Bu Blogda Ara

Türk Dili ve Edebiyatı sitesi, Edebiyat derslerine yardımcı,

Hikaye türü ve özellikleri. temsilcileri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hikaye türü ve özellikleri. temsilcileri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Aralık 2022 Pazar

12.SINIF 2.ÜNİTE HİKAYE KONU ANLATIMI

2. ÜNİTE: HİKÂYE

ÜNİTE KONULARI


1923-1940 Cumhuriyet Dönemi Hikâyesi
1940-1960 Cumhuriyet Dönemi Hikâyesi

Millî-Dinî Duyarlılıkları Yansıtan Hikâyeler
Bireyin İç Dünyasını Ele Alan Hikâyeler
Toplumcu-Gerçekçi Hikâyeler 

Modernist Hikâyeler

Önce hikâye türünün tanımına ve genel özelliklerine bakalım:

HİKÂYE (ÖYKÜ)

Hikâye, yaşanmış ya da yaşanması mümkün olan olayları veya durumları ilgi çekici bir biçimde anlatan kısa yazılardır. Hikâye, insan yaşamının bir bölümünü yer ve zaman kavramına bağlayarak ele alan düzyazı türüdür. Bir hikâyede olay ya da durum söz konusu olmalı; kişilere bağlanmalı, olay ya da durumun ortaya konduğu yer ve zaman belirtilmeli; bunlar sürükleyici ve etkileyici bir anlatımla ortaya konmalıdır.

Not: Öyküde, olayın geçtiği yer sınırlı, anlatım özlü ve yoğundur. Karakterler belli bir olay içinde gösterilir. Bu karakterlerin de çoğu zaman sadece belli özellikleri yansıtılır.

Hikâyenin yapı unsurları: Olay örgüsü, kişiler, mekan ve zaman…

Hikâyede Plan: Serim, düğüm, çözüm

HİKÂYENİN UNSURLARI


Olay:

Olay, anlatmaya bağlı edebî metinlerin en önemli öğesidir. Edebî metinlerde anlatılan olaylarla gerçek hayatta bire bir karşılaşmak mümkün değildir. Çünkü anlatılanlar kurgulanmış olaylardan ibarettir.

Edebî metinlerdeki gerçekliğin doğal gerçeklikten farkı, "kurmaca bir gerçeklik" olmasıdır.

Kişiler:

  • Öyküdeki olayları ya da durumları kişi veya kişiler yaşar.
  • Öyküde kişi sayısı azdır.
  • Öyküdeki kişilerin fiziksel ve ruhsal durumları uzun uzun anlatılmaz; sadece olayla ilgili belirgin yönleri verilir.
  • Öykü kişileri yalnızca insanlar arasından seçilmez.
  • Canlı, cansız bütün varlıklar öykünün kişisi olabilir.

 

Zaman:

  • Olayların başlaması, gelişmesi, son bulması belli bir zamanda olur.
  • Bazı öykülerde zaman verilmez, sezdirilir.
  • Öykücü zamanı bir düzen içinde vermeyebilir.
  • Olayın veya durumun son bulmasından başlayarak olayın başlama noktasına doğru gelinebilir.

Mekan (Yer):

  • Öykülerde olay veya durum belli bir yerde geçer.
  • Çevre, uzun betimlemelerle verilmez; öyküyü ilgilendiren yönüyle verilir.
  • Olay veya duruma bağlı olarak öyküdeki yer değişse de çevre betimlemesi kısa tutulur.

Çatışma:

Hikâyede olay iki zıt gücün mücadelesi şeklinde ortaya çıkar. Bu mücadele kişiler arasında olabileceği gibi, aynı kişide de toplanabilir. Bu durumda çatışma daha çok kişinin kendi içinde olur. Yani psikolojik bir özellik gösterir. Hikayelerde çoğunlukla bir çatışma söz konusudur. Hemen her hikâye bir çatışma yani bir problem üzerine kuruludur. Çatışma, hikayedeki kişi ya da kişilerin çevresiyle olabildiği gibi kendi iç dünyasında da olabilir. Hikâye kişilerinin çevresiyle olan çatışmasına dış çatışma, kendi iç dünyası, vicdanıyla olan çatışmasına ise iç çatışma adı verilir.

Dil ve Anlatım:

  • Öyküde akıcılığı sağlayan dildir.
  • Bu da yazarın dili kullanma yeteneğine bağlıdır.
  • Dilin kullanımı yazardan yazara değişir; çünkü her yazarın üslûbu farklıdır.
  • Öykü, ya birinci tekil kişinin ağzından ya da üçüncü tekil kişinin ağzından anlatılır.
  • Öyküde bütünlüğü sağlayan öğelerden biri de dil ve anlatımdır.

Not: Bir öykü yazarının dil ve anlatım özellikleri belirlenirken cümle yapıları, kelime kadrosu, akıcılık, nesnellik, öznellik, duygusallık, coşkunluk gibi hususları dikkate almak gerekir.

ANLATICI:

 Anlatıcı, edebî metinlerde anlatıcı, kurmacanın sınırları içinde varlığından söz edilen kişidir. Anlatıcı, yazar ile kurmaca metin arasındaki kişidir. Üç çeşit anlatıcının bakış açısı vardır:

  • a) Kahraman Anlatıcı Bakış Açısı: Bu bakış açısında anlatıcı, eserin kişilerinden biridir.
  •  
  • b) Gözlemci Anlatıcı Bakış Açısı: Gözlemci anlatıcı olayların akışını etkilemez, yalnızca bir aktarıcıdır. Amacı okuyucunun anlatılanları daha iyi anlamasını sağlamaktır.
  •  
  • c) İlahi Anlatıcı Bakış Açısı: Anlatıcının her şeyi bilip her şeye hâkim olduğu bakış açısıdır. Anlatıcı, kahramanların zihinlerine ve iç dünyalarına girer.
  •  

HİKÂYELERDE KULLANILAN ANLATIM TEKNİKLERİ

1.GÖSTERME  (SAHNELEME) TEKNİĞİ:

 

Olaylar, kişiler, varlıklar okuyucuya doğrudan sunulur. Anlatıcı, okuyucu ile eser arasına girmez. Okuyucunun dikkati eser üzerinde yoğunlaşır. Bu teknikte kişilerin konuşmaları ve hareketleri yansıtılarak okuyucunun kendisini eserin kurmaca dünyasında hissetmesi sağlanır.


Gösterme tekniği; diyalog, iç konuşma veya bilinç akışı şeklinde olabilir.

2. DİYALOG TEKNİĞİ

 

Öykü kişilerinin karşılıklı konuşmalarına dayanır ve sıkça kullanılan bir anlatım tarzıdır. Romancıların birçoğu bu teknikten yararlanmıştır çünkü diyalog tekniği roman ve öykünün vazgeçilmez yapı taşlarından birisidir. Diyaloğu vazgeçilmez kılan bu tekniğin işlevselliğidir. Bu bağlamda diyalog; olayın gelişmesinde, kahramanların ruhsal ve sosyal durumlarının açıklanmasında, konuşmalarda yatan kültür ögelerinin saptanmasında (ağız, şive, üslup), eserin daha dinamik bir hale gelmesinde ve hafiflemesinde oldukça etkilidir.

        *Kahramanlar arasında iletişim sağlanır.

        *Böylelikle karakterlerin birbirleriyle olan çatışmalarını ve düşüncelerini okuyucu anlayabilmektedir.

        *Gösterme tekniği aşağıdaki metinde kişilerin karşılıklı konuşması (diyalog) şeklindedir.


                Diyalog tekniği iç ve dış olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Dış diyalog bildiğimiz iki veya daha fazla kişinin karşılıklı konuşmasıdır.

Örnek:
Sadrazam bu adamı tanımıyordu. Sordu:

- Burada mı oturuyor?
- Evet.
- Ne iş yapıyor?
- Biraz zengindir. Vaktini okumakla geçirir. Tanımazsınız efendim. Hiç büyüklerle ahbaplık etmez. Büyük mevkiler istemez.
- Niye?
- Bilmem ama, belki "düşüşü var" diye.
- Tuhaf...
(Ömer Seyfettin-Pembe İncili Kaftan)

 

3. BİLİNÇ AKIŞI  TEKNİĞİ

  • Kişilerin duygu ve düşüncelerini, her hangi mantıki bir bağ ve gramer kuralı endişesi taşımaksızın, düzensiz bir şekilde ve çağrışım ilkesi paralelinde doğrudan doğruya okuyucuya aktarmaktan ibarettir. Aynı zamanda insanların tanıtılmasında da kullanılan bu teknikte yazar, okuyucuyu kahramanın iç dünyası ile baş başa bırakmayı hedefler. Bu teknikte karakterin iç dünyası tüm boyutlarıyla okuyucunun önüne serilir.
  •  
  • Bilinçte yer alan duygu ve düşünceler hızlı ve düzensiz bir şekilde resmedilmeye çalışılır.
  • Anlatıcı aradan çıkar ve bu akışı karakterin kendisi bizzat yapar.
  •  
  • Bu anlatım adeta bir sayıklamayı andırır, ifade edilenler arasında mantıki bir bağ olmayabilir.

Anlık izlenimlerden oluşan duygu ve düşünceler dile getirildiğinden aktarılan ifadeler karışık ve düzensiz olabilir. Düşünceler karakterin genellikle kendi ağzından şimdiki zaman şeklinde dile getirilir.

→ Bu teknikte düşüncelere herhangi bir sansür uygulanmadığı gibi genellikle gramer kurallarına da uyulmaz.

→ Anlatılanlarda bilinçsizlikle birlikte anlık imgelerle birlikte sürekli değişen duygu ve düşünceler yer almaktadır.

Dile getirilen düşünceler daha çok kahramanın kendi kendine sayıklaması gibi olduğundan cümleler arasında herhangi bir mantıksal bağ bulunmaz. Cümleler arasında ve söylenenlerde bir mantıksallık olmasa da insan gerçekçiliğini olduğu gibi içten bir şekilde yansıtması bakımından roman ve hikaye anlatım teknikleri içinde oldukça önemli bir yenilik olarak kabul görmektedir.

→ Türk Edebiyatı’nda Oğuz Atay, bilinç akışı tekniğini Tutunamayanlar adlı romanında etkili bir şekilde kullanmıştır. Özellikle bir bölümde kahramanın düşünceleri sayıklamayı andırır şekilde yaklaşık 75 sayfa kadar bu teknikle ifade edilmiştir.

Uyarı Bilinç  akışında düşünceler kahramanın ağzından anlatılması nedeniyle iç konuşmaya benzemektedir. Ancak iç konuşma tekniğinde ifade edilen duygu ve düşünceler daha düzenli ve mantıklıyken bilinç akışında ifade edilenlerde düzensizlik ve gramer hatalarıyla birlikte bir sayıklamaya benzer bir durum söz konusudur.

Örnek:

 

Yollar kalabalıktı. Baktığı yeri gözlerinden en uzun sakladıkları için en çok Bebek tramvayına kızıyordu. Devetüyü paltolu bir kadın görünce yüreği çarptı; ama o değildi. Şapkalıydı. Kalktı. Kapıya yürürken duvardaki takvimi gördü. 7 Mart Cumartesi yazılıydı. 27‟nin yarısı kara yarısı kırmızıydı. Rahatladı. İşte boşuna beklemişti. İnsanların düzeninde bütün ayrıntılar önemliydi. Günlerin adı bile… Bugünün cumartesi olduğunu bilseydi saat birde onu görürdü.” (Yusuf Atılgan-Aylak Adam)

 

 Örnek 2:

Gözlerden iyice uzaklaşmıştım. Yalnız yürümeyi ve saatlerce oturmayı seviyordum. Denizin üstünde martılar adeta yalnızlığıma ortak oluyordu. Arada bir de balık avlamak için suya akın ediyorlardı. Saatlerce oturdum. Her balık yem olduğunda martıların mutluluğuna ortak oldum. Deniz sakindi. Kayalara hafifçe bir dalga vuruyordu. Dalga sesi martılarla karıştı. Fark ettim ki hayatta farklı tonlar var. Belki de onları fark edebilmek gerekiyordu. Bugüne kadar nasıl kaçmıştım her şeyden. Mesela arkadaşlarıma güvenmedim hiçbir zaman. Sanki mutluluklarında ben yoktum. Belki çocukken böyle değildik. Daha saf bir bağlılık vardı aramızda. Ne güzel günlerdi; koşar ve mutluluğa kanat çırpardık. Şimdi martıların balık avlaması kadar basitti mutlu olmak.

4.  İÇ KONUŞMA TEKNİĞİ (İÇ MONOLOG TEKNİĞİ):

 

Kahramanların içsel konuşmalarını aktarmaya dayanan anlatım tekniğidir. İç konuşma tekniğinde, kahramanın duygu ve düşünceleri sesli düşünme şeklinde yansıtılır. Bu anlatım tekniğinde kahraman, karşısında biri varmış gibi kendi kendine konuşur.

Örnek: Bu kedi, tahta masanın üstüne çıkmış, köpeğime durmadan homurdanacak mı? Sandalyenin üstündeki vişneçürüğü rengindeki delik çoraplar... Asmanın yaprakları daha yemyeşil. Bizim bahçedeki kurudu bile. Deniz, Bozburun’a doğru başını almış gidiyor. Uzaklarda görünen, İstanbul’un neresi kim bilir? Sesler neden gelmiyor?

·         Olayların merkezinde yer alan karakterlerin duygu ve düşüncelerinin bizzat karakter tarafından anlatılması tekniğidir.

  • Bu teknikte kahramanlar kendi kendine konuşuyor gibidir.
  • İç konuşma ile karakterin duygu ve düşüncelerini okuyucuyu net bir şekilde görebilmektedir.
  • Anlatıcı aradan çekilir, anlatım birinci ağızdan yapılır.

Örnek 1:Prag der demez içim cız etti. Deminden beri aklıma getirmek istemediğim her şeyi bu sefer zapt etmeme imkân kalmamıştı. Fakat ne diye soracaktım? Benim Maria ile olan münasebetimden onun haberi yoktu, sualime ne mana verecekti? Nereden tanıdığımı sormayacak mıydı?

Örnek 2:Bugün her zamankinden farklı bir şekilde gökyüzünün farklı ama bir o kadar büyüleyici renk tonlarını gözlemlemek mümkündü. Bu sırada can sıkıntımın gitmesini amaçlayarak sahilde yavaş adımlarla yürüyordum. Hava çok sıcak olmasa da üç çocuğun büyük bir eğlenceyle denizde oynadıklarını gördüm. Var mıydı acaba o çocukların aklında hayatla ilgili bir problemin kırıntıları? Oturdum ve onları seyrederek neşelerine bir an olsa da ortak oldum.

