Bu Blogda Ara

Türk Dili ve Edebiyatı sitesi, Edebiyat derslerine yardımcı,

20 Ekim 2008 Pazartesi

DİL VE ANLATIM DERS NOTLARI

METİNLERİN SINIFLANDIRILMASI Metinlerin Sınıflandırılması UNİTE II ÖĞRETİCİ METİNLER 

1.Mektup 

2.Günlük (Günce) 3.Anı (Hatıra) 4.Biyografi (Hayat Hikâyesi), Otobiyografi 5.Gezi Yazısı (Seyahatname) 6.Sohbet (Söyleşi) 7.Haber Yazıları 8.Fıkra 9.Deneme 10.Makale 11.Eleştiri (Tenkit) ÜNİTE III SÖZLÜ ANLATIM Röportaj Mülakat (Görüşme) Söylev (Hitabet, Nutuk) ÜNİTE I METİNLERİN SINIFLANDIRILMASI BU BÖLÜMÜN AMAÇLARI Bu ünitenin sonunda; Metinleri sınıflandıracak, Öğretici metinlerin özelliklerini belirleyecek, Sanat metinlerinin özelliklerini kavrayacak, Öğretici metinler ile sanat metinleri arasındaki farkları öğreneceksiniz. NASIL ÇALIŞMALIYIZ? 

1. Bilmediğiniz sözcük ve kavramların anlamlarını sözlüğe bakmadan önce metinden tahmin ediniz. Daha sonra sözcüklerin açıklamasını okuyun.

 2. Örnek metni veya metin parçasını dikkatlice okuyup anlatılmak istenen duygu ve düşünceleri kavramaya çalışınız. 3. Konu içinde size yöneltilen soruları yanıtlayınız. 4. Uyarıları dikkatle okuyun, gerekiyorsa yazınız. 5. Yazar, eser adını ve önemli kavramları yazarak çalışınız. 6. İncelediğiniz metin türü ile ilgili başka yazıları da okuyarak öğrendiğiniz bilgileri değerlendiriniz. 7. Daha geniş bilgi için ansiklopediden, edebiyat tarihinden ve İnternet'ten yararlanınız. METİNLERİN SINIFLANDIRILMASI Metinler gerçeklikle ilişkileri, anlatım biçimleri, işlevleri ve yazılış amaçlarına göre öncelikle sanat metinleri ve öğretici metinler olarak iki gruba ayrılır. I.SANAT METİNLERİ Sanat metinleri, gerçeklerin sanatçının hayal, duygu ve düşünce dünyasında yeniden yorumlanması ve şekillenmesiyle meydana gelir. Sanat metinlerine edebî metinler de denir. Bu metinlerde estetik ön plandadır. Sezdirmek ve hissettirmek esastır. Her okunduğunda yeniden yorumlanmaya açıktır. Edebiyat biliminin içerisinde yer alır. Sanat metinleri kendi içerisinde: A. Şiir (coşku ve heyecanı dile getiren metinler) B. Olay çevresinde oluşan edebî metinler olarak iki gruba ayrılır. A. Şiir (coşku ve heyecanı dile getiren metinler): Duyguları, izlenimleri, coşkuları dilsel bir anlatım içinde ve özellikle dizeler hâlindeki ritimlerle, uyumlarla ve imgelerle açıklayan metinlerdir. B. Olay Çevresinde Oluşan Edebî Metinler: -Kurmacanın (hayal ürünü) imkânlarından yararlanır. -Yoruma dayanır. -Bir olay örgüsü vardır. -Olay örgüsü hayalî olarak düzenlenir. -Kişi, zaman, mekân gibi ögeler yer alır. -İnsana özgü soyut durumlar somutlaştırılır. Olay çevresinde oluşan edebî metinler: 1. Anlatmaya bağlı edebî metinler 2. Göstermeye bağlı edebî metinler olarak iki gruba ayrılır. Anlatmaya bağlı edebî metinler ve göstermeye bağlı edebî metinler arasındaki en büyük fark; birisinin anlatmaya ve okumaya diğerinin ise göstermeye ve seyretmeye bağlı olmasıdır. 1. Anlatmaya Bağlı Edebî Metinler a. Destan b. Masal c. Halk hikâyesi d. Mesnevi e. Manzum hikâye f. Hikâye g. Roman 2. Göstermeye Bağlı Edebî Metinler; a. Geleneksel Türk tiyatrosu (Orta oyunu, Karagöz, köy tiyatrosu) b. Modern Türk tiyatrosu (komedi, dram, trajedi) olarak gruplara ayrılır. II. ÖĞRETİCİ METİNLER Öğretici metinlerde amaç gerçeğin yeniden yorumlanması değil olduğu gibi anlatılmasıdır. Önemli olan okuyucuya bilgi vermek ya da bilgiyi paylaşmaktır. Bu nedenle öğre tici metinlerde ifadeler açık ve nettir. Her okunduğunda farklı yorumlanmaz. Öğretici metinler; 1. Tarihî metinler (tarihî konuları anlatan ve belgelere dayanan metinler) 2. Felsefî metinler ( felsefî konuları anlatan metinler) 3. Bilimsel metinler (bilimsel gelişmeleri anlatan metinler) 4. Gazete çevresinde gelişen metinler (makale, deneme, sohbet, fıkra, eleştiri, haber yazısı, röportaj vb.) 5. Kişisel hayatı konu alan metinler (anı, mektup, günlük, gezi yazısı, biyografi, oto biyografi vb.) olarak gruplandırılır. Bu öğretici metinler içerisinde edebiyatın ilgilendiği edebî metin türleri "gazete çevresinde gelişen metinler" ve "kişisel hayatı konu alan metinler" içerisinde yer almaktadır. II.ÜNİTE ÖĞRETİCİ METİNLER 1. Mektup 2. Günlük (Günce) 3. Anı (Hatıra) 4. Biyografi (Hayat Hikâyesi), Otobiyografi 5. Gezi Yazısı (Seyahatname) 6. Sohbet (Söyleşi) 7. Haber Yazıları 8. Fıkra 9. Deneme 10. Makale 11. Eleştiri (Tenkit) BU BÖLÜMÜN AMAÇLARI Bu üniteyi bitirdiğinizde; Mektup türünün özelliklerini belirleyecek ve bu türde metin oluşturacak, Günlüğün (günce) özelliklerini belirleyecek ve bu türde metin oluşturacak, Anı (hatıra) türünün özelliklerini belirleyecek ve bu türde metin oluşturacak, Biyografi (hayat hikâyesi), otobiyografi türünün özelliklerini belirleyecek ve bu türde metin oluşturacak, Gezi yazısının (seyahatname) özelliklerini belirleyecek ve bu türde metin oluşturacak, Sohbet (söyleşi) türünün özelliklerini belirleyecek ve bu türde metin oluşturacak, Haber yazılarının özelliklerini belirleyecek ve bu türde metin oluşturacak, Fıkra türünün özelliklerini belirleyecek ve bu türde metin oluşturacak, Deneme türünün özelliklerini belirleyecek ve bu türde metin oluşturacak, Makale türünün özelliklerini belirleyecek ve bu türde metin oluşturacak, Eleştiri (tenkit) türünün özelliklerini belirleyecek ve bu türde metin oluşturacaksınız NASIL ÇALIŞMALIYIZ? 

1. Bilmediğiniz sözcük ve kavramların anlamlarını sözlüğe bakmadan önce metinden tahmin ediniz. Daha sonra sözcüklerin açıklamasını okuyunuz. 

2. Örnek metni veya metin parçasını dikkatlice okuyup anlatılmak istenen duygu ve düşünceleri kavramaya çalışınız.

