bilig
Yusuf Has Hacib tarafından yazılan bu eser elimizdeki en eski İslami eserdir.
Kutluluk bilgisi, saadet bilgisi, devlet olma bilgisi anlamındadır. Kitap gerek fert olarak gerekse toplum halinde yaşayan insanların, iyi bir siyasetle idare edilip, dünyada ve ahirette mesut olabilmeleri için tutulacak yolları gösterir. Bu yönüyle bu kitaba bir “siyasetname” denebilir. Eser mesnevi nazım biçimiyle yazılmış olup 6645 beyittir. Aruz ölçüsüyle yazılan beyitler dışında, Türk şiirine has dörtlükler, cinaslar da görülür.
Hakaniye lehçesiyle yazılmış olan eserde kelimelerin çoğu Türkçe olmasına rağmen özellikle dini terimlerin Arapça olduğu görülür. Az da olsa Farsça sözcüklere rastlamak da mümkündür. Eserde dört şahıs konuşturulur. Aslında bunlar sembolik şahıslardır. Bunlardan Güntoğdu adlı hükümdar, adaleti; Aytoldı adlı vezir, saadeti; Öğdülmüş adlı vezirin oğlu aklı; Odgurmuş adlı bir dindar da kanaat etmeyi temsil eder.
Eser 1070 yılında Tabgaç Buğra Han’a sunulmuştur.
Divan-ı Lügat’it Türk
Kaşgarlı Mahmut tarafından yazılan bu eser Türkçenin ilk sözlüğü ve dilbilgisi kitabıdır. Ancak hazırlanışı ve içindekiler bakımından devrinin dili, tarihi, coğrafyası ve sosyolojisi hakkında değerli bilgilerle zengin bir milli kültür hazinesidir.
Eser, Türk dilini Araplara öğretmek amacıyla yazılmış, bu nedenle Arap diliyle kaleme alınmıştır. Arapça olmakla beraber içinde o devir için çok sayıda Türkçe kelime ile Türk Halk edebiyatından ve halk dilinden alınmış çok sayıda şiir örnekleri, Türkçe deyimler ve atasözleri vardır. Türkçe kelimelerin sayısı 7500'den fazladır.
Divan-ı Lügat’it Türk’teki Türkçe örnekler, Gök-Türk yazıtlarından bu yana bize kadar ulaşan en eski Türk edebiyatı hatıralarıdır. Bunlar arasında koşuklar, sagular, destan parçaları vardır.
Atabet’ül Hakayık
Edip Ahmet Yükneki tarafından yazılan bu eser Kutadgu Bilig’den yarım asır sonra gelir. Kitabın adı “Hakikatlar eşiği” anlamına gelir. Eser Sipehsalar Mehmet Bey adlı birine sunulmuştur.
Bütünü, gazel şeklinde söylenmiş 46 beyit ve 101 dörtlükten oluşur. Aruz ölçüsüyle ve Kutadgu Bilig’in kalıbıyla yazılmıştır.
Eserin konusu tamamen dini ve ahlakidir. Yazar, bu eserle didaktik bir vaaz ve nasihat kitabı yazmak istemiştir. Eserde dindarlığın faziletlerinden, ilmin mutluluğa götüren yol olduğundan söz edilir.
XI. asırda yazılan bu üç eserle, Türk edebiyatına yeni bir kapı açılmıştır. Artık Türk aydınının önünde Arap ve Fars edebiyatları gibi iki klasik edebiyat vardı.
• • •
Ancak aydınların bu tercihinin, halkın tümüne yayıldığını söylemek zordur. Halk arasında ozan denilen saz şairleri etkisini hiç kaybetmemiş, özellikle göçebe boylar arasında aynı işlevini sürdürmüştür. Ancak müslüman olan ozanların şiirlerini, destan ve koşuklarını İslami motifle süslememeleri beklenemezdi. Bunun açık tesirini İslamiyetten sonra oluşan Türk destanlarında görüyoruz. Bunlardan önemlileri şunlardır.
Satuk Buğra Han Destanı
Müslüman olan ilk Türk devletini kuran Satuk Buğra Han’ı anlatan destan, birtakım olayları ve coğrafi mekanları doğru vermesine rağmen tarih kabul edilemeyecek kadar destansı ve hayali motiflerle süslüdür. 9. ve 10. asırda oluşmuştur. Eski Türk destanlarındaki motifler İslami anlayışla değiştirilmiş ve müslümanlarla kafirlerin savaşı haline dönüşmüştür.
Manas Destanı
Kırgız Türkleri arasında 11. ve 12. asırlarda oluşmaya başlamış, kısa zamanda büyük bir Türk destanı halini almıştır. Destanda Manas adlı bir kahramanın kafirlerle savaşları anlatılır. Elbette halk kültüründe oluştuğundan eski destanlardan motifler de alınmıştır. Destan Kırgız Türkçesiyle yazılmıştır.
Cengiz Destanı
Ortaasya’da 13. asırda oluşan ve Moğol hükümdarı Cengiz’in hayatını ve savaşlarını anlatan destandır.
• • •
Tasavvuf Edebiyatı
İslamiyetin kabulünden sonra Ortaasya’da görülen bir diğer edebiyat da Tasavvuf edebiyatıdır.
Tasavvuf, İslamiyeti yaymak için kurulan tekke ve tarikatların oluşturduğu bir akımdır. Tek amacı Allah’ı tanıtmak, sevdirmek, hissettirmektir. Bu amaçla ilk tarikat Ortaasya’da 12.yüzyılda görülür. Bu tarikatı kuran ve hemen yaşadığı asırdan başlayarak binlerce Türk insanı üzerinde asırlar boyu, derin tesir bırakan ilk büyük mutasavvıf Hoca Ahmet Yesevi’dir.
Hoca Ahmet Yesevi
Yesevi çok sevilen tarikatıyla, Ortaasya Türkleri arasında İslamın yerleşip genişlemesini sağlamıştır. İslamla ilgili sözlerini Divan-ı Hikmet adını verdiği kitapta toplamıştır.
Bu eserdeki şiirler dil, ölçü, şekil gibi dış unsurları bakımından halk şiirine yakındır. Sade bir Türkçeyle 7'li ve 12'li hece kalıplarıyla söylenen bu şiirler dörtlükler halindedir. Ancak çok az da olsa aruzla söylenen dörtlükler de vardır.
Divan-ı Hikmet bu dönemde ele geçen diğer eserler gibi Hakaniye Lehçesiyle yazılmıştır. Eserde Allah aşkına, peygamber sevgisine, ibadete, cennet ve cehenneme, Allah’tan başkasına duyulan sevginin gönülden çıkarılmasına dair birçok manzume sıralanmıştır.
Yesevi’nin tarikatında eğitilmiş birçok mürit göç eden boylarla beraber Anadolu’ya gelmiş, tarikatın öğretilerini burada yayarak yeni tarikatlerin kurulmasına katkıda bulunmuştur.
• • •
1071 Malazgirt Zaferi’nden sonra Türklere Anadolu’nun kapıları tamamen açılmış ve Türk boyları akın akın Anadolu’ya göç etmiştir. Özellikle 12. yüzyılda yoğun bir göç dalgası Anadolu’nun tümüne yayılmış, müslüman Türk nüfusu bir hayli artmıştır. Elbette bu nüfusla beraber büyük bir kültür ve medeniyet de gelmiş, Orta Asya Türk kültürü yeni bir koldan gelişmeye başlamıştır. Yaklaşık iki yüz yıl Anadolu’ya yerleşmeye çalışan Türkler bundan sonra yeni eserler vermeye başlamış ve böylece “Anadolu Türk Edebiyatı” başlamıştır.
Etiketler:
Türk edebiyatı,
türk edebiyatı tarihi
ZİNDANDAN MEHMED'E MEKTUP
Zindandan Mehmet'e Mektup
"Zindan iki hece Mehmetim lafta !
Baba katiliyle baban bir safta! "
Zindan iki hece Mehmetim lafta !
Baba katiliyle baban bir safta!
Bir de geri adam boynunda yafta...
Halimi düşünüp yanma Mehmed' im!
Kavuşmak mı?... Belki... Daha ölmedim!
Avlu... Bir uzun yol... Tuğla döşeli,
Kırmızı tuğlalar altı köşeli.
Bu yolda tutuktur hapse düşeli...
Git ve gel... Yüz adım... Bin yıllık konak.
Ne ayak dayanır buna, ne tırnak
Bir alem ki, gökler boru içinde!
Akıl almazların zoru içinde.
Üst üste sorular soru içinde:
Düşün mü, unut mu, sus mu, konuş mu?
Buradan insan mı çıkar, tabut mu?
Bir idamlık Ali vardı, asıldı
Kaydını düştüler, mühür basıldı.
Geçti gitti, bir kaç günlük fasıldı.
Ondan kalan, boynu bükük ve sefil;
Bahçeye diktiği üç beş karanfil...
Müdür bey dert dinler bu gün 'maruzat'!
Çatık kaş... Hükümet dedikleri zat...
Beni Allah tutmuş kim ede azat?
Anlamaz; yazısız, pulsuz dilekçem...
Anlamaz ruhuma geçti bilekçem!