Uyarı Öğrenciler iç konuşma ile bilinç akışı tekniğini sıklıkla karıştırmaktadır. İkisi arasındaki en büyük fark iç konuşmada cümlelerin uzun ve birbiriyle bağlantılı yani mantıklı olmasıdır. İç konuşmada konudan konuya geçiş yer almaz.

5. İÇ ÇÖZÜMLEME TEKNİĞİ

  • İç konuşmada olduğu bu teknikte de karakterin duygu ve düşünceleri okuyucuya aktarılır.
  • Ancak buradaki temel fark bu duygu ve düşünceler anlatıcı tarafından yani üçüncü ağızdan anlatılmasıdır.
  • Burada hakim bakış açısı söz konusudur.
  • Bu teknikte kahramanların duygu ve düşünceleri okuyucuya aktarılmaktadır. Anlatıcının bakış açısı her şeyi gören ve bilen, kahramanın iç dünyasına da tanıklık eden ilahi bakış açısıdır.
  • En fazla tercih edilen tekniklerden olan iç çözümleme ile kahramanların iç dünyası olduğu gibi okuyucuya sergilenir.
  • Bu teknikteki amaçlardan birisi de olaylar karşısında insan gerçekliğini yansıtabilmektir. Yani olaylar karşısında insanların olası duygu ve düşüncelerini irdeleyip göstermiş oldukları davranışlar çözümlenir.
  • → Ruhsal betimlemelerin ağırlıkta olduğu bu teknik yazarlar tarafından sıklıkla kullanılmaktadır.
  • İç çözümleme (interior analysis), anlatı türleri içerisinde kahramanların iç dünyası, duygu, düşünce ve hayallerinin ifade edildiği bir anlatım tekniğidir. Bu çözümleme tekniği bilinç akışı tekniğiyle karıştırılabilmektedir. Bu teknik roman sanatında çokça kullanılır.

Örnek 1:

Hasat zamanı geldiğinde bunca emeğinin karşılığını alamayacağını aylar öncesinde anlamıştı. İsteksiz bir şekilde tarlasına gidiyor, akşama kadar zoraki bir şekilde çalışmalarını tamamlıyordu. Yine mi aldığı kararlarla ailesinin bunca emeği boşa gidecekti? Canı sıkılıyor ve kimseyle konuşmak istemiyordu.

Örnek 2:“Eve gitse, biliyordu, gece yarısına dek başka bir şey yapamadan, yukarıdakilerin patırtısına sövecekti… Bol gürültülü, bol dumanlı meyhanelerden birine girdi. Tezgâhın önünde bir boş yer bulup oturdu. Yaklaşan garsona, - Şarap, dedi. Garson, sanki salt onun için buradaymış gibi eğildi. Sanki ötekiler duyacak diye korkuyordu.” (Yusuf Atılgan-Aylak Adam s.40)
Uyarı İç çözümleme ile iç konuşma teknikleri sıklıkla birbirleriyle karıştırılmaktadır. İkisi de kahramanların duygu ve düşüncelerini yani iç dünyasını dile getirse de aralarındaki en büyük fark anlatımdaki bakış açısıdır. İç konuşmada bu duygu ve düşünceler bizzat kahramanın kendisi tarafından dile getirilirken iç çözümleme de ise yazar tarafından dile getirilmektedir.

 

6. ANLATMA (TAHKİYE ETME) TEKNİĞİ:

 

 Anlatma tekniğinde okuyucu ile eser arasına anlatıcı girer. Okuyucu hemen her şeyi anlatıcı kanalıyla görür ve öğrenir. Okuyucunun dikkati anlatıcı üzerinde yoğunlaşır. Anlatma (tahkiye) tekniği; olay anlatımı, kişi tanıtımı, özetleme, iç çözümleme... şeklinde olabilir.

Örnek 1: Mahalle kahvesinin önündeki setin üstü sanki ufak bir bahçecikti. Ortada küçük bir havuz, içinde gazoz şişeleri, etrafında biraz çimen, kınar çiçekleri. Kapının sağ tarafında bazısı giyimli, birtakım da gecelik entarileri, şam hırkaları iler dört beş kişi İstanbul'un son zelzesinden konuşuyorlardı. (Memduh Şevket Esendal-Pazarlık Hikayesi)

Örnek 2: Haftada iki gece dostlara danslı çay veriliyor, en aşağı iki üç gece de başkalarının davetine gidiliyordu. Aşağı sofa ile taşlık arasındaki camekân kaldırılmış, delik deşik duvarlar sarı yaldızlı bir kâğıt ile kaplanmıştı. Davet akşamları taşlıktaki su küpü, sofadaki yemek masası ve daha başka hırdavat eşya mutfağa taşınıyor, yukarıdan kilimler, iskemleler, süslü yastıklar indirilerek bir kabul salonu dekoru kuruluyordu. (Reşat Nuri Güntekin-Yaprak Dökümü)

7. TASVİR (BETİMLEME) TEKNİĞİ

 Betimleme en yalın biçimiyle sözcüklerle resim çizme işidir. Varlıkların niteliklerini, bu varlıkların duyularımız üzerinde uyandırdıkları izlenimleri belirtmektir. Betimleme nesnelerin, varlıkların, belirgin özelliklerini tanıtıp göz önünde canlandırmaktır. Bu anlatımda okuyucunun çeşitli duyularına seslenilerek anlatılan varlıkla ilgili izlenim kazanılması amaçlanır. Bu amacın gerçekleşmesi için titiz bir gözlem gerekir. Gözlem sırasında ayırt edici özelliklerin anlatılmasına özen gösterilir. Yazarın, gördüklerini okuyucunun gözünde canlanacak biçimde anlatmasıyla oluşan bir anlatım biçimidir. Betimlemede asıl olan görselliktir. Bu nedenle gözle algılanan renk ve biçim ayrıntılarına büyük yer verilir.

Örnek: Büyük kubbeli serin divan, bugün daha sakin, daha gölgeliydi. Pencerelerinden süzülen mavi, mor, sincap rengi bahar aydınlığı, çinilerinin yeşil derinliklerinde birikiyor, koyulaşıyordu. Yüksek ipek şiltelere diz çökmüş yorgun vezirler, önlerindeki halının renkli nakışlarına bakıyorlar, uzun beyaz sakalını zayıf eliyle tutan yaşlı sadrazamın sönük gözleri, çok uzak, çok karanlık şeyler düşünüyor gibi, var olmayan noktalara dalıyordu. (
Ömer Seyfettin-Pembe İncili Kaftan)

PORTRE:

 

Kişilerin dış görünüşlerini (fiziksel) ve karakterlerini (ruhsal durum) tanıtan betimlemedir.
Kişi betimlemelerine portre denir. Portre; fiziksel portre ve ruhsal portre olarak ikiye ayrılır.

1. Fiziksel portre: Kişilerin dış görünüşlerinin anlatıldığı betimlemedir. Betimlemede kişiyi, diğer kişilerden ayıran fiziksel özellikler belirtilir. Portresi çizilen kişi hakkında özel görüş ve izlenimler de verilebilir.

Örnek: Fizik olarak Grandet, kısaca boylu, tıknaz, dört köşe biriydi, bacakları kalın, dizleri ağaç gövdeleri gi­bi güçlü, omuzlarıysa genişti. Yuvarlak, güneş yanığı, çiçek bozuğu bir yüzü vardı. Çenesi düz, dudak­ları kıvrıntısız, dişleri de beyazdı. Gözlerinin durgun, ölü gibi bakışı kabaca kertenkele bakışı denilen tür­dendi. Derin çizgili alnı, yüzden insan doğasını keşfeden bir uzman için hiç de anlamsız sayılmayacak biçimde çıkıntılıydı.“ (Balzac-Eugenie Grandet)


2. Ruhsal portre:


Kişilerin karakter özelliklerinin anlatıldığı betimlemedir.​

Örnek: Şakaklarından, ensesinden sarkan düz, parlak, koyu siyah saçlar altında sarı, süzgün, küçük yüzüne: genişlememiş kemikleri üstünde donuk esmer rengiyle zayıf izdüşümleri görülen kaslarına; yırtık gömleğiyle paçaları parçalanmış pantolonunun içinde ince bir değnek gibi du­ran narin vücuduna bakılsa belki daha küçük zannedilirdi. Fakat ince yay gibi kaşlarının altında daima uyanık bir zekâ parlaklığıyla gülümser, bütün sokak çocuklarında vaktinden önce ortaya çıkan hayat tec­rübesi ile görmekte, anlamakta düşünce gücünü gösterir gözleri, belki on iki yaşından daha büyük ola­bileceğini zannettirirdi. (Kar Yağarken-Halit Ziya Uşaklıgil)

8. ÖZETLEME TEKNİĞİ:


 Daha çok eski klasik eserlerde görülen bu teknikte, varlığı kuvvetle hissedilen anlatıcının olayları, kişileri veya hakkında bilgi vermek istediği herhangi bir şeyi özetleyerek anlatması esastır.

                Özetleme, “zaman atlaması” ve “olay genellemesi” tekniklerini kapsayan bir yöntemdir.


“Aradan altı ay geçti”, “ Üç aydır önemli bir olay gerçekleşmedi. (zaman atlaması)

                Olay genellemesi zaman atlama şeklinden daha çok yayılma şeklinde gerçekleşir. Dolaylı ve kahraman olmayan anlatıcı merkezli geriye dönüşle olur.

9. GERİYE DÖNÜŞ TEKNİĞİ :

 

Bir eserde olayların zaman sırasını bozarak geçmiş bir zamana ya da ola­ya dönme yoludur.

Örnek: Emir Bey’e baktı, yüzü gergin ama solukları düzgün. İki yıl önceki yangının son yuttuğu evi hatırladı. Aram Usta’nın oturduğu evi. Az yukarda, üç yol ağzındaydı. Şimdi, arta kalan yığıntıda kuzukulağı, hindiba yetişiyor. Evin tahta perdeyle sokaktan ayrılmış bahçesinden mimoza ve nisan gülü dalları sarkardı dışarı. Küçükken, o köşede oyun oynamaktan korkmuştu hep. Kendinden sonra gelenler de korktular. Daha aşağı inip, Mumhane Sokağının sert bir dönemeçten sonra caddeye doğru uzanan sağ yanında oynadılar. Yumuşak kayalardan oyulmuş eski Mumhanenin önünde. (Ayla Kutlu)

NOT: Bunlardan başka ayrıca pastiş, parodi, ironi, fotoğraf (kamera), mektup, günlük, otobiyografi vb. anlatım teknikleri de vardır.

 

HİKAYE TÜRÜNÜN GELİŞİMİ

·           Dünya edebiyatında hikâye türünün ilk örneği, İtalyan yazar Boccaccio’nun (Bokasyo) Decameron Hikâyeleri Hikâyeleri (Dekameron) kabul edilir. 

·           18. yüzyılda Voltaire (Volter), hikâye türünde eserler vermiştir.

·           19. yüzyılda romantizm ve realizm akımlarının etkisiyle de Batı’da hikâye türü karakteristik özelliklerine ulaşmıştır. Alphonse Daudet (Alfons Dode), Guy de Maupassant (Giy di Mupason) gibi sanatçılar bu türde eser veren sanatçılardır. 

·  Guy de Maupassant  klasik hikâye (Olay hikayesi) türünün temsilcisidir. Rus yazar Anton Pavloviç Çehov (Anton Pavloviç Çehov) ise durum (kesit) hikâyesinin temsilcisidir.

·            Edebiyatımızda destan, masal, halk hikâyesi, meddah hikâyeleri, mesneviler hikâyeciliğimizin ilk örnekleri olarak verilebilir. Batılı tarzda ilk hikâye örnekleri edebiyatımızda Tanzimat Dönemi’nden itibaren verilmeye başlanmıştır. Tanzimat’tan sonra Edebiyatıcedide Dönemi’nde de tekniğin güçlü olduğu hikâyeler yazılmıştır. Millî Edebiyat Dönemi’nde ise sanatçılar millî kaynaklara yönelmişler; millî tarihi, Anadolu’nun sosyal hayatından konuları hikâyelerde ele almışlardır.

KISACA TÜRK EDEBİYATINDA HİKAYE

·  Hikâye, Türk edebiyatında Tanzimat Dönemi’nde Batı’dan girmiş ve bu türün ilk örnekleri bu dönemde yazılmaya başlanmıştır.

·  Edebiyatımızdaki ilk yerli hikâye örnekleri Ahmet Mithat Efendinin yazdığı Letâif-i Rivâyât ve Kıssadan Hisse’dir. (1870)

  • Batılı anlamda ilk hikâye Sami Paşazade Sezai’nin Küçük Şeyler adlı eseridir.
  • Türk edebiyatında Ömer Seyfettin Maupassant (Mupason) tarzı hikâyenin, Sait Faik Abasıyanık da Çehov tarzı hikâyenin öncüsü kabul edilir

 

HİKÂYE TÜRLERİ

Durum ( Kesit/Çehov Tarzı) ) Hikayesi:

• Bir olayı değil günlük yaşamın herhangi bir kesitini ele alıp anlatan öykülerdir Serim, düğüm, çözüm planına uyulmaz
• Belli bir sonucu da yoktur.
Merak ve heyecandan çok duygu ve hayallere yer verilir; fikre önem verilmez, kişiler kendi doğal ortamlarında hissettirilir.
• Olayların ve durumların akışı okuyucunun hayal gücüne bırakılır.
• Bu tarzın dünya edebiyatında ilk temsilcisi Rus yazar Anton Çehov olduğu için “Çehov Tarzı Hikaye” de denir.
• Bizdeki en güçlü temsilcileri: Sait Faik Abasıyanık, Memduh Şevket Esendal ve Tarık Buğra’dır.


Olay öyküsü “Maupassant tarzı öykü”

• Bu tarz öykülere klasik vak’a öyküsü” de denir.
• Bu tür öykülerde olaylar zinciri, kişi, zaman, yer öğesine bağlıdır.
• Olaylar serim, düğüm, çözüm sırasına uygun olarak anlatılır.
• Olay, zamana göre mantıklı bir sıralama ile verilir, düğüm bölümünde oluşan merak, çözüm bölümünde giderilir.
• Bu teknik, Fransız sanatçı Guy de Maupassant (Giy di Mupason)  tarafından geliştirildiği için bu tür öykülere “Maupassant tarzı öykü” de denir.
• Türk edebiyatında bu tarz öykücülüğün en büyük temsilcisi Ömer Seyfettin’dir. Ayrıca Refik Halit Karay, Reşat Nuri Güntekin, Yakup Kadri Karaosmanoğlu Orhan Kemal, Samim Kocagöz, Necati Cumalı, Talip Apaydın da olay türü öykücülüğünün temsilcileri arasındadır.