 3. Konu içinde size yöneltilen soruları yanıtlayınız. 4. Uyarıları dikkatle okuyunuz, gerekiyorsa yazınız. 5. Yazar adını, eser adını ve önemli kavramları yazarak çalışınız. 6. İncelediğiniz metin türü ile ilgili başka yazıları da okuyarak öğrendiğiniz bilgileri değerlendiriniz. 7. Daha geniş bilgi için ansiklopediden, edebiyat tarihinden ve İnternet'ten yararlanınız. 

1. MEKTUP 1. Tanımı Bir haberi, dileği veya duyguyu bir başkasına iletmek için yazılmış yazıya mektup denir. Mektup en eski haberleşme araçlarından biridir. Günümüzde uygarlığın gelişmesi ile haberleşme araçları oldukça çeşitlenmiştir: gazete, dergi, televizyon, bilgisayar, belgegeçer, İnternet... Mektup, yazının bulunduğu tarihe kadar çıkabilen en eski edebiyat türlerinden biridir. Eldeki en eski örnekler, Mısır firavunlarının (M Ö 14-15. yüzyıllar) ve Hititlerin mektuplarıdır. 2. Özellikleri Bir edebiyat türü olarak mektup günümüzde, iletişimdeki hızlı teknik gelişmelere karşın kişinin iç dünyasını yansıtması ve düşüncelerin paylaşımı nedeniyle yerini korumaktadır. Mektup türü dört ana gruba ayrılır: 1. Özel mektuplar 2. Edebî mektuplar 3. İş mektupları 4. Resmî mektuplar 1-Özel Mektuplar Birbirlerini tanıyan kişilerin duygu ve düşüncelerini paylaşmak için birbirlerine gönderdikleri mektuplardır. Mektuplaşan kişiler arasındaki samimiyet, özel mektupların değerini artırır. Özel mektuplar her konuda yazılabilir, o nedenle konuları çok çeşitlidir. Ancak konularda güncellik ağır basar. Anlatımında içtenlik ve rahatlık vardır. Hitaplarda da içten ifadelere yer verilir. Bahsedilen konuya göre, mektup yazan kişinin üslubu değişir. Sanatçıların, devlet adamlarının, düşünürlerin özel mektupları yayınlandığında bizler için önemli belgeler olabilir. Özel mektupları, konularına göre alt başlıklar hâlinde adlandırmak da mümkündür: Aile mektupları veya sağlık mektupları (eşe, dosta, yakın akrabaya yazılanlar), Tebrik mektupları (herhangi bir başarı, nikâh, nişan, düğün, bayram, yılbaşı gibi sebeplerle yazılanlar), Teşekkür mektupları (iyilik veya yardım görme gibi sebeplerle yazılanlar), Davet mektupları (davetiyeler, nişan, düğün, gezi vs. sebeplerle yazılanlar), Taziye mektupları, Özür mektupları vs. Bu türdeki mektupların gizliliği vardır ve bu gizlilik kanunla korunmuştur. 2-Edebî Mektuplar Edebiyatçıların birbirlerine ya da dostlarına yazdıkları sanatsal değer taşıyan mektuplardır. Edebî mektuplar, dil ve anlatım açısından sanat değeri taşır. Örnek bir dil ve anlatım kullanılır. Edebî mektuplar belge niteliği taşıdıklarından önemlidirler. Bu tarz mektuplardan yazıldıkları döneme ait sanat, edebiyat ve fikir olayları hakkında bilgi edinmek de mümkündür. Tanınmış yazarlar birbirlerine yazdıkları mektuplarla fikir ve sanat olaylarını ve eserleri tartışırlar. 3-İş Mektupları Endüstri, iş ve ticaret alanlarında ya da iş yerleriyle kişiler arasında yazılan mektuplardır. Bu mektuplarda içtenlik aranmaz. İstenilen, açıkça ve anlaşılır bir dille belirtilir. Açıklayıcı anlatım türü tercih edilir. 1. Mektup kâğıdı temiz ve çizgisiz olmalıdır. 2. Mektupların mürekkepli kalemle ya da bilgisayarla yazılmasına özen gösterilmelidir. 3. Mektup kâğıdının sağ üst kısmına yazıldığı yer ve tarih konulmalıdır. 4. Mektup, yazıldığı kişiye uygun bir seslenişle başlamalı ve seslenişten sonra virgül işareti konulmalıdır. Mektupta karalamalar yapılmamalı ve yazım kurallarına uyulmalıdır. Selam ve saygı sözleri sonuç bölümünde yer almalı, selâm, saygı ve teşekkürlerde aşırılığa kaçılmamalıdır. 7. Mektup bitince sağ alt köşesi imzalanmalıdır. 8. Anlatılacak konu kesin ve açık bir dille ifade dilmeli; cümleler kısa olmalıdır. 9. Sözcüklerin kısaltmaları kullanılmamalı; yanlış anlama gelecek sözlere yer verilmemelidir. 4-Resmî Mektuplar Devlet dairelerinin kendi aralarında veya kişilerle devlet daireleri arasında yazılan mektuplardır. Bu tür mektuplarda, konunun uzunluğuna göre tam veya yarım sayfa boyutunda çizgisiz, beyaz kâğıtlar kullanılır. Konu dışında ayrıntılara ve özel isteklere yer verilmez. Konu en açık ve yalın biçimde ele alınır. Resmî mektuplar, biçim yönüyle iş mektuplarına benzer. Resmî mektuplar; başlık, metin ve son kısım diye üç bölüme ayrılır. Başlıkta gönderen makam, dosya numarası, tarih, konu, adres ve ilgiler bulunur. Metin kısmında, doğrudan doğruya işle ilgili konudan söz edilir. Son kısımda ise üst makam yetkilisi alt makamdakine yazıyorsa yazıyı "rica ederim", alt makamdaki üst makamdakine yazıyorsa "bilgilerinize saygıyla sunarım" veya "arz ederim" şeklinde ifadeler yazar. Hiçbir saygı kelimesi kullanılmaz. Sağ tarafa imza atılır. İmzanın altına yazıyı imzalayanın adı ve soyadı yazılır (soyadı büyük harflerle). Bunun altına makam adı, küçük harflerle yazılır, gerekirse kısaltma kullanılabilir. MEKTUP PLANI Sesleniş, Tarih (Giriş)…………………………………………………………………………………………… ………………………………………………………………………………………………….. ………………………………………………………………………………………………….. ………………………………………………………………………………………………….. ………………………………………………………………………………………………….. ………………………………………………………………………………………………….. (Gelişme) …………………………………………………………………………………………… ………………………………………………………………………………………………….. ………………………………………………………………………………………………….. ………………………………………………………………………………………………….. ………………………………………………………………………………………………….. ………………………………………………………………………………………………….. (Sonuç)………………………………………………………………………………………… ………………………………………………………………………………………………….. ………………………………………………………………………………………………….. ………………………………………………………………………………………………….. ………………………………………………………………………………………………….. ………………………………………………………………………………………………….. Adres İmza Adı Soyadı Girişte, mektubun yazılma nedeni açıklanır. Gelişmede, duygu ve düşünceler anlatılır. Sonuçta, iyi dilekler belirtilir. Dilekçe Dilekçe, bir isteği bildirmek, bir şikâyeti duyurmak veya herhangi bir konuda bilgi vermek amacıyla resmî veya özel kurumlara/kuruluşlara yazılan resmî yazıdır. Dilekçe, herkesin zaman zaman yazmak zorunda kalabileceği bir mektup türüdür. Dilekçe yazarken aşağıdaki hususlara dikkat edilmelidir: Dilekçe metni genellikle kısa olur. Ancak bazı özel durumlarda kâğıdın ön yüzü yeterli olmazsa kâğıdın arka yüzüne yazılmaz ikinci bir kâğıt kullanılır. Konular kısa ve öz olarak