Saat beş dedi mi, bir yırtıcı zil;
Sayım var, Maltada hizaya dizil!
Tek yekün içinde yazıl ve çizil!
İnsanlar zindan da birer kemiyet
Urbalarla kemik, mintanlarla et.
Somurtuş ki bıçak, nara ki tokat;
Zift dolu gözlerde kat kat...
Yalnız seccademin yüzünde şefkat;
Beni kimsecikler okşamaz madem;
Öp beni anlımdan, sen öp seccadem!
Çaycı, getir ilaç kokulu çaydan!
Dakika düşelim senelik paydan!
Zindanda dakika farksızdır aydan.
Karıştır çayını zaman erisin;
Köpük köpük, Duman duman erisin!
Peykeler duvara mıhlı peykeler;
Duvarda, başlardan, yağlı lekeler,
Gömülmüş duvara, baş baş gölgeler
Duvar katil duvar, yolumu biçtin!
Kanla dolu sünger... beynimi içtin!
Sükut... kıvrım kıvrım uzaklık uzar;
Tek nokta seçemez Dünyadan nazar.
Yer yüzü boşaldı, habersiz miyiz?
Güneşe göç varda kalan biz miyiz?
Ses demir, su demir ve ekmek demir...
İstersen demirde muhali kemir,
Ne gelir ki elde kader bu emir...
Garip pencerecik, küçük, daracık;
Dünyaya kapalı, Allah'a açık.
Dua dua, eller karıncalanmış;
Yıldızlar avuçta, gök parçalanmış.
Gözyaşı bir tarla, hep yoncalanmış...
Bir soluk, bir tütsü bir uçan buğu
İplik ki incecik, örer boşluğu.
Ana rahmi dahi şu bizim koğuş;
Karanlığındadır, yeniden doğuş...
Sesler duymaktayım: Davran ve boğuş!
Sen bir devsin yükü ağırdır devin!
Kalk ayağa dimdik doğrul ve sevin!
Mehmed'im sevinin başlar yüksekte!
Ölsek de sevinin, eve dönsek de!
Sanma bu teker kalır tümsekte!
Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir!
Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdi
NECİP FAZIL KISAKÜREK
"Zindan iki hece Mehmetim lafta !
Baba katiliyle baban bir safta! "
Zindan iki hece Mehmetim lafta !
Baba katiliyle baban bir safta!
Bir de geri adam boynunda yafta...
Halimi düşünüp yanma Mehmed' im!
Kavuşmak mı?... Belki... Daha ölmedim!
Avlu... Bir uzun yol... Tuğla döşeli,
Kırmızı tuğlalar altı köşeli.
Bu yolda tutuktur hapse düşeli...
Git ve gel... Yüz adım... Bin yıllık konak.
Ne ayak dayanır buna, ne tırnak
Bir alem ki, gökler boru içinde!
Akıl almazların zoru içinde.
Üst üste sorular soru içinde:
Düşün mü, unut mu, sus mu, konuş mu?
Buradan insan mı çıkar, tabut mu?
Bir idamlık Ali vardı, asıldı
Kaydını düştüler, mühür basıldı.
Geçti gitti, bir kaç günlük fasıldı.
Ondan kalan, boynu bükük ve sefil;
Bahçeye diktiği üç beş karanfil...
Müdür bey dert dinler bu gün 'maruzat'!
Çatık kaş... Hükümet dedikleri zat...
Beni Allah tutmuş kim ede azat?
Anlamaz; yazısız, pulsuz dilekçem...
Anlamaz ruhuma geçti bilekçem!
Saat beş dedi mi, bir yırtıcı zil;
Sayım var, Maltada hizaya dizil!
Tek yekün içinde yazıl ve çizil!
İnsanlar zindan da birer kemiyet
Urbalarla kemik, mintanlarla et.
Somurtuş ki bıçak, nara ki tokat;
Zift dolu gözlerde kat kat...
Yalnız seccademin yüzünde şefkat;
Beni kimsecikler okşamaz madem;
Öp beni anlımdan, sen öp seccadem!
Çaycı, getir ilaç kokulu çaydan!
Dakika düşelim senelik paydan!
Zindanda dakika farksızdır aydan.
Karıştır çayını zaman erisin;
Köpük köpük, Duman duman erisin!
Peykeler duvara mıhlı peykeler;
Duvarda, başlardan, yağlı lekeler,
Gömülmüş duvara, baş baş gölgeler
Duvar katil duvar, yolumu biçtin!
Kanla dolu sünger... beynimi içtin!
Sükut... kıvrım kıvrım uzaklık uzar;
Tek nokta seçemez Dünyadan nazar.
Yer yüzü boşaldı, habersiz miyiz?
Güneşe göç varda kalan biz miyiz?
Ses demir, su demir ve ekmek demir...
İstersen demirde muhali kemir,
Ne gelir ki elde kader bu emir...
Garip pencerecik, küçük, daracık;
Dünyaya kapalı, Allah'a açık.
Dua dua, eller karıncalanmış;
Yıldızlar avuçta, gök parçalanmış.
Gözyaşı bir tarla, hep yoncalanmış...
Bir soluk, bir tütsü bir uçan buğu
İplik ki incecik, örer boşluğu.
Ana rahmi dahi şu bizim koğuş;
Karanlığındadır, yeniden doğuş...
Sesler duymaktayım: Davran ve boğuş!
Sen bir devsin yükü ağırdır devin!
Kalk ayağa dimdik doğrul ve sevin!
Mehmed'im sevinin başlar yüksekte!
Ölsek de sevinin, eve dönsek de!
Sanma bu teker kalır tümsekte!
Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir!
Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdi
NECİP FAZIL KISAKÜREK
11 Ekim 2007 Perşembe
MEHMET AKİF NEYİ ANLATIR?
Mehmet Akif, bizim milli şairimiz.”Neyi anlatır?” sorusu,”milli şair” ifadesinde gizlidir diyebiliriz.”Milli şair”, sadece, marşımızı yazan bir şair anlamına mı gelmektedir acaba?Millî marşımızı yazdığı için mi bu paye verilmiştir kendisine veya böyle mı algılanmalıdır? Ben böyle olduğunu düşünmüyorum doğrusu.”Millî şair” ifadesi benim gözümde daha büyük ve derin anlamlar barındırmaktadır.”Millî” ne demektir öyleyse?Bilindiği gibi “millî”,millete ait olan,milletle ilgili olan demektir. Milletimizle ilgili her şey “millî” kelimesinin içinde yer alıyor.Bu önemli.”Millî şair” dediğimize göre millî marşımıza da bakmak gerekiyor.O halde millî marşımıza bakalım.
Millî marşımız,yani “İstiklâl Marşı”mız. Bence Mehmet Akif Ersoy’un neyi anlattığını,anlatmaya çalıştığını,nelere özellikle vurgu yapmak istediğini İstiklâl marşımızda aramak en anlamlı ve en doğru bir yaklaşım gibi geliyor bana.Her zaman okuduğumuz ve artık kanıksadığımız bir şiir,bu. İstiklâl marşında Akif’in vurguladığı dört kavram çok önemli ve bu kavramlar dikkatlerden kaçıyor gibi.Veya bana öyle geliyor.Bu kavramlar nelerdir:din,vatan,millet, istiklâl kavramlarıdır.Her bir kavram için sayfalarca yazı yazılabilir;ancak Akif bunları on kıtada çok güzel ve etkili bir şekilde dile getirmiştir.Dikkat edilmesi gereken bir şey de bu dört kavramın birbirinden ayrı ve bağımsız düşünülemeyeceği gerçeğidir.Bunların ayrı ayrı gerçeklikleri yoktur ve bunlar birbirinden ayrı düşünülemez.Akif’in düşüncesi en azından böyledir.Bunu çok çarpıcı bir şekilde,
”Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin istiklâl!”
mısrasında bulabiliriz. Dikkat edilirse bütün kıtalar dört mısradan ibaretken,son kıta beş mısradan oluşmaktadır ve bu mısra iki yerde tekrar edilmektedir. Bahsettiğimiz dört kavramın hepsini bir mısra içinde bulabiliyoruz. Hakk’a tapmak,”din”le ilgilidir.”Milletin istiklâl” içinde olmasında,”millet” ve “istiklâl” kavramlarına rastlıyoruz.Millet de tabiiki “vatan” kavramıyla beraberdir.Her millet bir vatan parçası içinde millet olabilir.
“Din” Akif’te çok önemli bir kavramdır. Akif,sağlam bir müslümandır. Hayatı bu kavramla bütünleşmiş bir şairdir. İstiklâl marşında dinî kavramların çokluğunu açıkça fark edebiliriz. Bu dinî kavramların en önemlilerinden biri de vatan, millet ve istiklâl kavramlarıyla da bağlantılı olarak “şehidlik” kavramıdır. Dinimizde şehidlik kavramı yüceltilmiştir. Şehitlik olmadan vatanın istiklâlini korumak imkânsızdır. Şehit kanları,vatan ve milletin istiklâlinin teminatıdır.”Arkadaş!Yurduma alçakları uğratma sakın!” derken milletimizi istiklâl uğruna şehitliğe davet etmektedir.”Din ve iman” her şeyin üzerindedir onda.”İman dolu göğüs” her şeyi başarabilecek bir unsurdur. Ezanların her daim bu özgür vatanımızda dinimize şehadet etmesi,onun en büyük dileğidir.