 

OLAY VE DURUM HİKAYESİ FARKLARI

 

(Olay Hikâyesi)

 (Durum Hikâyesi)

Serim, düğüm, çözüm bölümlerinden oluşan düzenli bir planı vardır.

Serim, düğüm, çözüm planına uyulmamıştır.

Olay ağırlıklıdır.

Durum ağırlıklıdır.

Merak ögesi canlı tutulmuştur.

Merak ögesi ön plana çıkarılmamıştır.

Hikâye beklenmedik bir sonla bitirilmiştir.

Hikâyede bitmemişlik duygusu söz konusudur.



Küçürek Öykü (Minimal Öykü) Nedir?

Hikayelerin bir alt dalı olarak kabul gören ve çok kısa bir şekilde yazılmakla beraber yoğun bir anlatım içeren yazılara Küçürek hikayesi” ya da “Minimal hikayesidenilmektedir. Bu adlar dışında Türk Edebiyatı’nda Öykücük, kısa öyküler, kısa kısa öyküler, minik öykü” gibi değişik isimlerle de anılmıştır.
“Dünya edebiyatında “flash fiction”, “short‐short story”, “anlık kurmaca” diye tanımlanır. Franz Kafka, Max Jacob küçürek öykünün temsilcileridir.

Özellikleri

*Küçürek hikaye yoğun bir öykü türüdür. Az kelimeyle bir şeyler anlatmak amacı güdülür.
*Çok kısa olmalarına rağmen bu hikâyeler yazarının dile hâkimiyetini, kelime dağarcığını, kurgu yeteneğini, duygu ve düşünce dünyasının derinliğini gösteren hikayelerdir
*Küçürek hikâyenin üç önemli belirleyici özelliği vardır: Kısalık, yoğunluk ve birlik.
*Anlam yoğunluğu, doku zenginliği ve biçim sıklığı dikkat çeker.
*Bu hikâyeler; betimlemeye ve çözümlemeye dayanmayan, yalnızca bir anın saptaması olan anlatılardır.
*Yazar, okuyucu üzerinde sanatsal bir etki yaratmak ve bu etkiyi artırmak amacıyla yazar.
*Okuyucuyu şaşırtmak, öykünün başını ve sonunu okuyucuya bırakmak, küçük ve sıradan duyguları etkileyici bir tarzda anlatmak özellikleriyle öne çıkar.
*Mesaj, öğüt, eğiticilik gibi didaktik amaçlar içermez.
*Yabancılaşma, umutsuzluk ve bunaltı gibi ana temalar üzerine kurulan küçürek hikâyeler daha çok bireysel ögeleri ön plana çıkarır.
*Klasik hikayedeki serim, düğüm, çözüm bölümleri yoktur. Bu bölümler okurun düş gücüne bırakılır.
Yazar, çoğu zaman mecazlı bir dille imgeler kurar ve onların gücünden yararlanarak hikayesini anlatır.
Edebiyatımızda ilk olarak Cumhuriyet Döneminde görülür.

Önemli Temsilcileri

Ferit Edgü, Necati Tosuner, Hulki Aktunç, İsmet Kür Haydar Ergülen, Rasim Özdenören, Ayfer Tunç

KÜÇÜREK HİKAYE ÖRNEKLERİ
ÖÇ
Köyün en hoppa kızını, köyün en aptal gencine verdiler. Sayısız çocukları oldu ama hiçbiri o aptal gençten değildi.
(Ferit Edgü)
FOTOĞRAF
Gülfidan Kalfa saray artığıydı. Doksanına yaklaşmış Sudanlı, Kadıköy çarşısının tek kadın eskicisiydi. Odasında namaz
kılarken, duvardaki Celal Bayar resmini tersine çeviriyordu. Yastığı altında bir hançerle uyurdu. Re’fet Paşa İstanbul’a
girdiğinde, kalfa, bir elinde sancak, komutanın atını yedmişti. Tek fotoğrafı, bu olayı gösteren fotoğraftı. Öldüğünde, hiç
kimsenin tanımadığı bir zenci çıkageldi, Kalfa’nın lokmasını döktü ve aynı akşam, adını bile kimseye söylemeden sırrolup
gitti. (Hulki Aktunç)
Tortu
Sadece kemanını vermedim. Yıllar sonra yeğenine armağan ettim. O da öğrenememiş doğru dürüst, evlerinin bir duvarına asmış.Ben zaten hiç beceremedim, hiçbir şey, iç yangını anılar yaratmaktan başka. (Vüs’at O. BENER, Kara Tren)

 

BEN MERKEZLİ HİKAYE (BİREYİ BİREY OLARAK ELE ALAN HİKAYELER

  • Gözlem ve olaylardan hareketle bireysel bunalımların, iç çatışmaların anlatıldığı hikâyelerdir.
  • Bu hikâyelerde yazarın kişiliğiyle hikâye kahramanının kişiliği iç içe girmiştir.
  • Gerçeklikle hayaller bir arada verilir.
  • Hikâyenin kahramanı kendini çevreleyen dünyayı kendi iç dünyasının bu­lunduğu ruh hâline göre anlatır; düşlerine sığınır.
  • Ben merkezli hikâyeler, olay hikâyesinden çok durum hikâyesine yakındır.
  • I. tekil kişili anlatıcı (kahraman anlatıcı bakış açısı) kullanılır.
  • Hikâyeler çarpıcı ve beklenmedik bir sonla bitirilir.
  • Hikâye kahramanı genellikle düş dünyasına sığınır. İlk defa batıda görülen bu tarz hikâyenin önde gelen temsilcisi Franz Kafka'dır.
  • Ben merkezli öykünün Türk edebiyatındaki ilk temsilcisi Haldun Taner'dir. Bilge Karasu, Oğuz Atay ve Nezihe Meriç de bireyi birey olarak ele alan (ben merkezli) hikâyeler yazmışlardır

1960 SONRASI DÖNEMDE CUMHURİYET DÖNEMİ’NDE HİKÂYE

1960’lı yıllarda sosyal ve siyasi gelişmelere bağlı olarak Türk hikâyeciliğinde farklı eğilimler ortaya çıkar. Bu dönemde hikâye türünde eser veren yazar sayısı artar, farklı eğilimleri yansıtan eserler kaleme alınır. Buna bağlı olarak hikâyelerde ele alınan temalar da çeşitlenir. Bu dönemde Türk hikâyeciliğinde tema ve kurgu bakımından tamamıyla yenilikçi gelişmeler yaşanır.

Cumhuriyet Dönemi’nde 1960’tan sonra hikâye yazarları toplumsal sorunların yol açtığı kaygı ve bunalımları geleneksel anlatımın dışına çıkarak psikolojik çözümlemeler yoluyla yansıtmışlardır. Alışagelmiş tema ve kurgulama yönteminin dışına çıkarak yeni arayışlar içine girme, 1960 sonrası hikâye yazarlarının ortak eğilimidir. Bu dönemde içerik olarak bireyin bunalımı, toplumla uyuşamama, huzursuzluk, yabancılaşma ve yalnızlık gibi temaların ele alındığı modernist hikâyeler yazılır. Modernist anlayışın yansıması olarak hikâyelerde bilinç akışı, iç konuşma, geriye dönüş gibi anlatım teknikleri
kullanılır.
Modernist hikâyelerde klasik hikâyede esas olan olay, kişi, çevre vb. unsurları önemsizleştirilerek bakış açısı, çağrışım, imge ve ironi ön plana çıkarılır. Modernist anlayışla kaleme alınan hikâyelerde dün-bugün-yarın şeklinde ilerleyen klasik zaman akışı yerine zamanda geriye dönüşler ve ileriye sıçramalarla zaman zincirinin kırıldığı, parçalı bir zaman akışı tercih edilir.

Türk edebiyatında Oğuz Atay, Yusuf Atılgan, Nezihe Meriç, Ferid Edgü, Haldun Taner, Bilge Karasu, Adalet Ağaoğlu, Füruzan, Vüs’at O. Bener, Latife Tekin, Leyla Erbil, Orhan Duru gibi yazarların eserlerinde modernizmin yansımaları görülür.

1970’li Yıllar


1970’li yıllarda ise dönemin önemli siyasi ve toplumsal olayları Türk hikâyeciliği üzerinde etkili olur. Yazarlar bu dönemde ideolojilerini ön plana çıkaran eserler verirler. Hikâyelerde daha çok siyasi, toplumsal ve günlük konular ele alınır. Türk hikâyeciliği, yeni hikâyecilerin ve usta yazarların kaleme aldığı yeni eserlerle çeşitlenir, zenginleşir.
1970’li yıllardan itibaren modern hikâyeyle birlikte postmodern hikâyeler yazılmaya başlanmıştır. Oğuz Atay, Yusuf Atılgan, Nazlı Eray, Murathan Mungan, Latife Tekin, Bilge Karasu, Pınar Kür, Metin Kaçan, İhsan Oktay Anar, Murat Gülsoy, Sema Kaygusuz, Erendüz Atasü, Müge İplikçi, Küçük İskender gibi yazarlar hikâyelerinde postmodernist eğilimlere yer veren isimler arasında sayılabilir.
Bu dönemde Adalet Ağaoğlu, Tomris Uyar, Füruzan gibi yazarlar toplumcu gerçekçilik anlayışıyla hikâyeler yazarken Mustafa Kutlu, Sevinç Çokum, Rasim Özdenören gibi yazarlar, dinî ve millî duyarlılıkları yansıtan hikâyeler kaleme alırlar.

1980’li Yıllar

Dünyadaki siyasal, ekonomik ve toplumsal değişiklikler ülkeleri etkilemiştir. Bu değişimler; genelde sanata, özelde ise edebiyata yansımış ve yön vermiştir. 1980’li yıllar dünyadaki ve Türkiye’deki siyasal değişimlerin yaşandığı dönem olarak tarihe geçmiştir. 1980 İhtilali ile Türkiye oldukça karışık bir siyasal ve toplumsal ortamla karşı karşıya kalmıştır. Bu dönem birçok şeyin başlangıcı olduğu gibi edebiyatımızda da yeni bir dönemi başlatmıştır.

Özellikle siyasi darbe sanatçıları toplumdan koparır ve iç dünyalarına yöneltir. Dönemin sanatçıları; toplumsal sorunlardan uzaklaşır, bireyin kendi içindeki gerçekleri daha fazla öne çıkararak bireysel temaları ele alırlar. Yeni ve farklı bir hikâye dili oluşturarak gözleme dayalı bir olayı ve durumu anlatmak yerine şiirsel, bölük pörçük, denemeyi andıran hikâyeler kaleme alırlar. Bu hikâyelerde kendini merkeze yerleştiren yazar; dünyayı, çevreyi kendine göre yorumlar.

Bu dönemde 1980’den önceki kuşaklardan gelen hikâye yazarlarının yanı sıra Murathan Mungan, Cemil
Kavukçu, Ayfer Tunç, Murat Gülsoy, Murat Yalçın, Nalan Barbarosoğlu, Özcan Karabulut, Müge İplikçi,
Nazan Bekiroğlu gibi yeni yazarlar da dil ve anlatım biçimi, konu ve kurgu bakımından özgün eserler verirler.

1990’ların başında SSCB’nin dağılması, küreselleşme çabaları gibi birtakım değişimler insanların ve toplumların kaderini tayin etmeye başlamıştır. Bu dönemde toplumcu edebiyat büyük bir yara alırken sosyalizmin çöküşü gibi dünyadaki önemli gelişmelerle birlikte ideolojilere karşı bakış açısı değişmiş, kimlik bunalımı ve buna bağlı olarak yeni arayışlar başlamıştır. Türk hikâyeciliğinde varoluşçuluk akımı etkili olur

Okuduğunuz “Sancho’nun Sabah Yürüyüşü” adlı hikâye Haldun Taner tarafından 1969 yılında yazılmıştır. Hikâyenin kahramanı Sancho bir köpektir ve hikâyede ona benzer daha birçok köpek vardır. Bunlar, kendi aralarında bir “köpek sosyetesi” oluşturmuştur. Dünya edebiyatında insan davranışlarını hayvanlar üzerinden anlatan hikâyeler çok eskidir. Fransız edebiyatında La Fontaine’in yazmış
olduğu hayvan masalları, buna örnektir. Haldun Taner’in hikâyesi, masaldan çok,
“gerçekçi hikâye”
anlayışıyla yazılmıştır. Yazar, hikâyesinde “belli bir zaman ve mekânda yaşanan gerçek hayatı” anlatmıştır. Bunu yaparken de insanlara çok yakın olan köpekleri sembol olarak kullanmıştır.

Öyküleri ve oyunlarıyla çağdaş Türk edebiyatının öncü yazarlarından olan Haldun Taner, Türk
hikâyeciliğinin gelişiminde etkili olmuştur. Öykülerinde bireyin toplum içindeki yaşantısından yola çıkarak toplumun aksayan yönlerini
ironik bir üslupla ele almıştır.

Modernizm Nedir ?


Modernizm, bütün dünyada yankılar uyandırmış bir sanat-edebiyat akımıdır.“Modernizm”i kısaca “geleneksel olanı reddetme tavrı” olarak tanımlayabilir, bu anlamda
modernizmi benimseyen hikayeci ve romancıların geleneksel ve yerleşik roman anlayışını reddettiklerini söyleyebiliriz. Modernizmin doğuşunda 1.ve 2.Dünya Savaşları’nın insanlık
üzerindeki yıkıcı etkileri büyük rol oynamıştır. İnsan, yaşadığı dünyada hep acılarıyla baş başa kalmış ve yalnızlıktan kurtulamamıştır. Öyleyse insanın bu durumunu anlatmak
gerekir. Modernist yazar, gerçekten,
düşten, bilinç ve bilinçaltından birer tutam alarak hepsini beraberce yoğurur ve hikayesini biçimlendirir.