belirtilir. Gereksiz ayrıntılara yer verilmez. Dilekçe bilgisayarla, daktiloyla veya mavi ya da siyah mürekkepli dolma kalemle yazılır. Tükenmez kalemle veya kurşun kalemle dilekçe yazılmaz. Dilekçe metni, sayfaya güzel bir kompozisyonla yerleştirilir (Yukarıda kâğıdın dörtte biri kadar, sol tarafta en az 3 cm ve sağ tarafta 1 cm boşluk bırakılmalıdır.). Anlatımın yalın ve duru olmasına özen gösterilir. Dilekçe, hangi kuruma veriliyorsa bu makamın adı başa yazılır. Kurum adının sağ altına kurumun bulunduğu şehir adı yazılır. Dilekçeye sorunla ilgilenecek kuruma veya makama hitapla başlanır. Hitaplar kurumun idari yapısına uygun olmalı ve eksiksiz yazılmalıdır: Ankara Valiliğine, Açıköğretim Lisesi Müdürlüğüne, Eğitim Teknolojileri Genel Müdürlüğüne gibi. Daha sonra konunun belirlendiği metin bölümüne geçilir. Bu bir şikâyet dilekçesiyse, şikâyet sağlam kanıtlara dayandırılır. Eğer iş isteme dilekçesiyse, öğrenim durumu, yaş, kısa bir öz geçmiş, kurumca aranan seçkin nitelikler açık seçik belirtilir. Dilekçe bitiminde sağ alt köşeye adı ve soyadı yazılır, imzalanır. Tarih, isim ve imzanın bir satır üstünde yer alır. Sol alt köşeye adres yazılıdır. Dilekçe imzalandıktan sonra sol tarafa açık adres bildirilir. Dilekçeyle birlikte varsa verilen ekler, adresi yazdıktan sonra ekler başlığı altında numara verilerek sıralanır. Evrakın kaybolmaması için (varsa) ekler mutlaka belirtilir. Bir dilekçede sadece bir kişinin imzası bulunur ve imzasız dilekçeler geçersiz sayılır. Örnek Dilekçe T.C. MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI EĞİTİM TEKNOLOJİLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ AÇIK ÖĞRETİM LİSESİ MÜDÜRLÜĞÜNE 28-29 Ocak 2006 tarihinde yapılan 2005-2006 eğitim öğretim yılı birinci dönem sınavları sonunda Açık Öğretim Lisesinden mezun oldum. Diplomam düzenlenene kadar, mezun olduğumu gösterir mezuniyet belgesinin tarafıma gönderilmesini arz ederim. Adres: Ihlamur Çiçeği Apartmanı 10 Mart 2006 S Blok, 12/4 Kanarya Sokak İmza Batıkent / Ankara İbrahim Erdem SAYDIM Ekler Nüfus cüzdanı fotokopisi (1 adet), Öğrenci kimlik kartı fotokopisi (1 adet). Dil Bilgisi Ses Düşmesi Kimi sözcüklerin çekimlenişinde veya türeyişinde bir sesin düştüğü görülür. Örnekler: çevirilmek - çevrilmek savurulmak - savrulmak göğüs - göğsü boyun - boynu seyir etmek - seyretmek kayıp olmak - kaybolmak emir etmek - emretmek Kimi birleşik sözcüklerin oluşumunda bir hece veya ses düşmesi meydana gelir. kahve altı - kahvaltı sütlü aş - sütlaç 2.GÜNLÜK (GÜNCE) 1. Tanımı Bir kişinin duygu, düşünce ve gözlemlerini günü gününe yazdığı yazılardır. 2. Özellikleri Yazıldığı günün tarihini taşır. Yazılanlar inandırıcı olur. Anlatılanlar içtenlikle ifade edilir. Kişisel ve özeldir. Günlüklerde yaşanan ve görülenlerle, yazıda anlatılanlar arasında zaman farkı söz konusu değildir. Günlükler okuyucu düşünülerek değil, yazan kişinin yazmak istedikleriyle meydana gelir. Dil Bilgisi Ses Türemesi Kimi sözcüklerde, sözcük yapım eki alırken, pekiştirilirken veya birleşik sözcük oluşturulurken bir ya da birden çok sesin türemesidir Sesli Türemesine Örnekler: Fikr-fikir Zikr-zikir Hükm- hüküm Sessiz Türemesine Örnekler: Af-affetme red-reddetmek 3. ANI (HATIRA) 1. Tanımı Bir yazarın içinde yaşadığı ya da tanık olduğu olayları anlattığı yazı türüne anı (hatıra) denir. Anılar genellikle hangi olaylardan yola çıkılarak yazılır? Anılar genellikle onları yazan kişinin de rol aldığı gerçek olaylara dayalı yazılardır. Bu yüzden anlatımı birinci kişinin ağzından yapılır. 2. Özellikleri Yaşanmış olayları konu alır anı yazıları. Tarihsel gerçeklerin öğrenilmesine katkı yapan anılar, tarihçilere yol gösterir. Anı yazıları öğretici ve bilgi vericidir. Anı yazarı, anlattıklarını kanıtlama, belgelerle ifade etmek zorunda değildir. Anı yazarı, gördüklerini ve duyduklarını aradan uzun yıllar geçtikten sonra yazdığı için bellek yanılmalarını önlemek amacıyla mektuplardan, o dönemle ilgili yazılardan ve görgü tanıklarından yararlanabilir. Niçin tanınmış kişilerin yazdığı anılar önemli sayılır? Tanınmış sanat, düşünce, bilim, spor ve siyaset adamlarının anıları onların yaşamlarını ve dönemlerini aydınlatması yönünden oldukça önemli belgelerdir. Anılar siyasi, edebî, askerî ve sosyal içerik taşıyabilir. Anının kesiştiği başka yazı türleri de vardır. Bunlar günlük, otobiyografi, gezi yazısı gibi yazılardır. Günlük ile anı arasındaki fark nedir? Günlük günü gününe yazılır. Anı ise geçmişe yöneliktir, olaylar yaşandıktan sonra kaleme alınır. Günlüklerde öznellik ağır basar. Dil Bilgisi Ses Benzeşmesi (Sert Sessizlerin Benzeşmesi) Dilimizdeki; c,d,g ünsüzleriyle başlayan eklerin sert ünsüzlerle (f,s,t,k,ç,ş,p,h) biten sözcüklere eklendiklerinde; ç,t,k ünsüzlerine dönüşmesidir. Yanlış - Doğru sınıf-da - sınıf-ta tarih-den - tarih-ten çiçek-ci - çiçek-çi kes-gin - kes-kin kaç-dı - kaç-tı dolap-dan - dolaptan Birleşik sözcüklerde bu kuralın aranmaması gerekir. Örnekler: Akdeniz-üçgen-akciğer 4. BİYOGRAFİ (HAYAT HİKÂYESİ), OTOBİYOGRAFİ 1. Tanımı Sanatta, edebiyatta, bilimde, politikada veya başka alanlarda tanınmış kişilerin yaşamlarını anlatan yazı türüne biyografi (hayat hikâyesi) denir. Biyografi daha çok kimler hakkında kaleme alınır? Biyografi, yaşamlarıyla okurların ilgisini çekebilecek kişiler hakkında kaleme alınır daha çok. Biyografi yazan, anlatacağı kişiyi bütün yönleriyle tanıtmalıdır. Biyografinin tarihe, edebiyata ve eleştiriye büyük katkıları vardır. Otobiyografi ile monografi arasında fark var mıdır? Bir kimsenin yaşam öyküsünü kendisinin yazmasıyla oluşan eserlere otobiyografi denir. Bilimsel bir konuyu veya bir kimsenin yaşamını, kişiliğini, eserlerini ayrıntılı olarak inceleyen eserlere monografi denir. 