“İstiklâl”,”Hakk’a tapan” milletlerin hakkıdır.
Allah’a tapan, Allah'ı en yüce bir varlık olarak tanıyan milletler esir edilemez. Müslüman milletler özgür ve bağımsız olmalıdır. Olmazsa,dininin emirlerini de yerine layıkıyla yerine getiremez.Bu yüzden tam bağımsızlık içinde olmalıdır Müslüman toplumlar. İstiklâl marşında bağımsızlığa çokça vurgu yapmaktadır Akif. Hemen marşın başında,
"Korkma,sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak”
derken,hem bir ümit aşılamakta hem de bağımsızlığın önemine vurgu yapmaktadır.
"Ben ezelden beridir hür yaşadım,hür yaşarım
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış?Şaşarım!”
mısralarında da aynı hassasiyet görülmektedir. Aslında burada “tarih”e de,yani geçmişe de vurgu yapılmaktadır. Bilindiği gibi tarih de milleti millet yapan ortak değerlerdendir. Akif’te bir “tarih bilinci” vardır ve bu bilinçle olaylara yaklaşmakta, onları yorumlamaktadır.Bu tarih bilinciyle marşımız yazılmıştır.Bu tarih bilincini biz hemen bütün şiirlerinde gözlemliyoruz. Bu tarih bilinciyle uyanık olmak,dostumuzu,düşmanımızı iyi tanımak ve ona göre hareket etmek durumundayız demek ister Akif.
Vatan kavramıyla birlikte olan bir duygu da “vatan sevgisi”dir. Hadiste ifade edildiğine göre “Vatan sevgisi imandandır.”Bu vatan sevgisini Akif’te fazlasıyla görmekteyiz.
Cânı, cânânı bütün varımı alsın da Hüda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.
derken bunu açıkça görebiliyoruz. Bu vatan sevgisi,bağımsızlığı da beraberinde getiriyor:
Verme,dünyaları alsan da,bu cennet vatanı.
Dolayısıyla,
“Değmesin mabedimin göğsüne nâmahrem eli
diyerekten de milletin görevini hatırlatmaktadır.
“Neyi anlatır?” Bunu anlatırken sadece bu marşımızdan hareket ederek açıklamayacağız tabii ki. Dört kavramı belirlemiştik: Din,vatan, millet,istiklâl. Din’in içinde her şey vardır. Milletin, yani toplumun içinde de her şey var. Aslında Akif’in şiirlerinde, onun şahsî meseleleri yoktur. Şiiri, şahsî meselelerin dile getirildiği bir alan olarak görmez o.Sanatı toplum yararına düşünen bir şairdir o. Kendi şahsi sıkıntılarıyla debelenen bir şahsiyet ve şair değildir o.Bunu “Kendi derdi gönlümün billah gelmez yadıma!” diyerek çok güzel ifade eder. Onun şiirlerinde öfke, isyan, hiciv vb. duygular vardır,ama onun bu duyguları kendi şahsi sıkıntılarıyla ilgili değildir.Her şeyi toplum adınadır ve her adımı toplum içindir. Müslüman toplumların ve toplumumuzun içinde bulunduğu içler acısı durumları ortaya koyarken büyük bir öfke içindedir,ama bu öfke dinî hassasiyet ile gerçekleşir.
Akif,düşünür bir şairdir.Toplumsal bir şairdir. Toplumun bütün problemleri,sıkıntıları,toplumla ilgili hemen her şey şiirine konu olmuştur. Bugün bile tartıştığımız konu ve problemler, yıllar öncesinden şiirlerinde dile getirilmiştir. Bu sıkıntılardan biri de “eğitim”dir.Eğitim çözülemeyen,gitgide toplumun kangrenleşen sıkıntılarından biridir.
Her zaman “eğitim şart!” deriz, ama nasıl eğitim? Eğitimimiz yükseldikçe, yaralarımız daha da derinleşiyor.Eğitemiyoruz! Akif de toplumun bu önemli sorunuyla ilgili bir hayli kafa yormuş ,düşünmüş. Eğitimin nasıl olması gerektiği,öğretmenlerin özelliklerinin neler olması gerektiği şiirlerinde dile getirilmiş. Cahilliğin kötülüğü,eğitimsizliğin nelere sebep olduğu,taklitçiliğin insan ve toplumlara nerelere sürüklediği, kendi özümüze, kimliğimize sahip çıkmayı,şahsiyet sahibi olmak gerektiği sıkça ifade edilmiştir şiirlerinde.Yerlilik önemli bir kavramdır onun gözünde.
Gelişme,uygarlık da önem verdiği kavramlardandır;ancak karşı çıktığı bir kavram vardır bunun karşısında: Körü körüne taklitçilik.Yani şahsiyetsizlik.Batı medeniyetinin toplumsal yaşamda geldiği durumun farkındadır o. Batı medeniyetine uyacağız diye, ahlaksızlığını, kötü olan şeylerini alacak değiliz düşüncesindedir. İlim ve teknoloji konularında Batının geldiği noktayı önemli görür;ama bu kadar! Müslüman toplumların geri kalışının ilimde gelişmememize,kendimizi bu konuda geliştiremememize bağlar. Müslüman toplumların büyük bir tembellik içinde olduğunu dile getirir.Buna bir de cahillik eklenince geri kalmışlık engellenemiyor.
Allah’a dayan,sa’ye sarıl,hikmete ram ol
Yol varsa budur,bilmiyorum başka çıkar yol.
Allah’a dayanmak, çalışmaya sarılmak, hikmete yani ilme bağlanmak gayemiz olmalı. Din,iman, çalışmak ve ilim…Gelişmemiz,ilerleyebilmemiz bunlara bağlıdır ona göre.Dinden,çalışmaktan ve ilimden uzaklaşmamız bizi diğer milletlerden geri bıraktı. Din,tembelliğin değil,çalışmanın yanındadır. Din,cahilliğin değil ilmin yanındadır. Bunları bir arada ve özümseyerek,birbirine düşman etmeden, karşı karşıya getirmeden toplumsal yaşamımıza yansıtabilirsek, hayatın güzelleşeceğini ve hayatın bir anlam kazanacağını, daha doğrusu kulluğun ancak bu şekilde olabileceğini vurgular Akif.
Evet, Akif neyi anlatıyor acaba? Akif, insanı,insanımızı, toplumumuzu, insanlığı, insanlığın içinde bulunduğu durumu anlatıyor. Anlatırken de çözüm yollarını da bizlere gösteriyor. Akif, hayatı anlatıyor, hayatı ve insanı anlamlandırıyor. Hayat ve insan hakkında bize bilinç vermeye çalışıyor. Bilinçlenmek isteyen Akif’i mutlaka okumalıdır.
Yazan: Selahattin Çetin
Millî marşımız,yani “İstiklâl Marşı”mız. Bence Mehmet Akif Ersoy’un neyi anlattığını,anlatmaya çalıştığını,nelere özellikle vurgu yapmak istediğini İstiklâl marşımızda aramak en anlamlı ve en doğru bir yaklaşım gibi geliyor bana.Her zaman okuduğumuz ve artık kanıksadığımız bir şiir,bu. İstiklâl marşında Akif’in vurguladığı dört kavram çok önemli ve bu kavramlar dikkatlerden kaçıyor gibi.Veya bana öyle geliyor.Bu kavramlar nelerdir:din,vatan,millet, istiklâl kavramlarıdır.Her bir kavram için sayfalarca yazı yazılabilir;ancak Akif bunları on kıtada çok güzel ve etkili bir şekilde dile getirmiştir.Dikkat edilmesi gereken bir şey de bu dört kavramın birbirinden ayrı ve bağımsız düşünülemeyeceği gerçeğidir.Bunların ayrı ayrı gerçeklikleri yoktur ve bunlar birbirinden ayrı düşünülemez.Akif’in düşüncesi en azından böyledir.Bunu çok çarpıcı bir şekilde,
”Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin istiklâl!”
mısrasında bulabiliriz. Dikkat edilirse bütün kıtalar dört mısradan ibaretken,son kıta beş mısradan oluşmaktadır ve bu mısra iki yerde tekrar edilmektedir. Bahsettiğimiz dört kavramın hepsini bir mısra içinde bulabiliyoruz. Hakk’a tapmak,”din”le ilgilidir.”Milletin istiklâl” içinde olmasında,”millet” ve “istiklâl” kavramlarına rastlıyoruz.Millet de tabiiki “vatan” kavramıyla beraberdir.Her millet bir vatan parçası içinde millet olabilir.