Modernist yazarların temsilciliğini
Franz Kafka, Albert Camus, J.P. Sartre yapmaktadır.Modrnizmde varoluşçuluk etkileri görülür. Burjuva toplumuna karşı isyancı yaklaşımı destekleyen varoluşçuluk, eserlerde özellikle küçük burjuva aydınının ruhsal bunalımlarının işlenmesine neden olmuştur. Modernist edebiyat bu yüzden “bunalım edebiyatı” olarak da adlandırılmıştır.


“Modernizm”i esas alan eserlerde;


İnsan, karmaşık bir varlık olarak sunulur.
Bireysellik ve bireyin kozmik yalnızlığı anlatılır.
Bireysel ve toplumsal huzursuzluk geniş biçimde işlenir.
İnsanın
geleneklere isyanı ve toplumdan kaçışı ele alınır.


Modernizmi Esas Alan Eserlerin Özellikleri


*Bireyin bunalımları, toplumla çatışmaları ve huzursuzlukları anlatılır.
*Eserlerde
“bilinç akışı” tekniği kullanılır; diyaloglara ve hikaye etmeye pek yer verilmez.
*Kişilerin psikolojik özellikleri ön plandadır, toplum içindeki statü ve rolleri pek önemsenmez.
*
Anlatımda geleneksel yapı reddedilir.
*Klasik romanda temel alınan “olay, karakter ve çevre” unsurları önemsizleştirilmiş;
“simge, imge ve bakış açısı” gibi öğeler öne çıkarılmıştır.
*Anlatımda sıradan bir zaman akışı kullanılmaz, anlatı kişisi aynı zaman dilimi içinde değişik zaman dilimlerini yaşar.
*Bu eserlerde
insan duygu, düşünceleriyle karmaşık ve çok yönlü bir varlık olarak tanıtılır.
*Dil ve anlatımda geleneksel tekniklerin dışına çıkılır, anlatıcı birey bilinciyle kendi “ben”ini öne çıkarır.
*Anlatımda
şiirsel bir söyleyiş amaçlanır.
*
Bireysel yalnızlık ve toplumdan kaçış eserlerde işlenen kahramanların karakteristik özelliğidir.
*Olayın temel alındığı anlatılarda
“çağrışım”a çok yer verilir.
*
Alegorik (simgesel) bir anlatım görülür.
*Geleneksel tekniklerin dışına çıkılarak
bilinç akışı,iç konuşma, iç çözümleme, parodi,pastiş,geriye dönüş gibi anlatım teknikleri kullanılmıştır.


Batı edebiyatında bu türün önemli temsilcileri şunlardır:


James Joyce, Robret Musil, Virgina Wolf, Henry James, Marcel Proust


Türk edebiyatında önemli modernist sanatçılar ise şunlardır:


Sait Faik Abasıyanık, Ferit Edgü, Bilge Karasu, Yusuf Atılgan, Orhan Pamuk, Fürüzan, Oğuz Atay, Rasim Özdenören, Adalet Ağaoğlu, Vüs’at O. Bener, Nezihe Meriç, Elif Şafak


POSTMODERNİZM ?


Post: Sonraki, sonra gelen / Modern: Şimdiki, yaşanmakta olan / İzm: Belirli düşünce, Modernizmden sonra gelen, onu eleştiren, onun özelliklerine karşı gelen veya onu tamamlayan bir düşünce hareketidir. Burada iki nokta vardır. Modernizmden sonra gelmesi ve onun eksik yönlerini tamamlaması.
“Postmodernizm:1970’lerden başlayarak bugüne kadar Batı modernizminin ve onunla ilgili Aydınlanma ve hümanizm projelerinin politik güç ve çıkar amacına hizmet eden normlarını
sorgulayan, onun düşünce yapısını çözen, çelişkilerine, çarpık ve kendine dönük norm ve yaklaşımlarına ışık tutan en önemli eleştiri yöntemidir"

1970'lerden sonra görülür.

Modernizmin insanda oluşturduğu yıkım anlatılır.

Dil oyunlarına başvururlar.

Konu değil şekil/işleniş önemlidir.

Yeni anlatım teknikleri kullanılır.

Gizem ve farkındalık yaratma amaçlanır

Haldun Taner (1915-1986)
Istanbul’da doğdu. Galatasaray Lisesinden sonra Almanya’da
Siyasal Bilgiler Fakültesinde okudu. Yurda dönünce Istanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirdi. Edebiyat Fakültesinde tiyatro tarihi dersleri verdi. Tercüman, Milliyet gazetelerinde çalıştı. Istanbul’da vefat etti.

 İlk hikâyesi Töhmet”, “Haldun Yağcıoğlu” takma adıyla Yedigün dergisinde çıktı. Iç ve dış gözlemi güçlü, zengin bir kültürle yüklü konularını yergileme ve güldürme yanlarından etkileyici bir güçle işleyen edebî kişiliğe sahiptir. Hikâye ve oyunlarında sadece kişisel planda kalmamış, bugünün toplumsal sorunlarına da yönelmeyi hedeflemiştir. Düşüncelerden olay değil, olaylardan düşünce çıkardı. Türk edebiyatında epik tiyatro ve kabare tiyatrosunun öncüsü olan Haldun Taner’in canlı, neşeli, nükteli, meddah konuşmalarına kaçan, işlediği tipleri şiveleriyle ele alan bir üslubu vardır.

Başlıca eserleri: Yaşasın Demokrasi, Tuş, Şişhaneye Yağmur Yağıyordu, Ayışığında “Çalış-kur”, On İkiye Bir Var, Konçinalar, Sancho’nun Sabah Yürüyüşü (hikâye); Dışarıdakiler, Ve Değirmen Dönerdi, Fazilet Eczanesi, Lütfen Dokunmayın, Günün Adamı, Huzur Çıkmazı, Keşanlı Ali Destanı, Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım, Eşeğin Gölgesi, Zilli Zarife, Sersem Kocanın Kurnaz Karısı (oyun); Hak Dostum Diye Başlayım Söze (söyleşi).

PARASIZ YATILI  FİRUZAN

1971’de “Parasız Yatılı” adlı eseri ile Sait Faik Hikâye Armağanı alan Füruzan, bu ödülü kazanan ilk kadın yazardır. Yazarın “Parasız Yatılı” adlı kitabında yer alan “Ah Güzel Istanbul”, “Haraç” ve “Bir Evin Dıştan Görünüşü” adlı öyküler Viyana, Münih ve Zürih’te aynı anda yayımlanır. Füruzan, 1974’te bir üniversite tarafından Almanya’ya davet edilir. Yazarın bu dönemdeki Almanya izlenimleri ve Ruhr bölgesinde maden ocağı isçileriyle yaptığı çalışmaları, 1977’de “Yeni Konuklar” adıyla neşredilir. 1994’te Bosna Hersek, Makedonya ve Yunanistan’a gitmiş olan yazarın buralarda edindiği izlenimleri “Balkan Yolcusu” adı altında yayımlanır.

Füruzan, gerek eserleri gerek ele aldığı konuları gerekse bu konuları ele alış biçimiyle Türk edebiyatındaki önemli kadın yazarlardandır. Füruzan’ın eserlerindeki temalar ve toplumsal eleştiriler yaşadığı çağın yansımalarıdır. Birey yerine toplumu, daha çok toplumdaki kadınları ve çocukları ele alan yazar, eserlerinde derin sınıf ayrımlarına ve içi boşaltılmış geleneklere yer verir.Yazar bir anlamda
toplumla hesaplaşır.
Bütün bu hesaplaşmalar çarpık düzenin, hızla değişen dünyanın bir parçasıdır.
“Parasız Yatılı” hikâyesinde kocası ölen bir kadının sekiz yaşındaki kız çocuğu ile verdiği mücadele anlatılır. Kadın geçinebilmek için hastabakıcı olur. Bu arada kız çocuğu ilkokulu pekiyi ile bitirir. Ailenin maddi durumu hâlâ  kötüdür. Bundan dolayı anne, kızını parasız yatılı okula verir. Bu, onlar için bir kurtuluş olacaktır. Kız, öğretmen çıktıktan sonra annesiyle birlikte Anadolu’da bir köye gidecek ve mesut bir hayat yaşayacaktır. Hikâyede anne ile kızı, parasız yatılı okulun giriş sınavına giderken görülür. Yazar, yeni bir anlatış tarzı ile bu basit olayı ve basmakalıp konuyu tesirli hâle getirir. Hikâye sanatında önemli olan, olay veya konudan çok anlatış tarzıdır. Çocuklar, aşk, aile hayatı, fakirlik, keder, sevinç, açlık, hayal, ümit gibi temalar insanlığın yaşadığı, bildiği sıradan şeylerdir. Fakat Füruzan yeni bakış, yeni anlatış tarzları ile bilinen konulara bir duyarlılık getirir ve onlar üzerinde okuyucuyu yeniden düşündürür. Hikâyenin yapı bakımından dikkati çeken özelliklerinden biri, sıralı zaman anlayışının kırılarak hayatın çeşitli anlarının, annenin konuşmaları, kızın hatırlamaları vasıtasıyla bir arada verilmiş olmasıdır. Kullanılan anlatım teknikleri ve zaman anlayışı bakımından “Parasız Yatılı” adlı hikâye modernist anlayışın izlerini taşımaktadır. Yazar, öykücülüğü ile ilgili şu ifadeleri kullanır:  “Öykülerimde yaşadığım dönemin tanıklığını yapmak çabasındayım. Bu tanıklık birikimimle, dünya görüşümle, insana yaklaşımımla kuruluyor. Acıyı, direnci, sevgiyi bu duyguları aklıyla bileyip kuşaktan kuşağa ileten gerçek insanı geliştirip savunma çabasındadır benim inandığım sanat yapıtları. Sanatçı suçluyu yargılarken, o suçu besleyen toplum yapısını yıkma işlevini de yüklenmiş oluyor.”

Füruzan (1935-)

Asıl adı Feruze Çerçi’dir. Istanbul’da doğdu. Ortaokuldan sonra öğrenimini sürdüremedi. Bir süre tiyatro topluluğunda çalıştı. İlk hikâyesi, Seçilmiş Hikâyeler dergisinde yayımlandı. Kişileri, olayları; insancıl, abartısız, iyimser bir bakış açısıyla ele alan hikâyeleri edebiyat çevrelerinde ilgi ile karşılandı.

Hikâye, roman, röportaj, şiir, gezi, tiyatro türlerinde eserler verdi. Ancak asıl ününü hikâyeci kimliğiyle kazandı.
Sanatçının anlatımında olaydan çok betimlemelere ve çözümlemelere yer vermesi dikkat çeker.
İlk eserlerinde düşmüş kadınlar, kötü yola sürüklenen küçük kızların, çöküş sürecindeki burjuva ailelerin, yeni yaşama koşullarından bunalan, yurt özlemi çeken göçmenlerin, yoksulluk içinde yaşama savaşı veren, yalnız kalmış kadınların, çocukların dramına sevecen bir bakışla eğilmiştir. Öykülerinin çoğunda anne-kız ilişkisinin önemli bir yer tuttuğu, konunun kadın kahramanlar ile kızları üzerinde odaklandığı, gerçekliği küçük kızların bakış açısıyla işlediği görülür.

Başlıca eserleri: Parasız Yatılı, Kuşatma, Benim Sinemalarım, Gecenin Öteki Yüzü, Gül Mevsimidir, Su Ustası Miraç, Yedi Öykü, Sevda Dolu Bir Yaz Şiiri: Lodoslar Kenti (hikâye); 47’liler, Berlin’in Nar Çiçeği (roman); Redife’ye Güzelleme, Kış Gelmeden (oyun); Yeni Konuklar (Almanya’daki Türk işçileriyle yaptığı röportajlar), Die Kinder der Türkei (Türkiyeli Çocuklar, Almanca yayımlanmış çocuk kitabı), Balkan Yolcusu (gezi yazısı)

Seviç Çokum (1943-...)

Yazın dünyasına lise yıllarında hikâye türüyle başlar.
İlk hikâyesini "Hisar" dergisinde yayımlar.
Eserlerinde geleneksel değerler, milli motifler ve ahlaki hassasiyetler ön plana çıkar.
Hikâyelerine çoğunlukla bir mekân tanıtımı ve olayla başlar. Ortalama Türk insanını belirli bir gelenek içerisinde işler.
İstanbul'un yoksul kesimini ve orta hali ailelerin dünyasını eserlerine taşır.
Kadın tiplerinin dünyalarını başarılı psikolojik tahlillerle yansıtır. Duygularını akıcı ve dokunaklı bir dille tasvir eder.
Hikâyelerinde İstanbul’un geleneksel sosyal dokusundan kesitler sunmaya çalışmış, romanlarında da sosyal konulara ve tarihe değinmiştir.
Fıkra, söyleşi, senaryo, oyun, radyo oyunları gibi türlerde de eser vermiştir.
Millî ve dinî bir duyarlılıkla özellikle kent yaşamındaki insanların kimlik sorunlarına yaklaşmıştır.
Hikâyelerinde sıcak, etkileyici ve cana yakın bir anlatıcı karakteri sergiler.
Süsten uzak, yalın, şiirsel anlatımı tercih eder. İç konuşmalar da eserlerinde önemli bir yer tutar.
Bazı romanında konularını tarihten seçmeyi tercih eder. Türk kimliği üzerinde durur.
"Zor" romanıyla Dündar Taşer Roman Yarışması birincisi olur. "Makina" öyküsüyle 1978'de Milli Kültür Vakfı Özel Jüri Armağanı'nı kazanır. "Hilal Görününce" romanı ile de TYB ve Milli Kültür Vakfı Armağanları'nı kazanır.
hikâye türündeki eserleri :Eğik Ağaçlar, Bölüşmek, Makina ,Derin Yara, Onlardan Kalan ,Onlardan Kalan, Rozalya Ana, Bir Eski Sokak Sesi, Evlerinin Önü, Beyaz Bir Kıyı, Gece Kuşu Uzun Öte

FERİT EDGÜ (1936-  )

Edebiyat dünyasına çeşitli dergilerde çıkan şiirleriyle giren Ferit Edgü, Sait Faik’i okuduktan sonra hikâye ve romana yönelir.
Hikâye ve romanlarında genellikle varlıklı kesim ve aydınların bunalımlarını, bireyin yalnızlığını, yabancılaşma duygusunu, mutsuzluğunu yer yer fantastik bir anlatımla ele alır.
Her zaman yenilik peşinde olan yazar, özgün üslubuyla                     edebiyatımızda önemli eserlere imza atarak hikâye, deneme ve romanlarıyla çeşitli ödüller almıştır.
hikâye türündeki eserleri :Kaçkınlar, Bozgun, Av, Bir Gemide, Çığlık, Ressamın Öyküsü, Doğu Öyküleri, Do Sesi

 

 

2. ÜNİTE: HİKÂYE

ÜNİTE KONULARI


1923-1940 Cumhuriyet Dönemi Hikâyesi
1940-1960 Cumhuriyet Dönemi Hikâyesi

Millî-Dinî Duyarlılıkları Yansıtan Hikâyeler
Bireyin İç Dünyasını Ele Alan Hikâyeler
Toplumcu-Gerçekçi Hikâyeler 

Modernist Hikâyeler

Önce hikâye türünün tanımına ve genel özelliklerine bakalım:

HİKÂYE (ÖYKÜ)

Hikâye, yaşanmış ya da yaşanması mümkün olan olayları veya durumları ilgi çekici bir biçimde anlatan kısa yazılardır. Hikâye, insan yaşamının bir bölümünü yer ve zaman kavramına bağlayarak ele alan düzyazı türüdür. Bir hikâyede olay ya da durum söz konusu olmalı; kişilere bağlanmalı, olay ya da durumun ortaya konduğu yer ve zaman belirtilmeli; bunlar sürükleyici ve etkileyici bir anlatımla ortaya konmalıdır.

