Bu Blogda Ara

Türk Dili ve Edebiyatı sitesi, Edebiyat derslerine yardımcı,

günlüğümden etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
günlüğümden etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Ekim 2008 Pazartesi

GÜNLÜĞÜMDEN

18 Ağustos 1999 Çarşamba

DEPREM!Büyüklüğü 7.8(7.4),şiddeti 10.27 erk olan bir deprem.İlkönce 6.7 olarak söylenen,sonra Amerika’nın açıklamasıyla 7.8’e götürülen bir deprem...
Daha önce Çorum’da bir depremi yaşamıştım.5.4 büyüklüğünde bir depremdi.1996 yılı.Yine uykuda yakalamıştı insanları deprem.Saat 01 sularıydı,yanılmıyorsam.Yeni yatağıma uzanmıştım.Bir uğultu ve sallantı hissettim.O uğultunun korkunçluğunu orada anladım.Burada hissettiğim daha korkunç bir şeydi.Deprem denen felaketin korkunçluğunu asıl bu depremde yaşadım.Tek kelimeyle korkunçtu!

Bu büyük deprem de insanları yine gece yakaladı;uykularında...”Uyku küçük bir ölümdür.” Veya “Uyku ölüm gibidir.” Hakikati...İnsanoğlu ölüme ne kadar hazırlıksız!Uyuyorsun,ama uyanamayabilirsin de!Uyuyup da sahaba canlı kaldığın her gün için Allah’a şükretmek lazım.Uyuyup da uyanamayan birçok insan oldu bu depremde.Nasıl yatmışlardı yataklarına acaba)Bir sure okudular mı,duada bulundular mı,besmele çektiler mi,uyuyup da uyanamayacaklarını düşündüler mi acaba?

Aslında ölüm ne kadar da yakın insana.Ölümle hayat arasında incecik bir çizgi,kısacık bir zaman aralığı var:Bir iki saniye veya 45 saniye gibi!..45 saniye içinde insan,aslında hayatın bütün sırrını anlayabiliyor:Her şey yalan;ölümden başkası yalan!..Hayat denen şey geçici...Ölüm hayatın tek gerçeği,hakikati...45 Saniyede bunu,bu gerçeği tattırıyor insana deprem.
Yeni yatmıştım.Hafif dalmıştım.Eşim benden sonra yattığı yatağa.02.30 sularında.Yaz...Sıcak...İnsan hemen uyuyamıyor.Eşimin “Ne oluyor?” demesiyle ayağa fırladık.Kapı eşiğinde,birbirimize sarılarak bekledik.
Doğrusu saniyeler geçmek bilmedi.Depremin şiddetini hiç bu kadar büyük hissetmemiştim.Sallantı geçmek bilmiyordu adeta.Zaman uzadıkça,bu taş yığınlarının üstüme yıkılacağına dair düşüncem pekişiyordu.Evet böyle devam ederse,iki katın altında kimbilir nasıl bir halde olacaktık.Heyecanım son raddede.Kalbim küt küt atıyor.Ölüme çok yakın olduğumuz,ölümle burun buruna olduğumuz bir an!Böyle bir durumda “Allah’ın büyüklüğü” dile getirilir:Allahu Ekber!Ve son sözlerin şehadet olması da iyidir:Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne muhammeden abdühu ve rasulüh.45 saniye içinde yoğun ölüm duygularıyla bunları tefekkür ettim.Yapılabilecek bir şey yok.Sağa sola.öne arkaya sallanıyorduk.Ayakta durmak bile zorlaştı adeta.

Depremin sarsıntısı geçti.Giyindik,dışarı çıktık.Herkes dışarıdaydı.Sokaklarda,caddelerde herkes ayakta.Karanlıkta.Saat 03.00 suları...Karanlık.Elektrikler sarsıntıyla beraber kesildi.Yoğun bir araba trafiği..İnsanlar yollarda...Saat 05’te eve girdik.Sabah namazını kılıp yattık.Kendimizi Allah’a emanet ederek!..

Küçük bir radyodan,depremin İzmit kaynaklı olduğunu öğreniyorum.Sakarya,Bolu,Yalova,Gölcük,İstanbul’un bazı semtlerinin depremden etkilendiklerini öğreniyorum.Radyolardan felaket haberleri geliyor hep!..

Uyanıp da sabah televizyonu açtığımızda durumun felaket olduğunu o zaman anlıyoruz.Büyük bir felaket!Küçük kıyamet!

GÜNLÜĞÜMDEN

20 Temmuz 1999 Salı

Refik Halit Karay’ın “Ayın On Dördü” adlı romanını bugün bitirdim. İnkılap ve Aka Kitabevleri yayını olan kitabı üç günde okudum. Romanın adına bakarak,bir kadından söz ettiğini zannettim. Ancak ayın on dördü dediği kadın değil, ayın ta kendisiydi; dolunay hali..