2. Özellikleri Biyografi yazma, çok ayrıntılı bir ön çalışmayı gerektirir. Hayat hikâyesi yazılacak kişinin mektuplarından, günlüklerinden, anılarından, yakınlarındaki insanların izlenimlerinden yararlanılır. Biyografi yazıları, öyküleyici anlatımla yazılır. Biyografisi yazılan kişinin; Doğum tarihi ve yeri, Çocukluğu, Öğrenimi, Ailesi ve yetişmesi, Meslek yaşamı, Yetişmesinde etkili olan kişi ve olaylar, Kişiliği ve karakteri, Çevresinde bıraktığı izlenimler, Hizmetleri, Eserleri, Kendinden sonraki kişilere etkileri vb. üzerinde ayrıntılı durulması gerekir. Biyografi yazılırken aşağıdaki kaynaklardan yararlanılır: Biyografisi yazılacak kişinin eserleri, röportajları, söyleşileri vb. Hakkındaki yazılar, hatıralar, kitaplar vb. Ansiklopediler, İnternet'in ilgili siteleri, diğer biyografiler Kişinin yaşayan yakınları, arkadaşları ve meslektaşları Belgeler ve fotoğraflar vb. Dünyada biyografinin ilk büyük yazarı, eski Yunan edebiyatçısı Plutarkhos (Pulutarkos)'tur. Edebiyatımızda biyografilere eskiden tercüme-i hâl denirdi. Klâsik (Divan) edebiyattaki şairlerin yaşamlarını anlatan tezkireler de biyografi örnekleri arasında sayılır. Dil Bilgisi Ünsüz Yumuşaması (Sert Sessizlerin Yumuşaması) Bir sözcük "p, ç, t, k" harflerinden biri ile bitiyorsa ünlü ile başlayan bir ek aldığında bu harflerin yumuşayarak "b, c, d, g" harflerine dönüştüğünü hatırlayınız. Örnekler: Ocak- ocağı Yurt- yurdum Sevinç- sevinci dolap- dolab sokak- sokağı p, ç, t, k harfleriyle biten her sözcük, ünlü ile başlayan bir ek aldığında b, c, d, g harflerine dönüşmez. Örnekler: Suç-suçu dost-dostu sat- satılmak yak- yakıcı geç-geçer 5. GEZİ YAZISI (SEYAHATNAME) 1. Tanımı Bir kişinin gezip gördüğü yerlerden edindiği izlenimleri, bilgileri aktardığı yazılara gezi yazısı denir. Eskiden geziye çıkmayı uğraş edinmiş kimselere gezgin (seyyah), gezi yazılarına da seyahatname adı verilirdi. Gezi yazılarında amaç; yurt içinde ya da yurt dışında gezilip görülen yerlere ilişkin bilgi vermek, o yerlerin güzelliklerini, görülmeye değer yanlarını, insanların yaşayış biçimlerini tanıtmaktır. Gezi yazılarını okuyan kimseler anlatılan yerler hakkında bilgi sahibi olur. Gezi yazıları; tarih, coğrafya, toplum bilimi, hukuk, folklor için de bilgi kaynağıdır. Ünlü gezginlerin seyahatnameleri, insanlar ve ülkeler hakkında önemli bil¬giler verirler. 2. Özellikleri Gezi yazıları, insanoğlunun yaşadığı yerlerin dışındaki yerleri görme merakından doğmuştur. Gezi yazılarında anlatılanlar hayal ürünü değil, gerçektir. Gezilip görülen yerler gerçekte olduğu gibi anlatılır. Yabancı terimler ve kavramlar açıklanarak akıcı, anlaşılır bir dil kullanılmalıdır. Okuyucunun kolay bilgi edinmesi için karşılaştırmalar yapılır. Gezi yazısında, okuyucu için sıradan olanların ilgi çekici olanlara yer verilmelidir. Gezi yazısı kaleme alacak olan kişinin halkın yaşayışını, gelenek ve göreneklerini, doğa güzelliklerini, anlatabilmesi için çok iyi gözlem yapması gerekir. Yazarın seçiciliği önemlidir. Görülen yerin kültür, tabiat zenginlikleri, tarihî özellikleri ve yaşama biçimi hakkında okuyucuya bilgi verilir.Gezi yazılarında tanımlama, betimleme ve açıklamadan yararlanılır. Dil Bilgisi Ses Daralması "a,e" ile biten bir fiilin (eylem) sonuna -yor eki geldiğinde "a,e" harfleri daralıp "ı, i, u, ü" harflerine dönüşür. Bu olaya ses daralması denildiğini hatırlayınız. Örnekler: Yanlış Doğru gelme-yor gelmiyor seve-yor seviyor yazma-yor yazmıyor gülme-yor gülmüyor bulma-yor bulmuyor söyle-yor söylüyor 6. SOHBET (SÖYLEŞİ) 1. Tanımı Konuşup, görüşme anlamına gelir. Makale planıyla, bir söyleşi havası içinde yazarın kişisel görüş ve düşüncelerini anlattığı yazılara sohbet (söyleşi) denir. 2. Özellikleri Bir kimse ile konuşur gibi yazılır. Anlatım, samimî konuşma şeklinde olur. Günlük sanat olaylarını ve genel konuları ele alır. Yazarın nükteleri ve içtenliği anlatılanları çekici hâle getirir. Dil Bilgisi Ek Olan "-ki" ve Bağlaç Olan "ki"nin Yazımı Ek olan "-ki"nin sözcüğe birleşik yazılıp ünlü uyumları kurallarına uymadığını; bağlaç olan "ki"nin sözcük olduğu için ayrı yazıldığını hatırlayınız. Örnekler: İçindeki kıvılcımın farkına vardı. Sokaktaki adamda kendini gördü. Benim basketbol topum bahçede, seninki nerede? Bana bunları söylemek istedi ki kendini tutamadı. O kadar ki anlatmakla bitiremez. Senin söylediklerini o fark edemez ki. "dünkü, bugünkü" sözcüklerinin dışında -ki eki ünlü uyumlarına uymaz. "sokaktaki" sözcüğünde olduğu gibi. "hâlbuki, sanki, mademki" gibi birkaç örnekte "ki" bağlacı sözcüğe birleşik yazılır. Ek Olan "-de" ve Bağlaç Olan "de"nin Yazımı Ek olan "-de"nin sözcüğe birleşik yazıldığını; bağlaç olan "de"nin sözcük olduğu için ayrı yazıldığını hatırlayınız. Örnekler: Kalbimde yas var dese de yüzü hep gülüyor, kimseyi inandıramıyordu. Yağmurda ıslandık. Ayakta durmak ona zor geldi. Sizin de bizim gibi düşündüğünüzü sanıyordum. Söylediği sözlere de şaşırdı, yaptığı hareketlere de. Gidip de dönmemek var, gelip de görmemek var. "-de" bağlacı ünsüz benzeşmesi kuralına uyar "-te, -ta" şeklinde kullanılır. "Ayakta" sözcüğünde olduğu gibi. Bağlaç olan "de" için böyle bir durum söz konusu değildir. Her zaman "de, da" olarak kullanılır. Soru Edatı "mi"nin Yazımı Soru edatı olan "mi" kendisinden önce gelen sözcükten ayrı yazılır. Çünkü cüm¬lede bağımsız bir sözcük olarak değerlendirilir. Kendisinden sonra gelen eklerle de birleşik yazılır. Örnekler: Konuşsaydı onu anlar mıydım? Böyle mi esecekti son günümde bu rüzgâr? Söyledikleri yalan mı? 7. HABER YAZILARI 1. Tanımı Toplumda veya tabiatta meydana gelen çeşitli olay, durum ve görünümle ilgili bilgi ve duyurulara haber denir. Bu haberlerin halka duyurulması amacıyla hazırlanan yazılara da haber yazıları denir. Haber kaynakları üçe ayrılır: 1. Resmî haberler : En etkili kişilerden öğrenilir. 2. Özel haberler : Halk arasındaki olayların halk tarafından muhabirlere bildirilmesiyle elde edilir. 3. Ajans haberleri : Dünya olaylarını toplayıp her yana bildiren kurumların verdikleri haberlerdir. Haber yazıları konularına göre; 1. Siyasal haber yazıları, 2. Sanatla ilgili haberler yazıları, 3. Ekonomiyle ilgili haber yazıları, 4. Bilimsel ve teknik haber yazıları, 5. Sosyal haber yazıları, 6. Spor haber yazıları olmak üzere gruplandırılabilir. 2. Özellikleri Haber yazılarının günlük ve önemli olması gerekir. Haberler doğru olmalıdır. Kolay anlaşılır; akıcı, açık ve duru olmalıdır. Haber yazıları toplumun büyük bir kısmını ilgilendirmelidir. Yazan kişi anlattıkları karşısında tarafsız kalmalı, yorumdan kaçınmalıdır. Yanlış anlaşılmalara yer verecek cümlelerden kaçınılmalıdır. Anlatılanlar ilgi çekici olmalıdır. 