Not: Öyküde, olayın geçtiği yer sınırlı, anlatım özlü ve yoğundur. Karakterler belli bir olay içinde gösterilir. Bu karakterlerin de çoğu zaman sadece belli özellikleri yansıtılır.

Hikâyenin yapı unsurları: Olay örgüsü, kişiler, mekan ve zaman…

Hikâyede Plan: Serim, düğüm, çözüm

HİKÂYENİN UNSURLARI


Olay:

Olay, anlatmaya bağlı edebî metinlerin en önemli öğesidir. Edebî metinlerde anlatılan olaylarla gerçek hayatta bire bir karşılaşmak mümkün değildir. Çünkü anlatılanlar kurgulanmış olaylardan ibarettir.

Edebî metinlerdeki gerçekliğin doğal gerçeklikten farkı, "kurmaca bir gerçeklik" olmasıdır.

Kişiler:

  • Öyküdeki olayları ya da durumları kişi veya kişiler yaşar.
  • Öyküde kişi sayısı azdır.
  • Öyküdeki kişilerin fiziksel ve ruhsal durumları uzun uzun anlatılmaz; sadece olayla ilgili belirgin yönleri verilir.
  • Öykü kişileri yalnızca insanlar arasından seçilmez.
  • Canlı, cansız bütün varlıklar öykünün kişisi olabilir.

 

Zaman:

  • Olayların başlaması, gelişmesi, son bulması belli bir zamanda olur.
  • Bazı öykülerde zaman verilmez, sezdirilir.
  • Öykücü zamanı bir düzen içinde vermeyebilir.
  • Olayın veya durumun son bulmasından başlayarak olayın başlama noktasına doğru gelinebilir.

Mekan (Yer):

  • Öykülerde olay veya durum belli bir yerde geçer.
  • Çevre, uzun betimlemelerle verilmez; öyküyü ilgilendiren yönüyle verilir.
  • Olay veya duruma bağlı olarak öyküdeki yer değişse de çevre betimlemesi kısa tutulur.

Çatışma:

Hikâyede olay iki zıt gücün mücadelesi şeklinde ortaya çıkar. Bu mücadele kişiler arasında olabileceği gibi, aynı kişide de toplanabilir. Bu durumda çatışma daha çok kişinin kendi içinde olur. Yani psikolojik bir özellik gösterir. Hikayelerde çoğunlukla bir çatışma söz konusudur. Hemen her hikâye bir çatışma yani bir problem üzerine kuruludur. Çatışma, hikayedeki kişi ya da kişilerin çevresiyle olabildiği gibi kendi iç dünyasında da olabilir. Hikâye kişilerinin çevresiyle olan çatışmasına dış çatışma, kendi iç dünyası, vicdanıyla olan çatışmasına ise iç çatışma adı verilir.

Dil ve Anlatım:

  • Öyküde akıcılığı sağlayan dildir.
  • Bu da yazarın dili kullanma yeteneğine bağlıdır.
  • Dilin kullanımı yazardan yazara değişir; çünkü her yazarın üslûbu farklıdır.
  • Öykü, ya birinci tekil kişinin ağzından ya da üçüncü tekil kişinin ağzından anlatılır.
  • Öyküde bütünlüğü sağlayan öğelerden biri de dil ve anlatımdır.

Not: Bir öykü yazarının dil ve anlatım özellikleri belirlenirken cümle yapıları, kelime kadrosu, akıcılık, nesnellik, öznellik, duygusallık, coşkunluk gibi hususları dikkate almak gerekir.

ANLATICI:

 Anlatıcı, edebî metinlerde anlatıcı, kurmacanın sınırları içinde varlığından söz edilen kişidir. Anlatıcı, yazar ile kurmaca metin arasındaki kişidir. Üç çeşit anlatıcının bakış açısı vardır:

  • a) Kahraman Anlatıcı Bakış Açısı: Bu bakış açısında anlatıcı, eserin kişilerinden biridir.
  • b) Gözlemci Anlatıcı Bakış Açısı: Gözlemci anlatıcı olayların akışını etkilemez, yalnızca bir aktarıcıdır. Amacı okuyucunun anlatılanları daha iyi anlamasını sağlamaktır.
  • c) İlahi Anlatıcı Bakış Açısı: Anlatıcının her şeyi bilip her şeye hâkim olduğu bakış açısıdır. Anlatıcı, kahramanların zihinlerine ve iç dünyalarına girer.

HİKÂYELERDE KULLANILAN ANLATIM TEKNİKLERİ

1.GÖSTERME  (SAHNELEME) TEKNİĞİ:

 

Olaylar, kişiler, varlıklar okuyucuya doğrudan sunulur. Anlatıcı, okuyucu ile eser arasına girmez. Okuyucunun dikkati eser üzerinde yoğunlaşır. Bu teknikte kişilerin konuşmaları ve hareketleri yansıtılarak okuyucunun kendisini eserin kurmaca dünyasında hissetmesi sağlanır.
Gösterme tekniği; diyalog, iç konuşma veya bilinç akışı şeklinde olabilir.

2. DİYALOG TEKNİĞİ

 

Öykü kişilerinin karşılıklı konuşmalarına dayanır ve sıkça kullanılan bir anlatım tarzıdır. Romancıların birçoğu bu teknikten yararlanmıştır çünkü diyalog tekniği roman ve öykünün vazgeçilmez yapı taşlarından birisidir. Diyaloğu vazgeçilmez kılan bu tekniğin işlevselliğidir. Bu bağlamda diyalog; olayın gelişmesinde, kahramanların ruhsal ve sosyal durumlarının açıklanmasında, konuşmalarda yatan kültür ögelerinin saptanmasında (ağız, şive, üslup), eserin daha dinamik bir hale gelmesinde ve hafiflemesinde oldukça etkilidir.

        *Kahramanlar arasında iletişim sağlanır.

        *Böylelikle karakterlerin birbirleriyle olan çatışmalarını ve düşüncelerini okuyucu anlayabilmektedir.

        *Gösterme tekniği aşağıdaki metinde kişilerin karşılıklı konuşması (diyalog) şeklindedir.
                Diyalog tekniği iç ve dış olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Dış diyalog bildiğimiz iki veya daha fazla kişinin karşılıklı konuşmasıdır.

Örnek:
Sadrazam bu adamı tanımıyordu. Sordu:

- Burada mı oturuyor?
- Evet.
- Ne iş yapıyor?
- Biraz zengindir. Vaktini okumakla geçirir. Tanımazsınız efendim. Hiç büyüklerle ahbaplık etmez. Büyük mevkiler istemez.
- Niye?
- Bilmem ama, belki "düşüşü var" diye.
- Tuhaf...
(Ömer Seyfettin-Pembe İncili Kaftan)

3. BİLİNÇ AKIŞI  TEKNİĞİ

  • Kişilerin duygu ve düşüncelerini, her hangi mantıki bir bağ ve gramer kuralı endişesi taşımaksızın, düzensiz bir şekilde ve çağrışım ilkesi paralelinde doğrudan doğruya okuyucuya aktarmaktan ibarettir. Aynı zamanda insanların tanıtılmasında da kullanılan bu teknikte yazar, okuyucuyu kahramanın iç dünyası ile baş başa bırakmayı hedefler. Bu teknikte karakterin iç dünyası tüm boyutlarıyla okuyucunun önüne serilir.
  • Bilinçte yer alan duygu ve düşünceler hızlı ve düzensiz bir şekilde resmedilmeye çalışılır.
  • Anlatıcı aradan çıkar ve bu akışı karakterin kendisi bizzat yapar.
  • Bu anlatım adeta bir sayıklamayı andırır, ifade edilenler arasında mantıki bir bağ olmayabilir.

Anlık izlenimlerden oluşan duygu ve düşünceler dile getirildiğinden aktarılan ifadeler karışık ve düzensiz olabilir. Düşünceler karakterin genellikle kendi ağzından şimdiki zaman şeklinde dile getirilir.

→ Bu teknikte düşüncelere herhangi bir sansür uygulanmadığı gibi genellikle gramer kurallarına da uyulmaz.

→ Anlatılanlarda bilinçsizlikle birlikte anlık imgelerle birlikte sürekli değişen duygu ve düşünceler yer almaktadır.

Dile getirilen düşünceler daha çok kahramanın kendi kendine sayıklaması gibi olduğundan cümleler arasında herhangi bir mantıksal bağ bulunmaz. Cümleler arasında ve söylenenlerde bir mantıksallık olmasa da insan gerçekçiliğini olduğu gibi içten bir şekilde yansıtması bakımından roman ve hikaye anlatım teknikleri içinde oldukça önemli bir yenilik olarak kabul görmektedir.

→ Türk Edebiyatı’nda Oğuz Atay, bilinç akışı tekniğini Tutunamayanlar adlı romanında etkili bir şekilde kullanmıştır. Özellikle bir bölümde kahramanın düşünceleri sayıklamayı andırır şekilde yaklaşık 75 sayfa kadar bu teknikle ifade edilmiştir.

Uyarı Bilinç  akışında düşünceler kahramanın ağzından anlatılması nedeniyle iç konuşmaya benzemektedir. Ancak iç konuşma tekniğinde ifade edilen duygu ve düşünceler daha düzenli ve mantıklıyken bilinç akışında ifade edilenlerde düzensizlik ve gramer hatalarıyla birlikte bir sayıklamaya benzer bir durum söz konusudur.

Örnek:

 

Yollar kalabalıktı. Baktığı yeri gözlerinden en uzun sakladıkları için en çok Bebek tramvayına kızıyordu. Devetüyü paltolu bir kadın görünce yüreği çarptı; ama o değildi. Şapkalıydı. Kalktı. Kapıya yürürken duvardaki takvimi gördü. 7 Mart Cumartesi yazılıydı. 27‟nin yarısı kara yarısı kırmızıydı. Rahatladı. İşte boşuna beklemişti. İnsanların düzeninde bütün ayrıntılar önemliydi. Günlerin adı bile… Bugünün cumartesi olduğunu bilseydi saat birde onu görürdü.” (Yusuf Atılgan-Aylak Adam)

 

 

 

Örnek 2:

Gözlerden iyice uzaklaşmıştım. Yalnız yürümeyi ve saatlerce oturmayı seviyordum. Denizin üstünde martılar adeta yalnızlığıma ortak oluyordu. Arada bir de balık avlamak için suya akın ediyorlardı. Saatlerce oturdum. Her balık yem olduğunda martıların mutluluğuna ortak oldum. Deniz sakindi. Kayalara hafifçe bir dalga vuruyordu. Dalga sesi martılarla karıştı. Fark ettim ki hayatta farklı tonlar var. Belki de onları fark edebilmek gerekiyordu. Bugüne kadar nasıl kaçmıştım her şeyden. Mesela arkadaşlarıma güvenmedim hiçbir zaman. Sanki mutluluklarında ben yoktum. Belki çocukken böyle değildik. Daha saf bir bağlılık vardı aramızda. Ne güzel günlerdi; koşar ve mutluluğa kanat çırpardık. Şimdi martıların balık avlaması kadar basitti mutlu olmak.

4.  İÇ KONUŞMA TEKNİĞİ (İÇ MONOLOG TEKNİĞİ):

 

Kahramanların içsel konuşmalarını aktarmaya dayanan anlatım tekniğidir. İç konuşma tekniğinde, kahramanın duygu ve düşünceleri sesli düşünme şeklinde yansıtılır. Bu anlatım tekniğinde kahraman, karşısında biri varmış gibi kendi kendine konuşur.

Örnek: Bu kedi, tahta masanın üstüne çıkmış, köpeğime durmadan homurdanacak mı? Sandalyenin üstündeki vişneçürüğü rengindeki delik çoraplar... Asmanın yaprakları daha yemyeşil. Bizim bahçedeki kurudu bile. Deniz, Bozburun’a doğru başını almış gidiyor. Uzaklarda görünen, İstanbul’un neresi kim bilir? Sesler neden gelmiyor?

·         Olayların merkezinde yer alan karakterlerin duygu ve düşüncelerinin bizzat karakter tarafından anlatılması tekniğidir.

  • Bu teknikte kahramanlar kendi kendine konuşuyor gibidir.
  • İç konuşma ile karakterin duygu ve düşüncelerini okuyucuyu net bir şekilde görebilmektedir.
  • Anlatıcı aradan çekilir, anlatım birinci ağızdan yapılır.

Örnek 1:Prag der demez içim cız etti. Deminden beri aklıma getirmek istemediğim her şeyi bu sefer zapt etmeme imkân kalmamıştı. Fakat ne diye soracaktım? Benim Maria ile olan münasebetimden onun haberi yoktu, sualime ne mana verecekti? Nereden tanıdığımı sormayacak mıydı?

Örnek 2:Bugün her zamankinden farklı bir şekilde gökyüzünün farklı ama bir o kadar büyüleyici renk tonlarını gözlemlemek mümkündü. Bu sırada can sıkıntımın gitmesini amaçlayarak sahilde yavaş adımlarla yürüyordum. Hava çok sıcak olmasa da üç çocuğun büyük bir eğlenceyle denizde oynadıklarını gördüm. Var mıydı acaba o çocukların aklında hayatla ilgili bir problemin kırıntıları? Oturdum ve onları seyrederek neşelerine bir an olsa da ortak oldum.