“Din” Akif’te çok önemli bir kavramdır. Akif,sağlam bir müslümandır. Hayatı bu kavramla bütünleşmiş bir şairdir. İstiklâl marşında dinî kavramların çokluğunu açıkça fark edebiliriz. Bu dinî kavramların en önemlilerinden biri de vatan, millet ve istiklâl kavramlarıyla da bağlantılı olarak “şehidlik” kavramıdır. Dinimizde şehidlik kavramı yüceltilmiştir. Şehitlik olmadan vatanın istiklâlini korumak imkânsızdır. Şehit kanları,vatan ve milletin istiklâlinin teminatıdır.”Arkadaş!Yurduma alçakları uğratma sakın!” derken milletimizi istiklâl uğruna şehitliğe davet etmektedir.”Din ve iman” her şeyin üzerindedir onda.”İman dolu göğüs” her şeyi başarabilecek bir unsurdur. Ezanların her daim bu özgür vatanımızda dinimize şehadet etmesi,onun en büyük dileğidir.
“İstiklâl”,”Hakk’a tapan” milletlerin hakkıdır.
Allah’a tapan, Allah'ı en yüce bir varlık olarak tanıyan milletler esir edilemez. Müslüman milletler özgür ve bağımsız olmalıdır. Olmazsa,dininin emirlerini de yerine layıkıyla yerine getiremez.Bu yüzden tam bağımsızlık içinde olmalıdır Müslüman toplumlar. İstiklâl marşında bağımsızlığa çokça vurgu yapmaktadır Akif. Hemen marşın başında,
"Korkma,sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak”
derken,hem bir ümit aşılamakta hem de bağımsızlığın önemine vurgu yapmaktadır.
"Ben ezelden beridir hür yaşadım,hür yaşarım
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış?Şaşarım!”
mısralarında da aynı hassasiyet görülmektedir. Aslında burada “tarih”e de,yani geçmişe de vurgu yapılmaktadır. Bilindiği gibi tarih de milleti millet yapan ortak değerlerdendir. Akif’te bir “tarih bilinci” vardır ve bu bilinçle olaylara yaklaşmakta, onları yorumlamaktadır.Bu tarih bilinciyle marşımız yazılmıştır.Bu tarih bilincini biz hemen bütün şiirlerinde gözlemliyoruz. Bu tarih bilinciyle uyanık olmak,dostumuzu,düşmanımızı iyi tanımak ve ona göre hareket etmek durumundayız demek ister Akif.
Vatan kavramıyla birlikte olan bir duygu da “vatan sevgisi”dir. Hadiste ifade edildiğine göre “Vatan sevgisi imandandır.”Bu vatan sevgisini Akif’te fazlasıyla görmekteyiz.
Cânı, cânânı bütün varımı alsın da Hüda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.
derken bunu açıkça görebiliyoruz. Bu vatan sevgisi,bağımsızlığı da beraberinde getiriyor:
Verme,dünyaları alsan da,bu cennet vatanı.
Dolayısıyla,
“Değmesin mabedimin göğsüne nâmahrem eli
diyerekten de milletin görevini hatırlatmaktadır.
“Neyi anlatır?” Bunu anlatırken sadece bu marşımızdan hareket ederek açıklamayacağız tabii ki. Dört kavramı belirlemiştik: Din,vatan, millet,istiklâl. Din’in içinde her şey vardır. Milletin, yani toplumun içinde de her şey var. Aslında Akif’in şiirlerinde, onun şahsî meseleleri yoktur. Şiiri, şahsî meselelerin dile getirildiği bir alan olarak görmez o.Sanatı toplum yararına düşünen bir şairdir o. Kendi şahsi sıkıntılarıyla debelenen bir şahsiyet ve şair değildir o.Bunu “Kendi derdi gönlümün billah gelmez yadıma!” diyerek çok güzel ifade eder. Onun şiirlerinde öfke, isyan, hiciv vb. duygular vardır,ama onun bu duyguları kendi şahsi sıkıntılarıyla ilgili değildir.Her şeyi toplum adınadır ve her adımı toplum içindir. Müslüman toplumların ve toplumumuzun içinde bulunduğu içler acısı durumları ortaya koyarken büyük bir öfke içindedir,ama bu öfke dinî hassasiyet ile gerçekleşir.
Akif,düşünür bir şairdir.Toplumsal bir şairdir. Toplumun bütün problemleri,sıkıntıları,toplumla ilgili hemen her şey şiirine konu olmuştur. Bugün bile tartıştığımız konu ve problemler, yıllar öncesinden şiirlerinde dile getirilmiştir. Bu sıkıntılardan biri de “eğitim”dir.Eğitim çözülemeyen,gitgide toplumun kangrenleşen sıkıntılarından biridir.
Her zaman “eğitim şart!” deriz, ama nasıl eğitim? Eğitimimiz yükseldikçe, yaralarımız daha da derinleşiyor.Eğitemiyoruz! Akif de toplumun bu önemli sorunuyla ilgili bir hayli kafa yormuş ,düşünmüş. Eğitimin nasıl olması gerektiği,öğretmenlerin özelliklerinin neler olması gerektiği şiirlerinde dile getirilmiş. Cahilliğin kötülüğü,eğitimsizliğin nelere sebep olduğu,taklitçiliğin insan ve toplumlara nerelere sürüklediği, kendi özümüze, kimliğimize sahip çıkmayı,şahsiyet sahibi olmak gerektiği sıkça ifade edilmiştir şiirlerinde.Yerlilik önemli bir kavramdır onun gözünde.
Gelişme,uygarlık da önem verdiği kavramlardandır;ancak karşı çıktığı bir kavram vardır bunun karşısında: Körü körüne taklitçilik.Yani şahsiyetsizlik.Batı medeniyetinin toplumsal yaşamda geldiği durumun farkındadır o. Batı medeniyetine uyacağız diye, ahlaksızlığını, kötü olan şeylerini alacak değiliz düşüncesindedir. İlim ve teknoloji konularında Batının geldiği noktayı önemli görür;ama bu kadar! Müslüman toplumların geri kalışının ilimde gelişmememize,kendimizi bu konuda geliştiremememize bağlar. Müslüman toplumların büyük bir tembellik içinde olduğunu dile getirir.Buna bir de cahillik eklenince geri kalmışlık engellenemiyor.
Allah’a dayan,sa’ye sarıl,hikmete ram ol
Yol varsa budur,bilmiyorum başka çıkar yol.
Allah’a dayanmak, çalışmaya sarılmak, hikmete yani ilme bağlanmak gayemiz olmalı. Din,iman, çalışmak ve ilim…Gelişmemiz,ilerleyebilmemiz bunlara bağlıdır ona göre.Dinden,çalışmaktan ve ilimden uzaklaşmamız bizi diğer milletlerden geri bıraktı. Din,tembelliğin değil,çalışmanın yanındadır. Din,cahilliğin değil ilmin yanındadır. Bunları bir arada ve özümseyerek,birbirine düşman etmeden, karşı karşıya getirmeden toplumsal yaşamımıza yansıtabilirsek, hayatın güzelleşeceğini ve hayatın bir anlam kazanacağını, daha doğrusu kulluğun ancak bu şekilde olabileceğini vurgular Akif.
Evet, Akif neyi anlatıyor acaba? Akif, insanı,insanımızı, toplumumuzu, insanlığı, insanlığın içinde bulunduğu durumu anlatıyor. Anlatırken de çözüm yollarını da bizlere gösteriyor. Akif, hayatı anlatıyor, hayatı ve insanı anlamlandırıyor. Hayat ve insan hakkında bize bilinç vermeye çalışıyor. Bilinçlenmek isteyen Akif’i mutlaka okumalıdır.
Yazan: Selahattin Çetin
12 Eylül 2007 Çarşamba
İSLAMİYET ÖNCESİ TÜRK EDEBİYATI
SÖZLÜ EDEBİYAT
Dini törenler şaman,baskı,kam,ozan adını alan kişilerce yönetilirdi.Bunlar milli sazlarıyla(kopuz),bazı destan parçalarını veya koşuk,sagu adı verilen şiirlerini söylerlerdi.
İSLAMİYET ÖNCESİ TÜRK ŞİİRİNİN ÖZELLİKLERİ
1.Şiirler hece ölçüsüyle söylenmiştir.
2.Genellikle yarım uyak kullanılmıştır
3.Nazım birimi dörtlüktür.
4.Dildeki sözcük sayısı sınırlı kalmıştır,yabancı dillerin etkisi yoktur.
5.Tabiatla iç içe oldukları için benzetmelerde doğadan yararlanılmıştır.
6.İşlenen konular kahramanlık,yiğitlik,ölüm,savaş ve aşktır.
SÖZLÜ ÜRÜNLER
KOŞUK:
Dörtlüktür.Yiğitlik,aşk,tabiat gibi konular işlenir.Hece vezni kullanılır. Av,sığır törenlerinde vs.okunur.Uyak düzeni aaab,cccb,dddb şeklindedir.Halk edebiyatındaki karşılığı “koşma”,divan edebiyatındaki karşılığı “gazel”dir.
SAGU:
Devlet büyüklerinin ölümü üzerine duyulan acıyı dile getirmek için söylenen şiirlerdir.Halk edebiyatındaki karşılığı “ağıt”,divan edebiyatında ise “mersiye”dir. Yuğ adı verilen cenaze törenlerinde söylenir.
Dörtlükler halindedir.aaab cccb dddb.
Uyak düzeni koşuktaki gibidir. En eski sagu,Saka Türklerinden Alp Er Tunga adına söylenmiştir.
SAV:
Kısa ve özlü sözlerdir.Atasözüdür.