5N 1K (ne, niçin, nasıl, nerede, ne zaman, kim) ifadesi haber yazıları oluşturmada önemlidir. Haber yazıları, 5N lK'da yer alan sorulara verilen cevaplarla genişler.l Bilgisi Noktalama İşaretleri Nokta (.) a. Cümle sonunda yer alır. Teslime'nin İbrahim Erdem'i sevdiğini biliyorum. b. Kısaltmalarda kullanılır. vb. , T.C. , Prof. Dr. TBMM, TDK, MEB, AB, TÜBİTAK gibi kısaltmalarda nokta işareti kullanılmaz. c. Sayılarda sırayı belirtir. I. Dünya Savaşı, IV. Murat, 10. öğrenci d. Tarih yazımında kullanılır. 10.03.2005 Virgül (,) a. Eş görevli sözcük, sözcük grupları ve cümleleri birbirinden ayırmak için kullanılır. Matematik, fen, fizik, biyoloji gibi sayısal derslere ilgi duydu. b. Cümle içindeki ara sözleri ve ara cümleleri ayırmak için kullanılır. Beklenmedik bir anda, bunu bilmeliydik, çıkıp geldi. c. Hitap sözcüğünden sonra kullanılır. Sevgili dostum, yine kalbini kırdım değil mi? d. "evet, hayır, yok" gibi sözcüklerden sonra kullanılır. Evet, bu sözleri duymak beni gerçekten mutlu etti. e. Cümlede özellikle vurgulanması gereken sözcükten sonra kullanılır. Cem, Semih'e bu sözleri söylemiş olamaz. Noktalı Virgül (;) a. Bağlı cümleleri ayırmak için kullanılır. Kitaplar kısa sürede okunur; raflara yerleştirilir. b. Virgülle sıralanmış grupları ayırmak için kullanılır. Yaban, Çalıkuşu, Ateşten Gömlek roman; Yüz Akı, Diyet hikâye; Hemşirem İçin şiirdir. c. "ama, fakat" gibi iki cümleyi birbirine bağlayan edatlardan önce kullanılır. Bugün Ankara'ya yağmur yağmış; ama biz görmedik. İki Nokta (:) a. Örneklerden önce kullanılır. Kişi zamirleri şunlardır: ben, sen, o, biz, siz, onlar. b. Açıklaması yapılacak cümlenin sonunda kullanılır. Mutluluklarını gölgeleyen bir şey vardı: Ayrılık. c. Konuşma metinlerinde konuşan kişilerden sonra kullanılır. Babam: Hoş geldiniz. Mustafa: Teşekkür ederim. Örnekler ve açıklamalar dışında iki nokta işaretinden sonra büyük harfle başlanır. Üç Nokta (...) a. Bitmemiş, yarım kalmış cümlenin sonunda kullanılır. Ümit Can'ın da söyleyecek sözleri vardı ki... b. Söylenmek istenmeyen söz yerine kullanılır. Sonunda G... ile görüşüp bir yarışma düzenlenmesine karar verildi. c. Alıntılarda atlanan yerleri göstermek için kullanılır. “… kitaplarını masanın üzerine bırakıp pencerenin yanında duran sandalyeyi getirdi. Yavaşça oturup kimseye selam vermedi." Soru İşareti (?) a. Soru anlamı taşıyan cümlelerden sonra kullanılır. Bu sorunun cevabını biliyor musunuz? b. Cümle içerisinde bilinmeyin bir ifade, yer, tarih vb. için kullanılır. Muhsin Efendi, 1412 - ? yılları arasında Horasan'da yaşadı. Ünlem İşareti (!) a. Heyecan ifade eden (sevinç, korku, hayret, acı vb.) sözcük ve cümlelerden sonra kullanılır. "İmdat!" diye bir ses işitti. b. İfadeye alay anlamı katmak için kullanılır. Bu yıl çok ders çalışacak (!) Derslerinin hepsinden yüksek notlar alacakmış (!) c. Hitaplarda kullanılır. Ey Türk Gençliği! Tırnak İşareti (" ") a. Başkasına ait aktarılan sözler tırnak işareti içerisinde gösterilir. "Sen dinlenmeden iyileşemezsin." dedi. b. Cümlede vurgulanmak istenen söz veya söz grupları tırnak işareti içerisinde gösterilir. Bu sorunu çözmek için "Açık Öğretim Lisesi Müdürlüğüne" bir dilekçe yazınız. Kesme İşareti (,) a. Özel isimlere gelen çekim eklerinden önce kullanılır. Aydın'ın mezuniyet törenine gidemedik. b. Kısaltmalara getirilen ekleri ayırmak için kullanılır. AB'ye uyum süreci uzun zaman alacak. c. Sayılardan sonra gelen ekleri ayırmak için kullanılır. Okula 12'nci öğrenci olarak kaydoldum. \ Özel isimlerden sonra gelen yapım eklerinden önce kesme işareti kullanılmaz. İstanbullu örneğinde olduğu gibi. Konuşma Çizgisi (-) Konuşma cümlelerinden önce kullanılır. Küçük kız elini uzattı: Haydi tut. Neden? Barışmak için. Birleştirme Çizgisi (-) Cümle içerisindeki ara söz veya cümleleri ayırmak için kullanılır. Görenler hayret ederdi. Arabasına kimse eski diyemezdi. Bu araba - dede yadigârı -onunla bütünleşmişti. 8. FIKRA 1. Tanımı a. Gazetelerde; güncel, önemli, özelliği olan konuları belgelendirme gereği duymadan dşisel bir görüş olarak açıklayan kısa yazılardır. b. Bir tür küçük hikâyedir. Olaya dayalı bir anlatımı vardır. Hayattan alınan gülünç olaylar ile soyut konular işlenir. Olaylar bizi güldürürken eğitir. İnsanlar arasındaki çatışmalar konu edilir. .2. Özellikleri Her konuda fıkra yazılabilir. Güncel, siyasal, toplumsal sorunlarla ilgili yazılardır. Siyasal ve toplumsal olaylar anlatılırken belgelere, kanıtlara, aşırı ayrıntıya yer verilmez. Geniş kitleyi ilgilendiren günlük olaylardan seçilmiş farklı konular ele alınır. Düşünce ağırlıklıdır. İddialı ve ispatlayıcı yönü çok yoktur. Fıkra yazarı, geniş kitlelere seslendiği için dili kolay anlaşılır, açık ve durudur. Dil Bilgisi Anlam Kayması Sözcüğün eski anlamını kaybederek yeni bir anlam kazanmasına anlam kayması denildiğini hatırlayınız. Örnek: "ucuz" sözcüğü eskiden "değersiz, kolay" anlamına gelen bir sözcükken zamanla anlam kaymasına uğramış ve bugünkü anlamını kazanmıştır. Anlam Genişlemesi Bir sözcüğün ifade ettiği anlamın dışına çıkarak kapsamının genişlemesine anlam genişlemesi denildiğini hatırlayınız. Örnek: "ödül" sözcüğü dar anlamda yalnızca güreşte başarılı olanlara verileni karşılarken zamanla bütün başarılı durumlar için verileni karşılamak için kullanılan bir sözcük olmuştur. Anlam Daralması Bir sözcüğün pek çok anlamı varken bu anlamlardan bazılarını zamanla kaybetmesine anlam daralması denildiğini hatırlayınız. Örnek: "oğul" sözcüğü eskiden çocuklar için kullanılan bir söz iken zamanla yalnızca erkek çocukları için kullanılan bir sözcük hâline gelmiştir. Artık kız çocuklar için " o ğul" sözcüğü kullanılmamaktadır. Sözcük bu anlamını kaybetmiş ve anlam daralmasına uğramıştır. 9. DENEME 1. Tanımı Bir yazarın özgürce seçtiği herhangi bir konu üzerinde kesin yargılara varmadan, kişisel görüş ve düşüncelerini serbestçe anlattığı yazılara deneme denir. Kendisinden önce benzeri yazılar yazılmış olmakla birlikte 16. yüzyılda deneme kavramını ilk kez kullanan Fransız yazarı Montaigne (Monteyn)'dir. Denemeler adını verdiği yazıları, bir edebiyat türünün adı olmakla kalmamış, benzerlerinin de yazılmasına yol açmıştır. Denemenin Amacı; Okuyucuyu düşünmeye yöneltmek, Hayatın gerçeklerini ortaya koymak, Kültür alanındaki değişme ve gelişmeleri fark ettirmek, Birey-toplum ilişkisini dile getirmek vb. Konularına ve Yazılış Amaçlarına Göre Denemeler; Klasik deneme, Edebî deneme, Felsefî deneme, Eleştirel deneme olmak üzere gruplandırılır. 