Uyarı Öğrenciler iç konuşma ile bilinç akışı tekniğini sıklıkla karıştırmaktadır. İkisi arasındaki en büyük fark iç konuşmada cümlelerin uzun ve birbiriyle bağlantılı yani mantıklı olmasıdır. İç konuşmada konudan konuya geçiş yer almaz.

5. İÇ ÇÖZÜMLEME TEKNİĞİ

  • İç konuşmada olduğu bu teknikte de karakterin duygu ve düşünceleri okuyucuya aktarılır.
  • Ancak buradaki temel fark bu duygu ve düşünceler anlatıcı tarafından yani üçüncü ağızdan anlatılmasıdır.
  • Burada hakim bakış açısı söz konusudur.
  • Bu teknikte kahramanların duygu ve düşünceleri okuyucuya aktarılmaktadır. Anlatıcının bakış açısı her şeyi gören ve bilen, kahramanın iç dünyasına da tanıklık eden ilahi bakış açısıdır.
  • En fazla tercih edilen tekniklerden olan iç çözümleme ile kahramanların iç dünyası olduğu gibi okuyucuya sergilenir.
  • Bu teknikteki amaçlardan birisi de olaylar karşısında insan gerçekliğini yansıtabilmektir. Yani olaylar karşısında insanların olası duygu ve düşüncelerini irdeleyip göstermiş oldukları davranışlar çözümlenir.
  • → Ruhsal betimlemelerin ağırlıkta olduğu bu teknik yazarlar tarafından sıklıkla kullanılmaktadır.
  • İç çözümleme (interior analysis), anlatı türleri içerisinde kahramanların iç dünyası, duygu, düşünce ve hayallerinin ifade edildiği bir anlatım tekniğidir. Bu çözümleme tekniği bilinç akışı tekniğiyle karıştırılabilmektedir. Bu teknik roman sanatında çokça kullanılır.

Örnek 1:

Hasat zamanı geldiğinde bunca emeğinin karşılığını alamayacağını aylar öncesinde anlamıştı. İsteksiz bir şekilde tarlasına gidiyor, akşama kadar zoraki bir şekilde çalışmalarını tamamlıyordu. Yine mi aldığı kararlarla ailesinin bunca emeği boşa gidecekti? Canı sıkılıyor ve kimseyle konuşmak istemiyordu.

Örnek 2:“Eve gitse, biliyordu, gece yarısına dek başka bir şey yapamadan, yukarıdakilerin patırtısına sövecekti… Bol gürültülü, bol dumanlı meyhanelerden birine girdi. Tezgâhın önünde bir boş yer bulup oturdu. Yaklaşan garsona, - Şarap, dedi. Garson, sanki salt onun için buradaymış gibi eğildi. Sanki ötekiler duyacak diye korkuyordu.” (Yusuf Atılgan-Aylak Adam s.40)
Uyarı İç çözümleme ile iç konuşma teknikleri sıklıkla birbirleriyle karıştırılmaktadır. İkisi de kahramanların duygu ve düşüncelerini yani iç dünyasını dile getirse de aralarındaki en büyük fark anlatımdaki bakış açısıdır. İç konuşmada bu duygu ve düşünceler bizzat kahramanın kendisi tarafından dile getirilirken iç çözümleme de ise yazar tarafından dile getirilmektedir.

 

6. ANLATMA (TAHKİYE ETME) TEKNİĞİ:

 

 Anlatma tekniğinde okuyucu ile eser arasına anlatıcı girer. Okuyucu hemen her şeyi anlatıcı kanalıyla görür ve öğrenir. Okuyucunun dikkati anlatıcı üzerinde yoğunlaşır. Anlatma (tahkiye) tekniği; olay anlatımı, kişi tanıtımı, özetleme, iç çözümleme... şeklinde olabilir.

Örnek 1: Mahalle kahvesinin önündeki setin üstü sanki ufak bir bahçecikti. Ortada küçük bir havuz, içinde gazoz şişeleri, etrafında biraz çimen, kınar çiçekleri. Kapının sağ tarafında bazısı giyimli, birtakım da gecelik entarileri, şam hırkaları iler dört beş kişi İstanbul'un son zelzesinden konuşuyorlardı. (Memduh Şevket Esendal-Pazarlık Hikayesi)

Örnek 2: Haftada iki gece dostlara danslı çay veriliyor, en aşağı iki üç gece de başkalarının davetine gidiliyordu. Aşağı sofa ile taşlık arasındaki camekân kaldırılmış, delik deşik duvarlar sarı yaldızlı bir kâğıt ile kaplanmıştı. Davet akşamları taşlıktaki su küpü, sofadaki yemek masası ve daha başka hırdavat eşya mutfağa taşınıyor, yukarıdan kilimler, iskemleler, süslü yastıklar indirilerek bir kabul salonu dekoru kuruluyordu. (Reşat Nuri Güntekin-Yaprak Dökümü)

7. TASVİR (BETİMLEME) TEKNİĞİ

 

 Betimleme en yalın biçimiyle sözcüklerle resim çizme işidir. Varlıkların niteliklerini, bu varlıkların duyularımız üzerinde uyandırdıkları izlenimleri belirtmektir. Betimleme nesnelerin, varlıkların, belirgin özelliklerini tanıtıp göz önünde canlandırmaktır. Bu anlatımda okuyucunun çeşitli duyularına seslenilerek anlatılan varlıkla ilgili izlenim kazanılması amaçlanır. Bu amacın gerçekleşmesi için titiz bir gözlem gerekir. Gözlem sırasında ayırt edici özelliklerin anlatılmasına özen gösterilir. Yazarın, gördüklerini okuyucunun gözünde canlanacak biçimde anlatmasıyla oluşan bir anlatım biçimidir. Betimlemede asıl olan görselliktir. Bu nedenle gözle algılanan renk ve biçim ayrıntılarına büyük yer verilir.

Örnek: Büyük kubbeli serin divan, bugün daha sakin, daha gölgeliydi. Pencerelerinden süzülen mavi, mor, sincap rengi bahar aydınlığı, çinilerinin yeşil derinliklerinde birikiyor, koyulaşıyordu. Yüksek ipek şiltelere diz çökmüş yorgun vezirler, önlerindeki halının renkli nakışlarına bakıyorlar, uzun beyaz sakalını zayıf eliyle tutan yaşlı sadrazamın sönük gözleri, çok uzak, çok karanlık şeyler düşünüyor gibi, var olmayan noktalara dalıyordu. (
Ömer Seyfettin-Pembe İncili Kaftan)

PORTRE:

 

Kişilerin dış görünüşlerini (fiziksel) ve karakterlerini (ruhsal durum) tanıtan betimlemedir.
Kişi betimlemelerine portre denir. Portre; fiziksel portre ve ruhsal portre olarak ikiye ayrılır.

1. Fiziksel portre: Kişilerin dış görünüşlerinin anlatıldığı betimlemedir. Betimlemede kişiyi, diğer kişilerden ayıran fiziksel özellikler belirtilir. Portresi çizilen kişi hakkında özel görüş ve izlenimler de verilebilir.

Örnek: Fizik olarak Grandet, kısaca boylu, tıknaz, dört köşe biriydi, bacakları kalın, dizleri ağaç gövdeleri gi­bi güçlü, omuzlarıysa genişti. Yuvarlak, güneş yanığı, çiçek bozuğu bir yüzü vardı. Çenesi düz, dudak­ları kıvrıntısız, dişleri de beyazdı. Gözlerinin durgun, ölü gibi bakışı kabaca kertenkele bakışı denilen tür­dendi. Derin çizgili alnı, yüzden insan doğasını keşfeden bir uzman için hiç de anlamsız sayılmayacak biçimde çıkıntılıydı.“ (Balzac-Eugenie Grandet)


2. Ruhsal portre:

 

Kişilerin karakter özelliklerinin anlatıldığı betimlemedir.​

Örnek: Şakaklarından, ensesinden sarkan düz, parlak, koyu siyah saçlar altında sarı, süzgün, küçük yüzüne: genişlememiş kemikleri üstünde donuk esmer rengiyle zayıf izdüşümleri görülen kaslarına; yırtık gömleğiyle paçaları parçalanmış pantolonunun içinde ince bir değnek gibi du­ran narin vücuduna bakılsa belki daha küçük zannedilirdi. Fakat ince yay gibi kaşlarının altında daima uyanık bir zekâ parlaklığıyla gülümser, bütün sokak çocuklarında vaktinden önce ortaya çıkan hayat tec­rübesi ile görmekte, anlamakta düşünce gücünü gösterir gözleri, belki on iki yaşından daha büyük ola­bileceğini zannettirirdi. (Kar Yağarken-Halit Ziya Uşaklıgil)

8. ÖZETLEME TEKNİĞİ:

 

 Daha çok eski klasik eserlerde görülen bu teknikte, varlığı kuvvetle hissedilen anlatıcının olayları, kişileri veya hakkında bilgi vermek istediği herhangi bir şeyi özetleyerek anlatması esastır.

                Özetleme, “zaman atlaması” ve “olay genellemesi” tekniklerini kapsayan bir yöntemdir.


“Aradan altı ay geçti”, “ Üç aydır önemli bir olay gerçekleşmedi. (zaman atlaması)

                Olay genellemesi zaman atlama şeklinden daha çok yayılma şeklinde gerçekleşir. Dolaylı ve kahraman olmayan anlatıcı merkezli geriye dönüşle olur.

9. GERİYE DÖNÜŞ TEKNİĞİ :

 

Bir eserde olayların zaman sırasını bozarak geçmiş bir zamana ya da ola­ya dönme yoludur.

Örnek: Emir Bey’e baktı, yüzü gergin ama solukları düzgün. İki yıl önceki yangının son yuttuğu evi hatırladı. Aram Usta’nın oturduğu evi. Az yukarda, üç yol ağzındaydı. Şimdi, arta kalan yığıntıda kuzukulağı, hindiba yetişiyor. Evin tahta perdeyle sokaktan ayrılmış bahçesinden mimoza ve nisan gülü dalları sarkardı dışarı. Küçükken, o köşede oyun oynamaktan korkmuştu hep. Kendinden sonra gelenler de korktular. Daha aşağı inip, Mumhane Sokağının sert bir dönemeçten sonra caddeye doğru uzanan sağ yanında oynadılar. Yumuşak kayalardan oyulmuş eski Mumhanenin önünde. (Ayla Kutlu)

NOT: Bunlardan başka ayrıca pastiş, parodi, ironi, fotoğraf (kamera), mektup, günlük, otobiyografi vb. anlatım teknikleri de vardır.

 

HİKAYE TÜRÜNÜN GELİŞİMİ

·           Dünya edebiyatında hikâye türünün ilk örneği, İtalyan yazar Boccaccio’nun (Bokasyo) Decameron Hikâyeleri Hikâyeleri (Dekameron) kabul edilir. 

·           18. yüzyılda Voltaire (Volter), hikâye türünde eserler vermiştir.

·           19. yüzyılda romantizm ve realizm akımlarının etkisiyle de Batı’da hikâye türü karakteristik özelliklerine ulaşmıştır. Alphonse Daudet (Alfons Dode), Guy de Maupassant (Giy di Mupason) gibi sanatçılar bu türde eser veren sanatçılardır. 

·  Guy de Maupassant  klasik hikâye (Olay hikayesi) türünün temsilcisidir. Rus yazar Anton Pavloviç Çehov (Anton Pavloviç Çehov) ise durum (kesit) hikâyesinin temsilcisidir.

·            Edebiyatımızda destan, masal, halk hikâyesi, meddah hikâyeleri, mesneviler hikâyeciliğimizin ilk örnekleri olarak verilebilir. Batılı tarzda ilk hikâye örnekleri edebiyatımızda Tanzimat Dönemi’nden itibaren verilmeye başlanmıştır. Tanzimat’tan sonra Edebiyatıcedide Dönemi’nde de tekniğin güçlü olduğu hikâyeler yazılmıştır. Millî Edebiyat Dönemi’nde ise sanatçılar millî kaynaklara yönelmişler; millî tarihi, Anadolu’nun sosyal hayatından konuları hikâyelerde ele almışlardır.

KISACA TÜRK EDEBİYATINDA HİKAYE

·  Hikâye, Türk edebiyatında Tanzimat Dönemi’nde Batı’dan girmiş ve bu türün ilk örnekleri bu dönemde yazılmaya başlanmıştır.

·  Edebiyatımızdaki ilk yerli hikâye örnekleri Ahmet Mithat Efendinin yazdığı Letâif-i Rivâyât ve Kıssadan Hisse’dir. (1870)

  • Batılı anlamda ilk hikâye Sami Paşazade Sezai’nin Küçük Şeyler adlı eseridir.
  • Türk edebiyatında Ömer Seyfettin Maupassant (Mupason) tarzı hikâyenin, Sait Faik Abasıyanık da Çehov tarzı hikâyenin öncüsü kabul edilir

 

HİKÂYE TÜRLERİ

Durum ( Kesit/Çehov Tarzı) ) Hikayesi:

• Bir olayı değil günlük yaşamın herhangi bir kesitini ele alıp anlatan öykülerdir Serim, düğüm, çözüm planına uyulmaz
• Belli bir sonucu da yoktur.
Merak ve heyecandan çok duygu ve hayallere yer verilir; fikre önem verilmez, kişiler kendi doğal ortamlarında hissettirilir.
• Olayların ve durumların akışı okuyucunun hayal gücüne bırakılır.
• Bu tarzın dünya edebiyatında ilk temsilcisi Rus yazar Anton Çehov olduğu için “Çehov Tarzı Hikaye” de denir.
• Bizdeki en güçlü temsilcileri: Sait Faik Abasıyanık, Memduh Şevket Esendal ve Tarık Buğra’dır.


Olay öyküsü “Maupassant tarzı öykü”

• Bu tarz öykülere klasik vak’a öyküsü” de denir.
• Bu tür öykülerde olaylar zinciri, kişi, zaman, yer öğesine bağlıdır.
• Olaylar serim, düğüm, çözüm sırasına uygun olarak anlatılır.
• Olay, zamana göre mantıklı bir sıralama ile verilir, düğüm bölümünde oluşan merak, çözüm bölümünde giderilir.
• Bu teknik, Fransız sanatçı Guy de Maupassant (Giy di Mupason)  tarafından geliştirildiği için bu tür öykülere “Maupassant tarzı öykü” de denir.
• Türk edebiyatında bu tarz öykücülüğün en büyük temsilcisi Ömer Seyfettin’dir. Ayrıca Refik Halit Karay, Reşat Nuri Güntekin, Yakup Kadri Karaosmanoğlu Orhan Kemal, Samim Kocagöz, Necati Cumalı, Talip Apaydın da olay türü öykücülüğünün temsilcileri arasındadır.