Refik Halit’in ilk defa bir romanını okuyorum. Bir edebiyat öğretmeni olarak büyük bir eksiklikti bu. Memleket ve Gurbet Hikayeleri’ni okumuştum, ama ilk defa bir romanını alıp okudum.Temiz,sağlam bir dil kullandığını,Türkçeye hakim bir yazar olduğunu bilmemem mümkün değil. Bu romanıyla bunu da, yani “iyi bir yazar/romancı” olduğunu kendime teyit ettirmiş oldum!”İyi yazar” dediğim kimselerin diğer eserlerini de okumayı kendime bir görev bilirim! İnsanın “iyi yazar”lardan öğreneceği çok şeyler vardır. Bunu kaçırmamaya,elden geldiğince değerlendirmeye çalışırım.Refik Halid de artık favori yazarlarımdandır.

Refik Halid’i daha önce “2000 Yılın Sevgilisi” ve “Bugünün Saraylısı” adlı romanlarının televizyona uyarlanmasıyla tanımıştım. Her ikisi de mükemmeldi.Televizyona da iyi uyarlanmıştı. Her iki eseri de televizyonda büyük bir dikkat ve ilgiyle izledim.

Refik Halid’i benim için önemli ve ilgilenmeye değer kılan yanlarından biri de “Yüzellilikler” listesinde yer alması.Yazılarından ve düşüncelerinden dolayı değişik şehir ve ülkelere sürülmüş olması. Hicivleri bazılarına herhalde çok sert gelmiş olacak ki sürülmüş. Bu da aslında onun etkili ve önemli bir yazar olduğunu gösteriyor. Susturulmaya çalışılan bir yazar. Daha çok ilgilenilmeye layık olduğunu gösteriyor bu durum.

“Kadın ruhu”nu daha çok Balzac’ın resmettiği söylenir Batı edebiyatında.Ve bu özellik olumlu şekilde söylenir. Bunu Refik Halid’in de çok güzel bir şekilde başardığını söyleyebiliriz. Romanın kahramanlarından biri de Rayiha Hanım’dır.Rayiha,kocasını seven, kocasına deli gibi aşık olan, ressam ama resim yapmayan,otuz yaşlarında bir kadındır. Balzac’ın “Otuz Yaşında” diye bir romanını hatırlıyorum. Bir aşk macerası...Otuz yaşında dul olan bir kadın vardır orada ve yazar o kadının psikolojisini Batı normlarında çok iyi verir. Rayiha da, kadın ruhunu ortaya sermesi açısından önemli bir kahramandır. Rayiha önemli bir kahraman.

Romanda dikkatimi çeken,”bilinçaltı” denen şeyin tamamen ortaya çıkarılması...Hiçbir bilimsel eser, romanlarda sunulan bilinçaltı kadar insanı derinden etkileyemez ve insanı tüm çıplaklığıyla anlatamaz. Bilinçaltıyla insanı, romanda “çıplak” olarak görürüz. İnsanın aslında çok değişik, çok renkli, çok gizemli, çok boyutlu bir “yaratık” olduğunu algılıyoruz roman gerçeğiyle. Romandaki bilinçaltı gerçekten insanı anlamada,anlamlandırmada büyük bir nimet ve fırsat. Gündelik hayatta bunu görebilmemiz zor. Düşündüklerimizi söylemiyoruz,içimizdeki dışa vurmuyoruz. Bunun değişik sebepleri var tabiî ki. Ancak bu,romanda böyle değil. Roman büyük bir fırsat. Bu fırsatı iyi değerlendirebildiği ölçüde,romana ısınıyoruz,romanı beğeniyoruz ve roman bize bir şeyler katabiliyor. Bize bir şeyler eklemeyen, bizi ruhi ve fikri zenginleştirmeyen, hayatımıza yeni şeyler katmayan, eksikliğimizi bize hissettirmeyen,eksikliklerimizi tamamlamaya fırsat vermeyen bir roman,acaba ne kadar başarılıdır? Veya başarılı mıdır?

Romandan çok şeyler bekliyorum galiba. Roman aslında bir iddiadır, iddia ile çıkmaktadır okuyucunun karşısına. Roman bir şeyleri iddia eder muhakkak. O halde buna göre romanı de eleştirebiliriz; yani iddia ettiği şeyler bakımından.Yazar,romanı yazmakla bir şeyler bekliyordur romandan.Okuyucu da bir şeyler beklemektedir. Romanda insan,”insan”ı yani kendini bulabilmelidir,hepsi değilse bile bir kısmını...İnsanı kavrayabilen,”insanı yakalayabilen” bir roman başarılıdır.Tabii bu başarısını sadece içeriğe bağlamıyorum. İşin teknik yönü de vardır. Ben sadece içerikle ilgili bir değerlendirme yapıyorum. Bütün bunları bana düşündüren “Ayın On Dördü” adlı roman.