2. Özellikleri Denemede konu özgürce seçilir. İnsanı ve toplumu ilgilendiren her şey (yaşama, ölüm, aşk, sanat, felsefe, din, ahlâk, töre, bilim, siyaset vb.) denemenin konusu olabilir. Deneme yazarı kendisiyle konuşur gibi yazar. Dili doğru ve güzel kullanır. Düşünce ufku geniş ve kendine özgü bilgi birikimine sahiptir. Kendi duygularının dışında başkalarının düşüncelerine de saygı duyar. Denemeci ele aldığı konuyu içtenlikle anlatır. Denemeci, bayağı bir anlatıma inmeden terim ve felsefi kavramların ağırlığından uzak bir üslubu tercih eder. Denemeci, denemenin sonunda kesin bir yargıya, bir sonuca varmak amacında değildir. Deneme, herhangi bir konuda düşündürücü, öğretici, inandırıcı ve ufuk açıcıdır. Deneme rahat okunan bir düşünce yazısıdır. Denemecinin öne sürülen her düşünce ya da savı doğrulama, kanıtlama gibi bir kaygısı yoktur. Deneme, makale ve eleştiriden bu yönüyle ayrılır. Deneme yazarı birçok kaynaktan beslenir: Felsefî, sosyolojik, tarihî tema ve olay¬ların yanında bilimsel veriler ve ünlü kişilerin özdeyişleri olabilir. Yine de denemeci seçtiği konuyu farklı bir yaklaşımla işler. Deneme türünün en eski örneklerini "deneme" terimi daha kullanılmadan önce Eski Yunan ve Latin edebiyatlarında görmekteyiz: Bunlar; Epiktetos'un (Epiktetos) S ohbetler, Eflâtun'un (Eflâtun) Kimi Diyaloglar, Cicero'nun (Çiçero) Kimi Eserleri'dir. Deneme türünün tarihsel gelişimi nasıl olmuştur? Deneme türü özellikle Aydınlanma Çağında (Rönesans) önemli bir gelişme göstermiş, daha sonra özellikle Romantizm akımından (19. yüzyıl) bu yana yaygınlaşarak çağdaş edebiyatın en önemli türlerinden biri hâline gelmiştir. Fransız edebiyatında bu türün kurucusu olan Montaigne, İngiliz edebiyatında Bacon (Beykın) önemli deneme yazarlarıdır. Deneme türüne özellikle Cumhuriyet Döneminde yakın ilgi gösterilmiştir.. Dil Bilgisi Eş Anlamlı Sözcükler Yazılışları farklı anlamları aynı olan sözcüklere eş anlamlı sözcükler denildiğini hatırlayınız. Üzüntü- keder- dert Beyaz- ak Eş anlamlı sözcükler her zaman birbirlerinin yerine kullanılmaz. Örnekler: "başına dert açmak" deyiminde "baş" sözcüğünün yerine eş anlamlısı olan "kafa" sözcüğünü kullanarak "kafasına dert açmak" şeklinde olamaz. "kara günler" yerine "siyah günler" denilemez. Eş Sesli Sözcükler Yazılışları aynı anlamları farklı olan sözcüklere eş sesli sözcükler denildiğini hatırlayınız. Örnekler: Bir salkım üzüm için Minnet etmem asmaya Ben o yârdan vazgeçmem Götürseler asmaya (asma: üzüm çubuğu; asma: asılma eylemi) Karşıt (Zıt) Anlamlı Sözcükler Anlam bakımından birbirine karşıt olan sözcüklere zıt anlamlı sözcükler denildiğini hatırlayınız. Örnekler: Az-çok ince-kalın uzun-kısa aydınlık-karanlık sessizlik-gürültü 10. MAKALE 1. Tanımı Bir konuda bilgi verirken veya bir gerçeği savunurken, türlü kanıtlardan faydalanan, bunları bilimsel biçimde inceleyen gazete ve dergi yazılarına makale denir. Gazetenin ilk sayfasının ilk sütununda çıkan makaleye başmakale; yazarına da başyazar adı verilir. Başmakalede, gazetenin tutumuna uygun fikirlerle günlük genel olaylar yer alır. 2. Özellikleri Makalenin amacı, toplumu ilgilendiren bir düşünceyi geniş halk kitlelerine yaymaktır. Makaleler, bilgi vermeye ve fikirleri açıklayıp kanıtlamaya çalışan yazılardır Temel ögesi düşüncedir. Bir fikri açıklayıp kanıtlayarak zihinlere aşılamak için yazılır. Makaleler her konuda yazılabilir (edebiyat ve sanat, sosyal, siyasal, askerlik, din ve ahlâk, tıp ve sağlık, spor, kültür, tarih vb.). Makale türü, edebiyatımıza Tanzimat Döneminde gazete ile birlikte Batı'dan giren bir türdür. Düşünce yazıları içinde en ağırbaşlı ve en zor olan tür makaledir. Makalenin amacı bilgi vermektir ama bu bilgi ansiklopedik bilgilerden çok farklıdır. Ansiklopedik bilgide, tanıtma, açıklama, sıralama ve kendiliğinden kesinleşmiş olma özellikleri vardır. Oysa makalede kişilik sezinleten bir anlatım, bir yorum ve inandırma eğilimi, bir amaç vardır. Bilim ve kültür alanında yazılan makaleler, sınırlı bir kültür kesimine ulaşmayı amaçladığından bu makalelerde daha bilimsel bir dil kullanılır. Gazete ve dergilerdeki makalelerse, geniş halk kitlelerine ulaşmayı amaçladığından yazar, dilini daha açık, daha popüler ve daha anlaşılır bir düzeyde tutar, özel terimler kullanmaktan kaçınır. Makale yazarı; Kendi alanında geniş ve köklü bilgiye sahip olmalı, Sorunlara tarafsız bir gözle bakmalı, Dili iyi kullanmalı, Genel kültürü geniş olmalıdır. Deneme ile makale arasında ne fark vardır? Denemelerde kişisel düşünce yer alır. Söylenenlerin kanıtlanmasına ihtiyaç duyulmaz. Denemelerde ele alınan konular, kesin sonuçlara bağlanmaz. Makalelerde ise bilgi vermek, bir fikri açıklamak ön plandadır. Düşünce yönü ağır basar; kanıtlamaya ve açıklamaya dayanır. Kesin bir sonuca ulaşmak hedeflenir. Dil Bilgisi Sözcük Grupları Deyimler Genellikle gerçek anlamlarını kaybederek yeni anlam oluşturan kalıplaşmış söz öbeklerine deyim denildiğini hatırlayınız. Aklına düşmek Bağrına taş basmak Ayakları yerden kesilmek İğne atsan yere düşmemek Kaçmaktan kovalamaya vakti olmamak İkilemeler Anlatımı daha güçlü ifade edebilmek için bir sözcüğün ya aynısını, ya yakın anlamlısını, ya karşıt anlamlısını tekrar kullanarak oluşturulan söz öbeğine ikileme denildiğini hatırlayınız. Örnekler: Beyaz beyaz tomurcuk Yalan yanlış konuşmalar İyi kötü günler Biri anlamlı biri anlamsız iki sözcüğün de ikileme oluşturabileceğini unutmayınız. Örnekler: Yırtık pırtık elbise Çarpık çurpuk bacak Tamlamalar İsim tamlamaları ve sıfat tamlamaları da sözcük grupları içerisinde yer almaktadır. Gülün rengi solmuş. (Belirtili isim tamlaması) Evin içini çocuk sesleri doldurdu. (Belirtisiz isim tamlaması) Köye asfalt yol yapıldı. (Takısız isim tamlaması) Bilgisayarın klavyesinin tuşlarını temizledim. (Zincirleme isim tamlaması) Keskin sirke küpüne zarar. (Sıfat tamlaması) Edat Grubu Edatlarla (için, ile, gibi, beri, üzere vb.) kurulan sözcük gruplarını örneklerle hatırlayınız. Bu kitap, çocuklara göre değil. Onun kadar dürüst bir insan görmedim. Sabahtan beri ders çalışıyor. Bu mektup senin için yazıldı. Ünlem Grubu Ünlemlerle (ay, ey, eyvah, oh vb.) oluşan sözcük gruplarıdır. Örnekler: Vay be! Bu sözleri o mu söyledi? Ey güzel İstanbul! Unvan Grubu Akrabalık sözcükleri ve bir kişinin unvanını bildiren sözcüklerle kurulan söz öbekleridir. Sorunuza Hasan Bey cevap verecek. Pakize Teyze, Didim'e tatile gitti. Erzurumlu Emrah'ın bir şiiri okundu. Çolak Salih neden çolak olduğunu anlatmak istemedi. Unvan olan sözcük, bir kişinin mesleği, nereli olduğu, rütbesi veya kişiliği ile ilgili bir sözcük olabilir. 