 

OLAY VE DURUM HİKAYESİ FARKLARI

 

(Olay Hikâyesi)

 (Durum Hikâyesi)

Serim, düğüm, çözüm bölümlerinden oluşan düzenli bir planı vardır.

Serim, düğüm, çözüm planına uyulmamıştır.

Olay ağırlıklıdır.

Durum ağırlıklıdır.

Merak ögesi canlı tutulmuştur.

Merak ögesi ön plana çıkarılmamıştır.

Hikâye beklenmedik bir sonla bitirilmiştir.

Hikâyede bitmemişlik duygusu söz konusudur.



Küçürek Öykü (Minimal Öykü) Nedir?

Hikayelerin bir alt dalı olarak kabul gören ve çok kısa bir şekilde yazılmakla beraber yoğun bir anlatım içeren yazılara Küçürek hikayesi” ya da “Minimal hikayesidenilmektedir. Bu adlar dışında Türk Edebiyatı’nda Öykücük, kısa öyküler, kısa kısa öyküler, minik öykü” gibi değişik isimlerle de anılmıştır.
“Dünya edebiyatında “flash fiction”, “short‐short story”, “anlık kurmaca” diye tanımlanır. Franz Kafka, Max Jacob küçürek öykünün temsilcileridir.

Özellikleri

*Küçürek hikaye yoğun bir öykü türüdür. Az kelimeyle bir şeyler anlatmak amacı güdülür.
*Çok kısa olmalarına rağmen bu hikâyeler yazarının dile hâkimiyetini, kelime dağarcığını, kurgu yeteneğini, duygu ve düşünce dünyasının derinliğini gösteren hikayelerdir
*Küçürek hikâyenin üç önemli belirleyici özelliği vardır: Kısalık, yoğunluk ve birlik.
*Anlam yoğunluğu, doku zenginliği ve biçim sıklığı dikkat çeker.
*Bu hikâyeler; betimlemeye ve çözümlemeye dayanmayan, yalnızca bir anın saptaması olan anlatılardır.
*Yazar, okuyucu üzerinde sanatsal bir etki yaratmak ve bu etkiyi artırmak amacıyla yazar.
*Okuyucuyu şaşırtmak, öykünün başını ve sonunu okuyucuya bırakmak, küçük ve sıradan duyguları etkileyici bir tarzda anlatmak özellikleriyle öne çıkar.
*Mesaj, öğüt, eğiticilik gibi didaktik amaçlar içermez.
*Yabancılaşma, umutsuzluk ve bunaltı gibi ana temalar üzerine kurulan küçürek hikâyeler daha çok bireysel ögeleri ön plana çıkarır.
*Klasik hikayedeki serim, düğüm, çözüm bölümleri yoktur. Bu bölümler okurun düş gücüne bırakılır.
Yazar, çoğu zaman mecazlı bir dille imgeler kurar ve onların gücünden yararlanarak hikayesini anlatır.
Edebiyatımızda ilk olarak Cumhuriyet Döneminde görülür.

Önemli Temsilcileri

Ferit Edgü, Necati Tosuner, Hulki Aktunç, İsmet Kür Haydar Ergülen, Rasim Özdenören, Ayfer Tunç

KÜÇÜREK HİKAYE ÖRNEKLERİ
ÖÇ
Köyün en hoppa kızını, köyün en aptal gencine verdiler. Sayısız çocukları oldu ama hiçbiri o aptal gençten değildi.
(Ferit Edgü)
FOTOĞRAF
Gülfidan Kalfa saray artığıydı. Doksanına yaklaşmış Sudanlı, Kadıköy çarşısının tek kadın eskicisiydi. Odasında namaz
kılarken, duvardaki Celal Bayar resmini tersine çeviriyordu. Yastığı altında bir hançerle uyurdu. Re’fet Paşa İstanbul’a
girdiğinde, kalfa, bir elinde sancak, komutanın atını yedmişti. Tek fotoğrafı, bu olayı gösteren fotoğraftı. Öldüğünde, hiç
kimsenin tanımadığı bir zenci çıkageldi, Kalfa’nın lokmasını döktü ve aynı akşam, adını bile kimseye söylemeden sırrolup
gitti. (Hulki Aktunç)
Tortu
Sadece kemanını vermedim. Yıllar sonra yeğenine armağan ettim. O da öğrenememiş doğru dürüst, evlerinin bir duvarına asmış.Ben zaten hiç beceremedim, hiçbir şey, iç yangını anılar yaratmaktan başka. (Vüs’at O. BENER, Kara Tren)

 

BEN MERKEZLİ HİKAYE (BİREYİ BİREY OLARAK ELE ALAN HİKAYELER

  • Gözlem ve olaylardan hareketle bireysel bunalımların, iç çatışmaların anlatıldığı hikâyelerdir.
  • Bu hikâyelerde yazarın kişiliğiyle hikâye kahramanının kişiliği iç içe girmiştir.
  • Gerçeklikle hayaller bir arada verilir.
  • Hikâyenin kahramanı kendini çevreleyen dünyayı kendi iç dünyasının bu­lunduğu ruh hâline göre anlatır; düşlerine sığınır.
  • Ben merkezli hikâyeler, olay hikâyesinden çok durum hikâyesine yakındır.
  • I. tekil kişili anlatıcı (kahraman anlatıcı bakış açısı) kullanılır.
  • Hikâyeler çarpıcı ve beklenmedik bir sonla bitirilir.
  • Hikâye kahramanı genellikle düş dünyasına sığınır. İlk defa batıda görülen bu tarz hikâyenin önde gelen temsilcisi Franz Kafka'dır.
  • Ben merkezli öykünün Türk edebiyatındaki ilk temsilcisi Haldun Taner'dir. Bilge Karasu, Oğuz Atay ve Nezihe Meriç de bireyi birey olarak ele alan (ben merkezli) hikâyeler yazmışlardır

1960 SONRASI DÖNEMDE CUMHURİYET DÖNEMİ’NDE HİKÂYE

1960’lı yıllarda sosyal ve siyasi gelişmelere bağlı olarak Türk hikâyeciliğinde farklı eğilimler ortaya çıkar. Bu dönemde hikâye türünde eser veren yazar sayısı artar, farklı eğilimleri yansıtan eserler kaleme alınır. Buna bağlı olarak hikâyelerde ele alınan temalar da çeşitlenir. Bu dönemde Türk hikâyeciliğinde tema ve kurgu bakımından tamamıyla yenilikçi gelişmeler yaşanır.

Cumhuriyet Dönemi’nde 1960’tan sonra hikâye yazarları toplumsal sorunların yol açtığı kaygı ve bunalımları geleneksel anlatımın dışına çıkarak psikolojik çözümlemeler yoluyla yansıtmışlardır. Alışagelmiş tema ve kurgulama yönteminin dışına çıkarak yeni arayışlar içine girme, 1960 sonrası hikâye yazarlarının ortak eğilimidir. Bu dönemde içerik olarak bireyin bunalımı, toplumla uyuşamama, huzursuzluk, yabancılaşma ve yalnızlık gibi temaların ele alındığı modernist hikâyeler yazılır. Modernist anlayışın yansıması olarak hikâyelerde bilinç akışı, iç konuşma, geriye dönüş gibi anlatım teknikleri
kullanılır.
Modernist hikâyelerde klasik hikâyede esas olan olay, kişi, çevre vb. unsurları önemsizleştirilerek bakış açısı, çağrışım, imge ve ironi ön plana çıkarılır. Modernist anlayışla kaleme alınan hikâyelerde dün-bugün-yarın şeklinde ilerleyen klasik zaman akışı yerine zamanda geriye dönüşler ve ileriye sıçramalarla zaman zincirinin kırıldığı, parçalı bir zaman akışı tercih edilir.

Türk edebiyatında Oğuz Atay, Yusuf Atılgan, Nezihe Meriç, Ferid Edgü, Haldun Taner, Bilge Karasu, Adalet Ağaoğlu, Füruzan, Vüs’at O. Bener, Latife Tekin, Leyla Erbil, Orhan Duru gibi yazarların eserlerinde modernizmin yansımaları görülür.

1970’li Yıllar


1970’li yıllarda ise dönemin önemli siyasi ve toplumsal olayları Türk hikâyeciliği üzerinde etkili olur. Yazarlar bu dönemde ideolojilerini ön plana çıkaran eserler verirler. Hikâyelerde daha çok siyasi, toplumsal ve günlük konular ele alınır. Türk hikâyeciliği, yeni hikâyecilerin ve usta yazarların kaleme aldığı yeni eserlerle çeşitlenir, zenginleşir.
1970’li yıllardan itibaren modern hikâyeyle birlikte postmodern hikâyeler yazılmaya başlanmıştır. Oğuz Atay, Yusuf Atılgan, Nazlı Eray, Murathan Mungan, Latife Tekin, Bilge Karasu, Pınar Kür, Metin Kaçan, İhsan Oktay Anar, Murat Gülsoy, Sema Kaygusuz, Erendüz Atasü, Müge İplikçi, Küçük İskender gibi yazarlar hikâyelerinde postmodernist eğilimlere yer veren isimler arasında sayılabilir.
Bu dönemde Adalet Ağaoğlu, Tomris Uyar, Füruzan gibi yazarlar toplumcu gerçekçilik anlayışıyla hikâyeler yazarken Mustafa Kutlu, Sevinç Çokum, Rasim Özdenören gibi yazarlar, dinî ve millî duyarlılıkları yansıtan hikâyeler kaleme alırlar.

1980’li Yıllar

Dünyadaki siyasal, ekonomik ve toplumsal değişiklikler ülkeleri etkilemiştir. Bu değişimler; genelde sanata, özelde ise edebiyata yansımış ve yön vermiştir. 1980’li yıllar dünyadaki ve Türkiye’deki siyasal değişimlerin yaşandığı dönem olarak tarihe geçmiştir. 1980 İhtilali ile Türkiye oldukça karışık bir siyasal ve toplumsal ortamla karşı karşıya kalmıştır. Bu dönem birçok şeyin başlangıcı olduğu gibi edebiyatımızda da yeni bir dönemi başlatmıştır.

Özellikle siyasi darbe sanatçıları toplumdan koparır ve iç dünyalarına yöneltir. Dönemin sanatçıları; toplumsal sorunlardan uzaklaşır, bireyin kendi içindeki gerçekleri daha fazla öne çıkararak bireysel temaları ele alırlar. Yeni ve farklı bir hikâye dili oluşturarak gözleme dayalı bir olayı ve durumu anlatmak yerine şiirsel, bölük pörçük, denemeyi andıran hikâyeler kaleme alırlar. Bu hikâyelerde kendini merkeze yerleştiren yazar; dünyayı, çevreyi kendine göre yorumlar.

Bu dönemde 1980’den önceki kuşaklardan gelen hikâye yazarlarının yanı sıra Murathan Mungan, Cemil
Kavukçu, Ayfer Tunç, Murat Gülsoy, Murat Yalçın, Nalan Barbarosoğlu, Özcan Karabulut, Müge İplikçi,
Nazan Bekiroğlu gibi yeni yazarlar da dil ve anlatım biçimi, konu ve kurgu bakımından özgün eserler verirler.

1990’ların başında SSCB’nin dağılması, küreselleşme çabaları gibi birtakım değişimler insanların ve toplumların kaderini tayin etmeye başlamıştır. Bu dönemde toplumcu edebiyat büyük bir yara alırken sosyalizmin çöküşü gibi dünyadaki önemli gelişmelerle birlikte ideolojilere karşı bakış açısı değişmiş, kimlik bunalımı ve buna bağlı olarak yeni arayışlar başlamıştır. Türk hikâyeciliğinde varoluşçuluk akımı etkili olur

Okuduğunuz “Sancho’nun Sabah Yürüyüşü” adlı hikâye Haldun Taner tarafından 1969 yılında yazılmıştır. Hikâyenin kahramanı Sancho bir köpektir ve hikâyede ona benzer daha birçok köpek vardır. Bunlar, kendi aralarında bir “köpek sosyetesi” oluşturmuştur. Dünya edebiyatında insan davranışlarını hayvanlar üzerinden anlatan hikâyeler çok eskidir. Fransız edebiyatında La Fontaine’in yazmış
olduğu hayvan masalları, buna örnektir. Haldun Taner’in hikâyesi, masaldan çok,
“gerçekçi hikâye”
anlayışıyla yazılmıştır. Yazar, hikâyesinde “belli bir zaman ve mekânda yaşanan gerçek hayatı” anlatmıştır. Bunu yaparken de insanlara çok yakın olan köpekleri sembol olarak kullanmıştır.

Öyküleri ve oyunlarıyla çağdaş Türk edebiyatının öncü yazarlarından olan Haldun Taner, Türk
hikâyeciliğinin gelişiminde etkili olmuştur. Öykülerinde bireyin toplum içindeki yaşantısından yola çıkarak toplumun aksayan yönlerini
ironik bir üslupla ele almıştır.

Modernizm Nedir ?


Modernizm, bütün dünyada yankılar uyandırmış bir sanat-edebiyat akımıdır.“Modernizm”i kısaca “geleneksel olanı reddetme tavrı” olarak tanımlayabilir, bu anlamda
modernizmi benimseyen hikayeci ve romancıların geleneksel ve yerleşik roman anlayışını reddettiklerini söyleyebiliriz. Modernizmin doğuşunda 1.ve 2.Dünya Savaşları’nın insanlık
üzerindeki yıkıcı etkileri büyük rol oynamıştır. İnsan, yaşadığı dünyada hep acılarıyla baş başa kalmış ve yalnızlıktan kurtulamamıştır. Öyleyse insanın bu durumunu anlatmak
gerekir. Modernist yazar, gerçekten,
düşten, bilinç ve bilinçaltından birer tutam alarak hepsini beraberce yoğurur ve hikayesini biçimlendirir.


Modernist yazarların temsilciliğini
Franz Kafka, Albert Camus, J.P. Sartre yapmaktadır.Modrnizmde varoluşçuluk etkileri görülür. Burjuva toplumuna karşı isyancı yaklaşımı destekleyen varoluşçuluk, eserlerde özellikle küçük burjuva aydınının ruhsal bunalımlarının işlenmesine neden olmuştur. Modernist edebiyat bu yüzden “bunalım edebiyatı” olarak da adlandırılmıştır.