DESTAN:
Eski çağlarda savaş,göç ve afet gibi önemli olayların etkisiyle söylenmiş,uzun,manzum,yiğitlik öykülerinin derlenip düzenlendiği şiirlere denir.
*Kişiler olağanüstü nitelikler gösterir.Tanrılar olaylara karışır.Milli dil ve nazım şekilleriyle söylenir.
DOĞAL DESTANLAR:
Yunanlılar:İlyada ve Odesa(Homeros)
Finliler:Kalevela
Hintliler:Ramayana ve Mahabarata
Almanların:Niebulungen
Sümerlerin:Gılgamış
Fransızların:Chanson Roland
İspanyolların:Cid
Rusların:igor
Japonların:Şinto
YAPMA DESTANLAR:
Dante:İlahi Komedya
Tasso:Kurtarılmış Kudüs
Milton:Kaybolmuş Cennet
TÜRK DESTANLARI
Bir destanın oluşmasında üç aşama vardır:Önce toplumu derinden etkileyen bir olay meydana gelir.Sonra toplumun içinden yetişen şairler,o olayla ilgili şiirler söylerler.Üçüncü aşamada ise bu şiirler yine o milletin içinden gelen bir şair tarafından yazıya geçirilir.Türk destanları arasında bir şair tarafından yazıya geçirilmiş olanı yoktur.Türk destanları hakkındaki bilgiler yabancı kaynaklardan öğrenilmiştir.
1.SAKA TÜRKLERİ
*Alp Er Tunga Destanı:Türk-İran savaşı.(Şehname’de Afrasiyap)
*Şu Destanı:İskender ile Türkler arasındaki savaş.Hükümdar Şu.
2.HUN TÜRKLERİ:
*Oguz Destanı:Hun hükümdarı Mete.
3.GÖKTÜRKLER
*Bozkurt Destanı:Yaralanan bir Türkün,dişi bir kurt tarafından kurtarılması,Zamanla Türklerin çoğalması.
*Ergenekon Destanı:Bir yenilgi sonrasında Ergenekon’a çekilen Türklerin orada çoğalıp bir demir dağı erittikten sonra kurtulmasını anlatır.
4.UYGUR TÜRKLERİ
*Türeyiş Destanı:
Uygur hakanının,üç kızını insanoğluyla evlendirmeyi uygun bulmayarak tanrıya,kızlarıyla evlenmesi için yakarması ve tanırının bir kurt suretinde görünerek hakanın kızıyla evlenmesi ve Uygur Türklerinin bu evlilikten çoğaldığı anlatılır.
*Göç Destanı:
Türklerin,kutsal taşı Çinlilere vermeleri üzerine,tanrı tarafından cezalandırılmaları;kuraklığın başlaması nedeniyle de göç etmeleri anlatılır.
*Yaradılış Destanı:Tanrı Kayra Hanın dünyayı yaratması ve şeytanı (erglig)huzurundan kovması anlatılır.
Türk Destanlarının Oluşum Sırası:Saka,Hun,Göktürk,Hun
İSLAMİYET SONRASI TÜRK DESTANLARI
Manas Destanı:Kırgız Türklerinin milli destanıdır.Baştan sona Manas’ın kahramanlıklarını anlatır.En hacimli destanlardandır.Asırlarca “Manasçı” denilen saz şairleri tarafından söylenmiştir.
İlk defa Rus bilgini Radloff yazıya geçirmiştir.400.000 dize tutar.Dünyanın en uzun destanıdır.
Satuk Buğra Han Destanı(Karahanlı Destanı)
Cengiz-name(Türk-Moğol)
Battal Gazi Destanı(Selçuklu Dön.-Osmanlı)
Danışment Gazi Destanı(Selçuklu-Osmanlı)
Köroğlu Destanı(selçuklu-Osmanlı)
YAZILI EDEBİYAT
Bilinen ilk eser mezar taşları yazılarıdır.Bu dönemde Türkler Göktürk ve Uygur alfabelerini kullanmışlardır.
En önemli yazılı eser Yenisey Nehri kenarındaki Orhun Abideleridir.Bu,Göktürk alfabesi ile yazılmıştır.(MS 720-735)Yazarları bellidir:Bilge Tonyukuk,Yolluğ Tigin’dir.
*Göktürklerin bağımsızlıkları için Çinlilerle yaptığı savaşlar ve bu savaşlar sonucunda devleti yeniden nasıl kurduklarını anlatır.Dil oldukça sadedir.Halkın konuştuğu dil kullanılmıştır.
İlk kez 1893’te Danimarkalı Thomsen tarafından okunmuştur.
İSLAMİ DEVİR TÜRK EDEBİYATI
KUTADGU BİLİG:
Yusuf Has Hacip.1070.Mutlu Olma Bilgisi.Buğra Han’a sunulmuş.Aruzla yazılmış ilk eser.İlk mesnevi.İdeal bir devlet yönetiminin nasıl olması gerektiği sembollerle anlatılmış. Politika kitabı,siyasetnamedir.Türk şiirine özgü dörtlükler,cinaslar bulunur.Hakaniye Türkçesiyledir.Arapça,Farsça sözcükler de vardır.Adalet,akıl,mutluluk ve akıl konuşturulur.Didaktikti
ATABETÜ’L HAKAYIK (Gerçeklerin Eşiği)
12.yy.başı.Edip Ahmet Yükneki.Hakaniye lehçesi.Ayet ve hadislere dayanarak İslam ahlakını öğretmeye çalışan didaktik bir eserdir.Aruz ölçüsüyle ve Kutadgu Bilig’in kalıbıyla yazılmış.Kaside biçimindedir.
DİVANÜ LÜGATİ’T-TÜRK:(Türk Dilleri Sözlüğü)
1072-1074.Kaşgarlı Mahmut.Araplara Türkçeyi öğretmek amacıyla yazılmıştır.İlk sözlük ve ilk dilbilgisi kitabı.Şiir örnekleri(koşuk,sagu,destan,sav ve deyimler)vardır.Ansiklopediktir.Tarih,coğrafya,folklor bilimleri açısından temel kaynaktır.Türk illeri haritası vardır.Arapça olarak yazılmış
DİVAN-I HİKMET:
12.yy.Türk tasavvuf edebiyatının ilk şairi.Türkistanlı Ahmet Yesevi.Didaktik şiir kitabı.Koşma nazım biçimi ve hece ölçüsüyle yazılmış.Dörtlüktür.(bilgece söylenmiş söz)Yarım uyak çok.Hakaniyece yazılmış.Arapça,Farsça sözcükler az.Gazel ve mesnevi biçimiyle yazılmış hikmetler de vardır.Hepsi ona ait değildir.Birçok kimseyi etkilemiştir.Sadedir.
DESTANLAR:
Satuk Buğra Han destanı:İlk Müslüman Türk devleti olan Karahanlıların hükümdarı Satuk Buğra Han’ın Müslüman olmayanlarla yaptığı mücadeleleri anlatır.
Manas Destanı:Kırgız Türkleri.Manas adlı yiğit bir kişinin kafirlerle savaşı anlatılır.Radloff derlemiştir.Tamamı manzum.Dünyanın en uzun destanı.400 bin
mısradan fazla.
Köroğlu Destanı:24 ayrı biçimi var.Her biri değişik şairlerce söylenmiş.Bolu Beyinden intikam alır.
Battal Gazi Destanı:Kahraman Battal Gazi ile Malatya Beyi Ömer’dir.
Cengiz Han,Timur,Danışment Gazi,Genç Osman destanı gibi destanlar da vardır.
HALK EDEBİYATI:
Kaynağı halk kültürüdür.Halkın diliyle,halkın duygu ve düşüncelerini;sorunlara,dünyaya bakışını yansıttığı için Halk edebiyatı olarak adlandırılmıştır.Halkın ortak malıdır.Tekke ve Aşık edebiyatı da bunun içindedir.
ANONİM HALK EDEBİYATI(Ortak)
Sözlü gelenek vardır:Maniler,Türküler(11’li heceli),ağıtlar,ninniler,atasözleri,bilmeceler,fıkralar,karagöz,ortaoyunu,efsaneler,masallar,halk hikayeleri(Dede Korkut,Kerem ile Aslı,Ferhat ile Şirin,Tahir ile Zühre…
DEDE KORKUT HİKAYELERİ
Oğuz boylarının destansı serüvenlerini anlatır.Nazım-nesir karışıktır.Doğaüstü varlıklar(Azrail,Tepegöz) vardır.Gerek dilinin seçkin ve kalıcı olmasıyla gerek soylu kişilerin acılarını,iç çatışmalarını ustalıkla dile getirmesiyle üslubunun sağlamlığıyla bizim klasiğimiz sayılabilecek bu eser dilbilim açısından da büyük önem taşır.Bir önsözle 12 hikayeden oluşur.Kim tarafından yazıya geçirildiği bilinmiyor.
HALK EDEBİYATININ ÖZELLİKLERİ
1.Hem şiir,hem düz yazı vardır.Ama şiir ağırlıklıdır.
2.İslamiyetten önceki dönemden izler taşır.
3.Sözlü edebiyatın uzantısıdır.