11. ELEŞTİRİ (TENKİT) 1. Tanımı Bir eseri, sanatçıyı, dönemi veya okuyucuyu değerlendirmek amacıyla yazılan yazılara eleştiri denir. Eleştiri yapan ve yazan kişiye de eleştirici, eleştirmen, eleştirmeci adı verilir. 2. Özellikleri - Eleştiride eserin veya sanatçının gerçek değerinin belirtilmesi amaçlanır. Eleştiri yapan kişi; Geçmişin ve çağının sanat olaylarını iyi bilmeli, Geniş bilgi ve kültür birikimiyle donanımlı olmalı, Dünya edebiyatı, sanatı ve kültürüyle ilgili genel bilgilere sahip olmalı, Eleştirdiği konuyu, eseri veya olayı bütün olarak kavramalı, Bir sanat eserinin gerçek değerini, özünü, yapısını, değerli-değersiz yönlerini ortaya koymalıdır. Yazarın eser karşısındaki tavır ve tutumuna göre eleştiri yazıları; Nesnel, Öznel olarak gruplandırılır. Eleştiri yazılarında yazarın nesnel olması, eleştirdiği konu üzerinde tarafsız kalabilmesidir. Eleştiri yazılarında yazarın öznel olması ise eleştirdiği konu üzerinde kendi düşüncelerini de belirterek taraflı bir tutum sergilemesidir. Eleştiri yazıları, ele aldıkları konu ve ele alış biçimleri bakımlarından; Eseri konu alan eleştiri yazıları, Sanatçıyı ele alan eleştiri yazıları, Eserin yazıldığı dönemi konu alan eleştiri yazıları, Okuyucuyu değerlendiren eleştiri yazıları, Eseri, sanatçıyı, dönemi, okuyucuyu birlikte ele alan eleştiri yazıları olmak üzere gruplara ayrılır. Dil Bilgisi Anlamları Bakımından Sözcükler İlk Anlam Sözcüklerin sözlükteki ilk anlamıdır. İlk anlam (gerçek anlam, temel anlam), sözcüklerin ilk ve genel anlamı olduğunu hatırlayınız. Örnek Sıcak çaydan ağzım yandı. Örneğinde olduğu gibi "ağız" sözcüğünün ilk anlamı bir organ ismidir. Yan Anlam Bir sözcüğün ilk anlamıyla ilişkili olarak zamanla ortaya çıkan farklı anlamlara yan anlam denildiğini hatırlayınız. Yan anlam kazanan sözcükler, genellikle ilk anlam¬la yakıştırma ve benzerlik ilgisi içerisindedir. "göz" sözcüğünün ilk anlamı bir organ ismi iken, zamanla sözcük "çekmecenin gözü" örneğinde olduğu gibi yeni bir anlam kazanmıştır. Mecaz Anlam Bir sözcüğün ilk anlamından uzaklaşarak kazandığı yeni anlama mecaz anlam denildiğini hatırlayınız. "yanmak" sözcüğünün ilk anlamı "bir cismin ateşte uğradığı durum" iken "Derdi o kadar çok ki hangisine yansın?" cümlesinde "üzülmek" anlamında mecaz olarak kullanılmıştır. Terim Bir bilim, sanat ya da meslek dalıyla ilgili sözcüklere terim denildiğini hatırlayınız. Örnek: "özne, yüklem, tümleç" dil bilgisi terimleri "kare, silindir, açı" matematik terimleridir. Terimlerin, mecaz ve yan anlamı yoktur. Soyut Anlam Beş duyu organından biriyle algılanamayan kavramları karşılayan sözcüklere soyut anlamlı sözcükler denildiğini hatırlayınız. Örnekler: "kıskançlık" , "kin", "hassasiyet", "mutluluk", "güzellik" vb. Somut Anlam Beş duyu organından biriyle algılanabilen varlıkları veya kavramları karşılayan sözcüklere somut anlamlı sözcükler denildiğini hatırlayınız. Örnekler: "cadde", "bilgisayar", "deniz", "ayak", "Türkiye" vb. ÜNİTE III SÖZLÜ ANLATIM Röportaj Mülakat (Görüşme) Söylev (Hitabet, Nutuk) Nasıl çalışmalıyız? 1. Bilmediğiniz sözcük ve kavramların anlamlarını sözlüğe bakmadan önce metinden tahmin ediniz. Daha sonra sözcüklerin açıklamasını okuyunuz. 2. Örnek metni veya metin parçasını dikkatlice okuyup anlatılmak istenen duygu ve düşünceleri kavramaya çalışınız. 3. Konu içinde size yöneltilen soruları yanıtlayınız. 4. Uyarıları dikkatle okuyun, gerekiyorsa yazınız. 5. Yazar adını, eser adını ve önemli kavramları yazarak çalışınız. 6. Ünite sonundaki testi çözünüz. Cevaplayamadığınız soruyla ilgili konuyu, tekrar dönüp dikkatle okuyunuz. 7. İncelediğiniz metin türü ile ilgili başka yazıları da okuyarak öğrendiğiniz bilgileri değerlendiriniz. 8. Daha geniş bilgi için ansiklopediden, edebiyat tarihinden ve İnternet'ten yararlanınız. 1. RÖPORTAJ 1. Tanımı Herhangi bir konu ya da sorunun değişik boyutlarıyla ele alınıp işlendiği gazete ve dergi yazılarına röportaj denir.Röportaj, gazete haberlerinin daha genişletilmiş ve yazarın kişisel görüşleriyle zenginleştirilmiş yazılardır. 2. Özellikleri Röportaj yapan kişi, röportajında elde ettiği bilgilerle kendi görüş ve düşüncelerine de yer verir. Genellikle bu yazılar çeşitli ses kayıtları, belge ve fotoğraflarla tamamlanır. Röportaj yazarı, gördüklerinin fotoğraflarını da çekerek yazısına ekler. Röportajda önemli olan, birçok kişinin gördüğü ve bildiği şeyleri ustaca dile getirmektir. Röportajcı, yalnızca gördükleriyle, izlenimleriyle yetinmez. Konuyla ilgili derinlemesine araştırma ve inceleme yapar, ilgililerin bilgisine başvurur. Röportajcının amacı, konuyu çarpıtmadan belgesel olarak okuyucuya sunmak, okuyucuyu konunun içinde yaşatmak, kamuoyunu aydınlatmaktır. Röportajlar, okuyucunun dikkatini çekecek ve onları bazı konularda düşündürecek biçimde düzenlenir. Röportaj, tek bir yazı olabileceği gibi, aynı konuda dizi yazı da olabilir. Röportajlarda öğretici, açıklayıcı, kanıtlayıcı, betimleyici vb. anlatım türlerinden yararlanılır. Konularına göre röportajlar Bir yeri konu alan röportajlar (Röportajı yapılan yerin bütün özellikleri bilinmeli. Bu nedenle ilginç yönlerin film, ses kayıt ve fotoğraflarla belgelenmesi gerekir. İnsanı konu alan röportajlar (Belli bir alanda üne kavuşmuş kişilerin özellikleri belirtilir.) Eşyayı konu alan röportajlar (Haber konusu olan eşya, her yönüyle bilinmeli; dikkat çekecek ve okuyanları düşündürecek yönleriyle anlatılmalıdır.) 