“Modernizm”i esas alan eserlerde;


İnsan, karmaşık bir varlık olarak sunulur.
Bireysellik ve bireyin kozmik yalnızlığı anlatılır.
Bireysel ve toplumsal huzursuzluk geniş biçimde işlenir.
İnsanın
geleneklere isyanı ve toplumdan kaçışı ele alınır.


Modernizmi Esas Alan Eserlerin Özellikleri


*Bireyin bunalımları, toplumla çatışmaları ve huzursuzlukları anlatılır.
*Eserlerde
“bilinç akışı” tekniği kullanılır; diyaloglara ve hikaye etmeye pek yer verilmez.
*Kişilerin psikolojik özellikleri ön plandadır, toplum içindeki statü ve rolleri pek önemsenmez.
*
Anlatımda geleneksel yapı reddedilir.
*Klasik romanda temel alınan “olay, karakter ve çevre” unsurları önemsizleştirilmiş;
“simge, imge ve bakış açısı” gibi öğeler öne çıkarılmıştır.
*Anlatımda sıradan bir zaman akışı kullanılmaz, anlatı kişisi aynı zaman dilimi içinde değişik zaman dilimlerini yaşar.
*Bu eserlerde
insan duygu, düşünceleriyle karmaşık ve çok yönlü bir varlık olarak tanıtılır.
*Dil ve anlatımda geleneksel tekniklerin dışına çıkılır, anlatıcı birey bilinciyle kendi “ben”ini öne çıkarır.
*Anlatımda
şiirsel bir söyleyiş amaçlanır.
*
Bireysel yalnızlık ve toplumdan kaçış eserlerde işlenen kahramanların karakteristik özelliğidir.
*Olayın temel alındığı anlatılarda
“çağrışım”a çok yer verilir.
*
Alegorik (simgesel) bir anlatım görülür.
*Geleneksel tekniklerin dışına çıkılarak
bilinç akışı,iç konuşma, iç çözümleme, parodi,pastiş,geriye dönüş gibi anlatım teknikleri kullanılmıştır.


Batı edebiyatında bu türün önemli temsilcileri şunlardır:


James Joyce, Robret Musil, Virgina Wolf, Henry James, Marcel Proust


Türk edebiyatında önemli modernist sanatçılar ise şunlardır:


Sait Faik Abasıyanık, Ferit Edgü, Bilge Karasu, Yusuf Atılgan, Orhan Pamuk, Fürüzan, Oğuz Atay, Rasim Özdenören, Adalet Ağaoğlu, Vüs’at O. Bener, Nezihe Meriç, Elif Şafak


POSTMODERNİZM ?


Post: Sonraki, sonra gelen / Modern: Şimdiki, yaşanmakta olan / İzm: Belirli düşünce, Modernizmden sonra gelen, onu eleştiren, onun özelliklerine karşı gelen veya onu tamamlayan bir düşünce hareketidir. Burada iki nokta vardır. Modernizmden sonra gelmesi ve onun eksik yönlerini tamamlaması.
“Postmodernizm:1970’lerden başlayarak bugüne kadar Batı modernizminin ve onunla ilgili Aydınlanma ve hümanizm projelerinin politik güç ve çıkar amacına hizmet eden normlarını
sorgulayan, onun düşünce yapısını çözen, çelişkilerine, çarpık ve kendine dönük norm ve yaklaşımlarına ışık tutan en önemli eleştiri yöntemidir"

1970'lerden sonra görülür.

Modernizmin insanda oluşturduğu yıkım anlatılır.

Dil oyunlarına başvururlar.

Konu değil şekil/işleniş önemlidir.

Yeni anlatım teknikleri kullanılır.

Gizem ve farkındalık yaratma amaçlanır

Haldun Taner (1915-1986)
Istanbul’da doğdu. Galatasaray Lisesinden sonra Almanya’da
Siyasal Bilgiler Fakültesinde okudu. Yurda dönünce Istanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirdi. Edebiyat Fakültesinde tiyatro tarihi dersleri verdi. Tercüman, Milliyet gazetelerinde çalıştı. Istanbul’da vefat etti.

 İlk hikâyesi Töhmet”, “Haldun Yağcıoğlu” takma adıyla Yedigün dergisinde çıktı. Iç ve dış gözlemi güçlü, zengin bir kültürle yüklü konularını yergileme ve güldürme yanlarından etkileyici bir güçle işleyen edebî kişiliğe sahiptir. Hikâye ve oyunlarında sadece kişisel planda kalmamış, bugünün toplumsal sorunlarına da yönelmeyi hedeflemiştir. Düşüncelerden olay değil, olaylardan düşünce çıkardı. Türk edebiyatında epik tiyatro ve kabare tiyatrosunun öncüsü olan Haldun Taner’in canlı, neşeli, nükteli, meddah konuşmalarına kaçan, işlediği tipleri şiveleriyle ele alan bir üslubu vardır.

Başlıca eserleri: Yaşasın Demokrasi, Tuş, Şişhaneye Yağmur Yağıyordu, Ayışığında “Çalış-kur”, On İkiye Bir Var, Konçinalar, Sancho’nun Sabah Yürüyüşü (hikâye); Dışarıdakiler, Ve Değirmen Dönerdi, Fazilet Eczanesi, Lütfen Dokunmayın, Günün Adamı, Huzur Çıkmazı, Keşanlı Ali Destanı, Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım, Eşeğin Gölgesi, Zilli Zarife, Sersem Kocanın Kurnaz Karısı (oyun); Hak Dostum Diye Başlayım Söze (söyleşi).

PARASIZ YATILI  FİRUZAN

1971’de “Parasız Yatılı” adlı eseri ile Sait Faik Hikâye Armağanı alan Füruzan, bu ödülü kazanan ilk kadın yazardır. Yazarın “Parasız Yatılı” adlı kitabında yer alan “Ah Güzel Istanbul”, “Haraç” ve “Bir Evin Dıştan Görünüşü” adlı öyküler Viyana, Münih ve Zürih’te aynı anda yayımlanır. Füruzan, 1974’te bir üniversite tarafından Almanya’ya davet edilir. Yazarın bu dönemdeki Almanya izlenimleri ve Ruhr bölgesinde maden ocağı isçileriyle yaptığı çalışmaları, 1977’de “Yeni Konuklar” adıyla neşredilir. 1994’te Bosna Hersek, Makedonya ve Yunanistan’a gitmiş olan yazarın buralarda edindiği izlenimleri “Balkan Yolcusu” adı altında yayımlanır.

Füruzan, gerek eserleri gerek ele aldığı konuları gerekse bu konuları ele alış biçimiyle Türk edebiyatındaki önemli kadın yazarlardandır. Füruzan’ın eserlerindeki temalar ve toplumsal eleştiriler yaşadığı çağın yansımalarıdır. Birey yerine toplumu, daha çok toplumdaki kadınları ve çocukları ele alan yazar, eserlerinde derin sınıf ayrımlarına ve içi boşaltılmış geleneklere yer verir.Yazar bir anlamda
toplumla hesaplaşır.
Bütün bu hesaplaşmalar çarpık düzenin, hızla değişen dünyanın bir parçasıdır.
“Parasız Yatılı” hikâyesinde kocası ölen bir kadının sekiz yaşındaki kız çocuğu ile verdiği mücadele anlatılır. Kadın geçinebilmek için hastabakıcı olur. Bu arada kız çocuğu ilkokulu pekiyi ile bitirir. Ailenin maddi durumu hâlâ  kötüdür. Bundan dolayı anne, kızını parasız yatılı okula verir. Bu, onlar için bir kurtuluş olacaktır. Kız, öğretmen çıktıktan sonra annesiyle birlikte Anadolu’da bir köye gidecek ve mesut bir hayat yaşayacaktır. Hikâyede anne ile kızı, parasız yatılı okulun giriş sınavına giderken görülür. Yazar, yeni bir anlatış tarzı ile bu basit olayı ve basmakalıp konuyu tesirli hâle getirir. Hikâye sanatında önemli olan, olay veya konudan çok anlatış tarzıdır. Çocuklar, aşk, aile hayatı, fakirlik, keder, sevinç, açlık, hayal, ümit gibi temalar insanlığın yaşadığı, bildiği sıradan şeylerdir. Fakat Füruzan yeni bakış, yeni anlatış tarzları ile bilinen konulara bir duyarlılık getirir ve onlar üzerinde okuyucuyu yeniden düşündürür. Hikâyenin yapı bakımından dikkati çeken özelliklerinden biri, sıralı zaman anlayışının kırılarak hayatın çeşitli anlarının, annenin konuşmaları, kızın hatırlamaları vasıtasıyla bir arada verilmiş olmasıdır. Kullanılan anlatım teknikleri ve zaman anlayışı bakımından “Parasız Yatılı” adlı hikâye modernist anlayışın izlerini taşımaktadır. Yazar, öykücülüğü ile ilgili şu ifadeleri kullanır:  “Öykülerimde yaşadığım dönemin tanıklığını yapmak çabasındayım. Bu tanıklık birikimimle, dünya görüşümle, insana yaklaşımımla kuruluyor. Acıyı, direnci, sevgiyi bu duyguları aklıyla bileyip kuşaktan kuşağa ileten gerçek insanı geliştirip savunma çabasındadır benim inandığım sanat yapıtları. Sanatçı suçluyu yargılarken, o suçu besleyen toplum yapısını yıkma işlevini de yüklenmiş oluyor.”

Füruzan (1935-)

Asıl adı Feruze Çerçi’dir. Istanbul’da doğdu. Ortaokuldan sonra öğrenimini sürdüremedi. Bir süre tiyatro topluluğunda çalıştı. İlk hikâyesi, Seçilmiş Hikâyeler dergisinde yayımlandı. Kişileri, olayları; insancıl, abartısız, iyimser bir bakış açısıyla ele alan hikâyeleri edebiyat çevrelerinde ilgi ile karşılandı.

Hikâye, roman, röportaj, şiir, gezi, tiyatro türlerinde eserler verdi. Ancak asıl ününü hikâyeci kimliğiyle kazandı.
Sanatçının anlatımında olaydan çok betimlemelere ve çözümlemelere yer vermesi dikkat çeker.
İlk eserlerinde düşmüş kadınlar, kötü yola sürüklenen küçük kızların, çöküş sürecindeki burjuva ailelerin, yeni yaşama koşullarından bunalan, yurt özlemi çeken göçmenlerin, yoksulluk içinde yaşama savaşı veren, yalnız kalmış kadınların, çocukların dramına sevecen bir bakışla eğilmiştir. Öykülerinin çoğunda anne-kız ilişkisinin önemli bir yer tuttuğu, konunun kadın kahramanlar ile kızları üzerinde odaklandığı, gerçekliği küçük kızların bakış açısıyla işlediği görülür.

Başlıca eserleri: Parasız Yatılı, Kuşatma, Benim Sinemalarım, Gecenin Öteki Yüzü, Gül Mevsimidir, Su Ustası Miraç, Yedi Öykü, Sevda Dolu Bir Yaz Şiiri: Lodoslar Kenti (hikâye); 47’liler, Berlin’in Nar Çiçeği (roman); Redife’ye Güzelleme, Kış Gelmeden (oyun); Yeni Konuklar (Almanya’daki Türk işçileriyle yaptığı röportajlar), Die Kinder der Türkei (Türkiyeli Çocuklar, Almanca yayımlanmış çocuk kitabı), Balkan Yolcusu (gezi yazısı)

Seviç Çokum (1943-...)

Yazın dünyasına lise yıllarında hikâye türüyle başlar.
İlk hikâyesini "Hisar" dergisinde yayımlar.
Eserlerinde geleneksel değerler, milli motifler ve ahlaki hassasiyetler ön plana çıkar.
Hikâyelerine çoğunlukla bir mekân tanıtımı ve olayla başlar. Ortalama Türk insanını belirli bir gelenek içerisinde işler.
İstanbul'un yoksul kesimini ve orta hali ailelerin dünyasını eserlerine taşır.
Kadın tiplerinin dünyalarını başarılı psikolojik tahlillerle yansıtır. Duygularını akıcı ve dokunaklı bir dille tasvir eder.
Hikâyelerinde İstanbul’un geleneksel sosyal dokusundan kesitler sunmaya çalışmış, romanlarında da sosyal konulara ve tarihe değinmiştir.
Fıkra, söyleşi, senaryo, oyun, radyo oyunları gibi türlerde de eser vermiştir.
Millî ve dinî bir duyarlılıkla özellikle kent yaşamındaki insanların kimlik sorunlarına yaklaşmıştır.
Hikâyelerinde sıcak, etkileyici ve cana yakın bir anlatıcı karakteri sergiler.
Süsten uzak, yalın, şiirsel anlatımı tercih eder. İç konuşmalar da eserlerinde önemli bir yer tutar.
Bazı romanında konularını tarihten seçmeyi tercih eder. Türk kimliği üzerinde durur.
"Zor" romanıyla Dündar Taşer Roman Yarışması birincisi olur. "Makina" öyküsüyle 1978'de Milli Kültür Vakfı Özel Jüri Armağanı'nı kazanır. "Hilal Görününce" romanı ile de TYB ve Milli Kültür Vakfı Armağanları'nı kazanır.
hikâye türündeki eserleri :Eğik Ağaçlar, Bölüşmek, Makina ,Derin Yara, Onlardan Kalan ,Onlardan Kalan, Rozalya Ana, Bir Eski Sokak Sesi, Evlerinin Önü, Beyaz Bir Kıyı, Gece Kuşu Uzun Öte

FERİT EDGÜ (1936-  )

Edebiyat dünyasına çeşitli dergilerde çıkan şiirleriyle giren Ferit Edgü, Sait Faik’i okuduktan sonra hikâye ve romana yönelir.
Hikâye ve romanlarında genellikle varlıklı kesim ve aydınların bunalımlarını, bireyin yalnızlığını, yabancılaşma duygusunu, mutsuzluğunu yer yer fantastik bir anlatımla ele alır.
Her zaman yenilik peşinde olan yazar, özgün üslubuyla                     edebiyatımızda önemli eserlere imza atarak hikâye, deneme ve romanlarıyla çeşitli ödüller almıştır.
hikâye türündeki eserleri :Kaçkınlar, Bozgun, Av, Bir Gemide, Çığlık, Ressamın Öyküsü, Doğu Öyküleri, Do Sesi