4.Genelde somut ve gerçekçi konular işlenmiştir.Biçimden çok konu önemsenmiştir.Aşk,doğa sevgisi,ayrılık,özlem,yiğitlik,din
5..Nazım birimi dörtlüktür.Hece ölçüsüdür.7,8 ve 11’li kalıplar.
6.Divan şiirinden etkilenmeler sonucu bazı halk şairleri aruz ölçüsünü de kullanmışlardır.(Yunus,Aşık Ömer,Gevheri,Dertli)
7.Şiirler saz eşliğinde söylenmiştir.Şairler genelde okuma yazma bilmedikleri için doğaçtan şiir söylemişlerdir.
8.En çok yarım uyak vardır.Cinaslar çoktur.
9.İşledikleri konulara göre güzelleme,koçaklama,taşlama,ağıt,ilahi…gibi adlar almıştır.
10.Koşma,türkü,mani,destan,semai.. gibi nazım biçimleri vardır.
11.Söz sanatlarına ve kalıplaşmış söyleyişler vardır.
12.Dil konuşma dilidir.
13.Anlatım içten,canlı ve yalındır.
AŞIK EDEBİYATI:
Din dışı konuları işler.16.yy. başında oluşmaya başlar.
1.Bu edebiyatın yaratıcıları usta-çırak ilişkisiyle yetişen ozanlardır(aşıklar)
2.Dil çok yalın.Söz sanatları azdır.
3.Şiirlerin son dörtlüğünde şairin adı geçer.
4.Şiirler doğaçlama söylenir.Aruzla da şiir yazanlar vardır.
5.Saz eşliğinde söylenir.
6.Aşk,ayrılık,özlem,doğa sevgisi,ölüm,yoksulluk temaları…
7.Şiirler “cönk” adı verilen defterlerde toplanmıştır.(Şiir antolojisi)
Sanatçıları:Karacaoğlan(17),Köroğlu(16),Aşık Ömer(17),Gevheri(17),Dadaloğlu(19),Kayıkçi Kul Mustafa(17),Dertli(19),Bayburtlu Zihni(19),Erzurumlu Emrah(19),Ruhsati,Aşık Veysel(20.yy)
TEKKE EDEBİYATI (TASAVVUF EDEBİYATI. DİNİ/TASAVVUFİ TÜRK EDEBİYATI)
13.yy.da gelişmeye başlar.Asıl kurucusu Türkistanlı Ahmet Yesevi’dir.Tasavvuf bir yaşam felsefesidir,bir dünya görüşüdür.
1.Amacı,insanlara tasavvuf düşüncesini benimsetmektir.
2,Allah aşkı,Allah’a ulaşmanın yolu,dünyanın geçiciliği,nefsin öldürülmesi,insan sevgisi,ölüm… üzerinde en çok durulan temalardır.
3.Şiirde dini bir lirizm görülür.
4.Nazım birimi dörtlüktür.En çok yarım uyak vardır.Aruz da kullanılmıştır.
5.Dil,genelde halkın anlayabileceği dildir.Arapça ve Farsçadan da kelimeler vardır.Dini sembolik kavramlar da vardır.
6.Söz sanatlarına çok yer verilmemiştir.
7.Şiirlerin çoğu ezgilidir.
8.İlahi,nefes,deme,şathiye,devriye,nutuk başlıca nazım türleridir.
Yunus Emre:Divan,Risalet-ün Nushiyye(13.yy)
Hacı Bayram Veli:Bayramiyye Tarikatı
Kaygusuz Abdal:Alevi-Bektaşi şiiri.Nefesleri önemli.Budala-name(14.yy)
Eşrefoğlu Rumi:Aruz ve heceyle yazmış.H.Bayram’a damat olur.
Pir Sultan Abdal:Tekke ve aşık edeb.Alevi-Bektaşi şiiri ustası.asıldı(16.yy)
Aziz Mahmut Hüdai
AŞIK EDEBİYATI NAZIM BİÇİMLERİ
1.KOŞMA:
Hece vezninin 11’li kalıbıyla yazılır.Dörtlük sayısı 3 ila 5 arasında değişir.baba veya xaxa,diğer dörtlükler:ccca,ddda biçimindedir.Son dörtlükte mahlas söylenir.Konu bakımından gazelin karşılığıdır.Mani dışındaki bütün halk şiiri koşma biçiminde uyaklanır.
Konularına göre
a)Güzelleme:
Doğa güzellikleri,kadını,atı övmek için yazılır.En güzel örneğini Karacaoğlan vermiştir.
B)Taşlama:
Bir kimseyi yermek,toplumun bozuk yönlerini iğneleyici bir dille eleştirmek için yazılır.
C)Ağıt:
Divan edebiyatında mersiye,İslamiyet'ten önceki Türk edebiyatında sagu denir.
D)Koçaklama:
Savaş,yiğitlik,kahramanlık şiiri.Epiktir.Coşkulu ve edalı söylenişi vardır.En güzel örneklerini Köroğlu,Dadaloğlu vermiştir.
2.SEMAİ:
8’li kalıpla yazılır(4+4)Dörtlük sayısı 3 ile 5 arasında değişir.Sevgi,doğa,güzellik konuları işlenir çoğunlukla.Koşmaya göre daha canlı ve kıvrak bir üslubu vardır.Kendine özgü bir ezgisi vardır.
3.VARSAĞI:
Güney Anadolu’da yaşayan Varsak Türkleri tarafından söylenmiştir.8’li kalıpla yazılır.Yiğitçe bir havayla okunur.”Bre,hey,hey,behey gibi ünlemler kullanılır.
Destan:En uzun nazım şekli.Genellikle 11’li kalıpla yazılır.Savaş,yangın,deprem,salgın hastalık gibi felaketlerden;eşkıya maceralarından,toplumun sakat yönlerini alaya alma gibi konular işlenir.
Not:Destan türü ile epope’leri karıştırmamalıdır.
İLAHİ:
Koşma biçimindedir.Allah’ı övmek,O’na yakarmak için yazılır.Özel bir ezgiyle okunur.Dörtlük sayısı 3-7 arasında değişir.İlahi denince akla Yunus Emre gelir.
Bektaşilerde “deme”,alevi şairlerde “nefes” adını alır.
ŞATHİYE:
Dini konuları iğneli ve mizahlı bir dille anlatan şiirlerdir.Zaman zaman Allah’la alay eder gibi yazıldığı için küfür sayanlar da olmuştur.
DEVRİYE:
Alevi-Bektaşi şairleri yazar.İnsanın Allah’tan gelip Allah’a dönmesi anlatılır.
NUTUK:
Tarikata yeni girmiş üyelere tarikatın edep ve kurallarını öğretmek amacıyla şeyhlerin kaleme aldığı şiirlerdir.
HİKMET:
Dini,ahlaki ve felsefi konularını anlatan öğüt şiirleridir.
HALK EDEBİYATI ŞAİRLERİ
Aşık Edebiyatı Sanatçıları
PİR SULTAN ABDAL(15.16.YY)
Tasavvuf yönü ağı.Bir köylü ayaklanmasına önderlik ettiği için Sivas’ta asılarak öldürüldü.Divan edebiyatından hiç etkilenmemiş;açık ve sade bir dille dini konuların yanı sıra dindışı konularda da şiirler yazmıştır.
KÖROĞLU
Mert,coşkulu seslenişle söylediği koçaklamalarıyla tanınır.Sevgiyi ve doğa güzelliklerini işledi.Şiirlerinde “bre,hey” gibi nidalara yer vermiştir.Bolu Bey’ine karşı mücadele vermiştir.
KARACAOĞLAN(17.YY)
Yaşamı,doğayı seven bir şair.Toroslarda,Türkmen aşiretleri arasında yaşadığı söylenir.Dili sade,anlatımı canlıdırÇoğunlukla bağlandığı kömür gözlü,kuğuya,sunaya benzeyen güzelleri;onların verdiği sevinci,bazen de ayrılıktan doğan üzüntüyü dile getirir.
Gevheri ve Aşık Ömer,dindışı Halk şiirimizin en önemli şairleridir.Divan edebiyatının etkisiyle aruz ölçüsünü de kullanmışlar,şiirlerinde yabancı sözcüklere ve mazmunlara yer vermişlerdir.(17.18.yy)
DADALOĞLU(19.YY)
Tarih ve toplum olaylarını,sade bir dille,yiğitçe ve içli bir söyleyişle dile getirmiştirTürkmenlerin Avşar boyundandır.”Ferman padişahınsa dağlar bizimdir” ifadesinde bulan bir meydan okuyuşun simgesi olmuştur.
Not:Erzurumlu Emrah,Dertli,Bayburtlu Zihni ve Seyrani gibi şairlerde,dil ve söyleyiş bakımından Divan edebiyatının etkisi görülür.Hatta Bayburtlu Zihni aruzla yazdığı şiirleriyle Divan da düzenlemiştir.
AŞIK VEYSEL
Çiçek hastalığı yüzünden gözlerini kaybetti.Sivas’ta Şarkışla’da doğdu.”Dostlar Beni Hatırlasın”,”Sazımdan Sesler” adlı kitapları vardır.
DİVAN EDEBİYATI (KLASİK TÜRK EDB.)
Türklerin İslam kültüründen etkilenmeleriyle oluşmuştur.(Havas edebiyatı,yüksek zümre edebiyatı)adı da verilir.Şairlerin,şiirlerini “Divan” adlı yazma kitaplarda toplamalarından dolayı bu adla anılır daha çok.
Arap ve Fars kültürünün etkisiyle çıkmıştır.11.yy.dan 1860’a kadar ürünler vermiştir.Daha çok şiir ağırlıklı bir edebiyattır.
DİVAN EDEBİYATININ KAYNAKLARI
İslam inançları,islami bilimler,İslam tarihi,tasavvuf felsefesi,terimleri,iran mitolojisi(kişiler,olaylar),Peygamberlerle ilgili öyküler,mucizeler,efsaneler,tarihi,efsanevi,mitolojik kişiler ve olaylar,çağın bilimleri,Türk tarihi ve kültürü,dönemin edebiyatı anlayışı,Arapça,Farsça sözcük ve tamlamalar.
DİVAN ŞİİRİNİN ÖZELLİKLERİ
1.Divan şiirinde dil Osmanlıcadır.16.yy.dan sonra dil ağırlaşır.
2.Toplumla ilgili şiirlere hemen hiç yer verilmemiş,şairler bazen bireysel sorunlarını dile getirmişlerdir.(Fuzuli:şikayetname,Şeyhi:Harname.)Eleştiriler düzene değil,kişiyedir.
3.Konular oldukça sınırlıdır:aşk,kadın,din,tasavvuf,bazen felsefe.
4.Kuralcı bir şiirdir.Konudan çok konunun işlenişi(üslup,anlatım) önemlidir.Anlatım süslü ve sanatlıdır.
5.Kalıplaşmış sözler(mazmunlar) çok kullanılmıştır.
6.Nazım birimi beyittir.
7.Bütün güzelliği değil,parça(beyit)güzelliği vardır.
8.Divan şiirine Türklerin kattığı iki nazım biçimi “tuyug” ve “şarkı” dır
9. Aruz ölçüsü kullanılmıştır.Tam,zengin uyak vardır.”Göz için uyak”
10.Şiirde tasavvuf ve Sebk-i Hindi ve mahallileşme akımlarının etkileri görülür.
11.Divan şiirinde Aşık Paşa,Nedim ve Şeyh Galip heceyle birer şiir denemesi yapmışlardır.
12.Şiirde en küçük nazım birimi tek dizeden oluşur.(Azade mısra,müfred)
13.Nazım biçimleri:Gazel,kaside,mesnevi,müstezat,terkib-i bent,terci-i bent,kıt’a,tuyug,rubai,murabba,musammatlar,şarkı.
DİVAN NESRİNİN ÖZELLİKLERİ
1.Divan edebiyatında nesir ikinci plandadır.;şiir en önemli türdür.Divan nesri “inşa”,nesirle uğraşan kişiler “münşi”,nesirden oluşan eserler de “münşeat” olarak adlandırılır
2.Bir düşünceyi anlatmaktan çok,onu süslü biçimde ifade etmek önemlidir.
3.Cümleler oldukça uzundur.Yer yer çok ağır dil kullanılır.
4.Süslü nesirde “seci” denilen iç uyaklara yer verilmiştir.
5.Noktalama işaretleri yoktur.
6.Sade nesir,süslü nesir,orta nesir olarak üç bölümde incelenir.
Sade Nesir:Halka yöneliktir. Kolay anlaşılır olma amaçtır.Yabancı sözcükler azdır. Evliya Çelebi:Seyahatname,Mercimek Ahmet:Kabus-name,Kul Mesut’un “Kelile ve Dimne” çevirisi ve Katip Çelebi’nin kimi eserleri buna örnektir.
Süslü Nesir:Düşünceler ikinci plandadır.Ustaca söz söylemek önemlidir.Secilere çok yer verilmiş,şiirsel bir dil kullanılmıştır.Sinan Paşa’nın “Tazarru-name’si tipik örnektir.Veysi ve Nergisi gibi sanatçılar da vardır.
Orta Nesir:Daha çok tarihle ilgili kitaplarda,tezkirelerde ve vakanüvislerin(olayları günübirlik yazan kişilerin) eserlerinde rastlanır.Aşıkpaşazade,Naima,Peçevi..gibi tarih yazarlarının eserlerinde görülür.
13.yy:Sultan Veled,Ahmet Fakih,Şeyyad Hamza,Hoca Dehhani
14.yy:Seyyid Nesimi,Ahmedi,Aşık Paşa,Kadı Burhaneddin
15.yy:Şeyhi,Ahmet Paşa,Necati,Ali Şir Nevai,Süleyman Çelebi
16.yy:.Fuzuli,Bağdatlı Ruhi,Taşlıcalı Yahya,Baki
17.yy:Nef’i,Şeyhülislam Yahya,Naili,Nabi
18.yy:Nedim,Şeyh Galip,
19.yy:Enderunlu Vasıf,Leskofçalı Galip
DİVAN EDEBİYATINDA ŞİİRLER İŞLEDİKLERİ KONULARA GÖRE ŞU ADLARI ALIR:
Tevhid: Allah’ın birliği (Kaside,terkib-i Bent,terci-i bent şeklindedir
Münacat:Allah’a yakarış.Genelde kaside biçimindedir.
Naat:Peygamberimizi öven şiirlerdir.Genelde kaside biçimindedir.
Mehdiye:Padişahları,vezirleri övmek için.Kaside biçiminde.
Fahriye:Şairlerin kendilerini ve sanatlarını övdükleri şiirlerdir.
Not: Divan edebiyatında şiirlerin özel bir adı yoktur.Gazel,kaside.. şeklinde başlık taşır.Gazellerde uyak ve rediflere göre,kasidelerde betimleme(tasvir) bölümüne göre yapılır.
DİVAN EDEBİYATIYLA İLGİLİ BAZI ÖNEMLİ TERİMLER
Hamse:Beş mesneviden oluşan eserler topluluğuna denir.
Lugaz:Şiir biçiminde oluşturulan bilmece.
Nazire:Bir şairin,başka bir şairin,şiirine benzeterek-aynı ölçüyle- yazdığı şiir.
Tehzil:Ciddi bir esere gülmece yoluyla nazire yazma.
Sur-name:Sünnet,düğün,şenlik gibi sevinçli olayları anlatan eser.
Gazavat-name:Savaşta gösterilen yiğitlikleri anlatan eser.
Velayet-name:Ermiş kişilerin,evliyaların yaşamlarını anlatan eser.
Şehrengiz:Bir şehrin güzelliklerinden söz eden manzum eser.
Tezkire:Biyografi.Şairlerin hayatı.
Mahlas:Şairlerin şiirde kullandıkları takma ad.
Siyer:Hz.Muhammed’in hayatını anlatan eser.
Tegazzül:Kaside veya mesnevi içine sıkıştırılan gazel.
DİVAN EDEBİYATINDA NAZIM ŞEKİLLERİ
Beyitlerle kurulanlar:
GAZEL:
Divan edebiyatının en çok sevilen şiirleri bu alanda verilmiştir.İlk beyti “matla”,son beyti “makta” denir.En güzel beyti “beytü’l-gazel” (şahbeyit) denir. Son beyitte şairin mahlası yer alır.
Beyitler arasında konu birliği şartı yoktur.Beyit sayısı 5-15 arasında değişir.
aa xa,xa,xa… şeklindedir uyak düzeni.
Bütün beyitlerde aynı konu işleniyorsa,yek-ahenk gazel denir.
Bütün beyitlerin aynı söyleyiş güzelliğine sahip olması ise yek-âvâz gazel denir.
Fuzuli,Baki,Nedim gazelin tanınmış şairleridir.Yahya Kemal,yeni anlayışla bunu denemiştir.
KASİDE
Anlamı “kesfetmek,yönelmek”tir.Belirli bir gaye ile yazılır
Din ve devlet büyüklerini övmek amacıyla yazılır.Uyak düzeni, gazelinkiyle aynıdır.Ancak gazelden çok uzundur.Şarin mahlasının bulunduğu beyte taç-beyit denir.En güzel beytine beytü’l-kasid denir.
*En az 33,en çok 99 beyit olur.Buna uymayan kasideler de vardır.
Bölümleri vardır:
Nesip (teşbib): Giriş
Girizgâh: Övgüye giriş
Medhiye:Kasidenin sunulduğu kişinin övüldüğü bölüm.
Tegazzül: Aynı ölçü ve uyakta bir gazelin verilmesi
Fahriye:Şairin kendini övdüğü bölüm(Taç)
Dua:
*Kasideler nesip bölümlerinde işlenen konulara göre,Bahariye,İydiyye(bayram) Ramazaniye,Şitaiyye(kış),Sayfiye(yaz);rediflerine göre:su kasidesi,sühan,gül kasidesi gibi isimler alır. Nef’i kasideleriyle ünlüdür.
*Konularına göre adlandırılması:
Tevhit,Münacat,Naat,Methiye,Mersiye,Hicviye,Fahriye,Nazire,Tazmin
*Baki’nin Kanuni Mersiyesi en ünlü mersiye örneklerindendir.
*Nef’i hicviyede önemlidir: Siham-ı Kaza en tanınmışıdır.
Tazmin:Bir dize ya da beytin başka bir şairce herhangi bir nazım biçimine tamamlanmasıdır.
MESNEVİ
Öğüt verici bir olayı anlatan uzun şiirlerdir.Her çeşit konu işlenebilir.Roman ve öykünün yerini tutan bir nazım şeklidir.Beyit sayısı ve konu bakımından sınırı yoktur.Aruzun kısa kalıpları ile yazılır. aa bb cc dd ee.. şeklindedir uyak düzeni.
*Edebiyatımızda ünlü Mesneviler
Ahmedi:İskendername
Süleyman Çelebi:Mevlid
Şeyhi:Harname
Nabi:Hayrabat
Fuzuli:Leyla ile Mecnun
Şeyh Galip:Hüsn ü Aşk
MÜSTEZAT:
“Artık,ziyade mısra” demektir.Gazel tarzında bir nazım şeklidir.Uyak düzeni gazelinki gibidir.Matla beyti yoktur.Gazelde işlenen konular işlenir.
Her beyitte uzun dizelerin sonuna eklenen ziyade adı verilen kısa dizeler yer alır.
KITA:
Genel olarak iki beyitten oluşur.Uyak düzeni xa,xa… şeklindedir.En çok 16 beyit olur.
DÖRTLÜKLERLE OLUŞTURULAN DİVAN EDEBİYATI NAZIM BİÇİMLERİ
1.RUBAİ:
Dört dizeliktir.Uyak düzeni aaxa biçimindedir.İran edebiyatına aittir.En büyük şairi Ömer Hayyam’dır.Türkçede ise Yahya Kemal.
2.TUYUĞ:
Dört dizeliktir.Uyak düzeni rubai gibidir.Aruzun sadece fâilâtün, fâilâtün,fâilün kalıbıyla yazılır.Konu sınırlaması yoktur.
En çok aşk,çekilen acılar ve şarap için söylenmiştir.Divan edebiyatına Türklerin kazandırdığı bir nazım şeklidir
Kadı Burhanettin,Ali Şir Nevai,Nesimi tuyuğları ile tanınmıştır.
3.ŞARKI:
Besteyle okunmak için yazılır.Dörtlük sayısı 3-5 arasında değişir.Nakaratları vardır.Uyak düzeni abab,cccb,dddb… biçimindedir.Şarkılar aşk şiirleridir.
Türkler edebiyatımıza kazandırmıştır.Nedim şarkı türünün en önemli ismidir.Yeni edebiyatımızda ise Yahya Kemal,şarkı türünü ustalıkla kullanmıştır.
4.MURABBA:
Uyak düzeni aaaa bbba,ccca…biçimindedir.Felsefi konular ve aşk işlenir.Namık Kemal murabba örnekleri vermiştir.
DİĞER NAZIM ŞEKİLLERİ
1.TERKİB-İ BENT:
Bentlerden kurulmuştur.bent bölüm demektir.Her bent 7 ya da 10 beyitten oluşur.Beyit sayısı 5 ile 15 arasında değişir.Bentler birbirine “vasıta beyti” denilen beyitlerle bağlanır.Terkib-i bentlerde vasıta beyti her bentten sonra değişir.
*Bentlerin uyak düzeni gazeldeki gibidir.Felsefi düşünceler,toplumsal konular işlenir.En ünlü ismi Bağdatlı Ruhi’dir.Tanzimat şairi Ziya Paşa da başarılı örnekler v ermiştir.
2.TERCİ-İ BENT:
Şekil olarak terkib-i bent gibidir.Ancak terkib-i bentte sürekli değişen vasıta beyti terci-i bentte aynen tekrar edilir.Vasıta beytin aynen tekrarlanması bütün bentlerde aynı konunun işlenmesini gerektirir.En ünlü terci-i bent yazarı Ziya Paşa’dır.Daha çok felsefi konularda yazılır.Allah’ın kudreti,kainatın sırları,tabiatın zıtlıkları işlenir.
3.TERBİ(DÖRTLEME):
Bir gazelin beyitlerinin üstüne,başka bir şair tarafından aynı ölçü ve uyakla ikişer dize eklenmesiyle oluşur.(aaaa,bbba,ccca,ddda)
4.TAHMİS(BEŞLEME)
Bir gazelin beyitleri üzerine üçer dize eklenmesiyle oluşur.(aaaaa,bbbba,cccca)
5.TAŞTİR:
Tahmisin değişik bir biçimidir.Gazelin beyitlerine üç dize eklenir.Ancak eklenen dizeler,beyitlerin iki dizesi arasına konur.(aaaaa,bbbba,cccca)
6.TESDİS (ALTILAMA)
Gazelin beyitleri üstüne dörder dize eklenmesiyle oluşur.(aaaaaa,bbbbba,ccccca)
7.MUHAMMES
Beş dizelik bentlerden oluşur.(aaaaa,bbbaa,cccaa,dddaa)ya da(aaaaa,bbbba,cccca)Dördüncü ve beşinci dizeler nakarat olarak da tekrarlanabilir.
8.TARDİYE:
Muhammesin özel bir biçimidir.Muhammes,aruzun her kalıbıyla yazıldığı halde tardiye mef’ûlü,mefa’ilün,fa’ülün kalıbıyla yazılır.Her bendin ilk dört dizesi kendi arasında uyaklıdır.
9.MÜSEDDES:
Altı dizelik bentlerden oluşur.(aaaaaa,bbbbba,cccccca)
Nazire:Divan edebiyatında bir şairin başka bir şairin şiirini model alarak aynı uyak,redif ve ölçüde yazdığı benzer şiirdir.Nazire yazan kişi,nazire yazdığı şairin üslubunu beğendiği gösterir.Nazire,eğer şaka ve alay amacıyla yazılırsa buna “tehzil” denir
TÜRK EDEBİYATINDA NAZIM TÜRÜ VE BİÇİMLERİ
“Tür” sözcüğü konu yönünden;biçim sözcüğü de uyak,ölçü ve nazım birimi gibi biçim özellikleri yönünden bir adlandırmadır.
Nazım Biçimleri
A)İslamiyetin Kabulünden önce kullanılan
1.Koşuk
2.Sav(Atasözü)
3.Sagu (Ağıt)
4.Destan
B)İslamiyetin Kabulünden sonra kullanılan
1.Halk Edebiyatı
2.Divan Edebiyatı
HALK EDEBİYATI
1,Aşık Tarzı Halk Edebiyatı
2.Anonim Halk Edebiyat (söyleyeni belli olmayan)
3. Dini-Tasavvufi Halk Edebiyatı
Aşık Tarzı Tekke Edebiyatı
a)Koşma
b)Semai
c)Varsağı
d) Destan
Dini-Tasavvufi Türk Halk Edebiyatı
a)İlahi,
b)Nefes
c)Deme
d)Şathiye
e) Devriye
f)Nutuk
Anonim Türk Halk Edebiyatı
a)Türkü
b)Mani
c)Destan
d) Ninni
e)Ağıt
2.Divan Edebiyatı
A)Beyitle oluşturulan
1.Gazel
2.Kaside
3.Mesnevi
4.Kıt'a
5.Müstezat
B) Dörtlükle/ Bentlerle oluşturulanlar
1.Rubai
2. Şarkı
3. Murabba
4.Tuyug
5.Terkibibent
6.Terciibent
7.Musammatlar
C)Batı Edebiyatından alınanlar
1.Sone
2.Terze-rima
3.Balat
4.Triyola
……………………….
Mani :Halk şiirinin en küçük nazım biçimidir.7 heceli dört dizeden oluşur. aaxa. İlk iki dize temel düşünceye giriştir.temel düşünce son iki dizededir.
İlk dizesinin hece sayısı 7’den az manilere “kesik mani” denir.İki dize daha eklenirse “artık mani” ya da “yedekli mani” denir.
Türkü:Ezgiyle söylenir.Söyleyeni belli olan türküler de vardır.İki bölümden oluşur:Asıl sözlerin olduğu bölüm(bent) ile her bendin sonunda tekrarlanan “nakarat” denen ikinci bölüm.
SONE:
14 dizeliktir. abba-abba-ccd-eed biçimindedir.
Asıl amaç son iki üçlükte söylenir.İlk iki dörtlük konuya hazırlıktır.Bizde ilk kez Cenap Şehabettin tarafından kullanılmıştır.Lirik konular işlenir genelde.(S.Fünun’da)
TERZE-RİMA:
İlk kez S.Fünun’da kullanılmış.üçer mısralık bentlerle kurulur.
aba-bcb-cdc e. İtalyan edebiyatı nazım şekli olup Dante’nin İlahi Komedya’sı böyle yazılmıştır.
TRİYOLE:
On dizeliktir. ab-aaaa-bbbb.
BALAD:
Eski Fransız şiirinde görülür.Acılı aşk öykülerinin anlatıldığı şiirlerdir.Üç uzun kısa bir kısa bentten meydana gelir.Her bendin sonundaki dize nakarat gibi tekrarlanır..Cumhuriyetten sonra kullanılmaya başlanmıştır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)