 Dil Bilgisi Yapı Bakımından Sözcükler 

 Basit Sözcük Kök hâlindeki sözcüklerdir. Herhangi bir yapım eki almamış sözcüklere basit sözcükler denildiğini hatırlayınız. Örnekler: kapı, geldi, güzel, yarın, okulda vb. Basit sözcükler çekim ekleri alır. Türemiş Sözcük Kök sözcüklerin, yapım eki alarak yeni anlam kazanmasıyla oluşan sözcüklere türemiş sözcük denildiğini hatırlayınız. Örnekler Bil - gi Bilgi Bil - inç Bilinç Say - gı Saygı Son - suz-luk Sonsuzluk Sınır - sız - ca Sınırsızca Yapım ekleriyle birlikte çekim ekleri de kullanılabilir. Örnekler Bil - im - in Bilimin Say - gı - da Saygıda Birleşik Sözcük Birden çok sözcüğün birleşerek yeni bir kavram oluşturduğu sözcüklere birleşil sözcük denildiğini hatırlayınız. Örnekler Bilgi - sayar Bilgisayar Kahraman - Maraş Kahramanmaraş Hanım - eli Hanımeli İmam - bayıldı İmambayıldı Gül - veren Gülveren Siz de herhangi bir konuda ön hazırlık yaparak bir röportaj gerçekleştiriniz (Röportaj yapmadan önce neler bilmeniz gerektiğini ve nasıl hazırlanacağınız konusunda bir plan yapınız. 2. MÜLAKAT (GÖRÜŞME) 1. Tanımı Mülakat buluşma, görüşme, konuşma anlamına da gelmektedir. Zamanın ünlü kişilerini herhangi bir gazetecinin ziyaret etmesi ve ona alanıyla ilgili sorular sorarak sorularına cevap almasıdır. 2. Özellikleri Mülakat metinleri öğretici ve ufuk açıcıdır. Alanında tanınmış kişilerle mülakat yapılır. Alınan cevaplar, aynen ve yorumlanmadan yayımlanır. Mülakat yazılarında; görüşülen kimsenin adı, ne işle uğraştığı, hangi amaç için kendisiyle konuşulduğu, buluşma yeri; sorular ve cevaplar; mülakat yapılan kimsenin o konu üzerindeki temel görüşü belirtilmelidir. Cümleler açık, yalın olmalı; diyalog çizgisinden ve tırnak işaretinden faydalanılmalıdır. Genelde söyleşmeye bağlı anlatım türü kullanılır. Mülakat yapan kişi; Mülakat yapacağı kişiden görüşme zamanını belirlemesini istemeli, Konuşacağı kişi ve konu hakkında bilge edinmeli, ön hazırlık yapmalı, Sabırlı, dikkatli ve nazik olmalı, Söz başka bir konuya atlarsa, tekrar konuyu toparlamalı ve konuya dönmeli, Kültürü ve becerisiyle karşısındakini konuşmaya ikna edebilecek beceriye sahip olmalı, Hep kendi konuşarak karşısındaki kişiyi sıkmamalıdır. 

11. SÖYLEV (NUTUK, HİTABET) 

1. Tanımı Bir topluluk önünde belirli bir konuda yapılan etkili ve inandırıcı konuşmalara söylev (nutuk) denir. Söylev kavramı eskiden nutuk terimiyle karşılanır; topluluk önünde konuşma sanatına hitabet, söylevciye de hatip denirdi. Söylev söz ve sesle birleşen bir sanattır. Söylevde amaç nedir? Söylevde amaç, dinleyenleri kendi düşüncesinden yana çekmektir. Bu nedenle söylenen sözler ve söyleyiş biçimi inandırıcı, etkileyici, coşturucu nitelikler taşımalıdır. İnsanları heyecanlandırmak, bir fikri, bir kanaati insanlara aşılamak ve benimsetmek önemlidir. 2. Özellikleri Söylevci söylevin çeşidine ve konuya bağlı olarak anlaşılır sözcükler seçmeli; cümleler kısa, yalın, akıcı, içten ve etkili olmalıdır. Söylevcinin, konuştuğu konuyu çeşitli yönleriyle iyice bilmesi ve söyleyeceklerine inanması gerekir. Söylev veren kişi konuşmasını duruş, jest ve hareketleriyle desteklemelidir. Söylevcilerin en önemli yeteneği toplulukları inandırmadaki güçleridir. Ayrıca iddiaları kanıtlaması ve dinleyicide oluşacak kuşkuları ortadan kaldırması gerekir. Söylev tiyatro ile birlikte gelişmiştir. Hemen her yazı türü yeri gelince söylevden yararlanır. Sesi topluluğun sesine dönüştürme, coşturma, toplulukta duygusal doruklar ve insanda tartışma atmosferi yaratmak söylevin önemli özelliklerindendir. Söyleyişte yersiz ve gereksiz vurgular, anlaşılmaz ve abartılı sözler, aşırı ses yükseltmelerinden kaçınılır. Dilin alıcıyı harekete geçirme işlevi ile heyecana bağlı işlevi birlikte kullanılır. Dinleyicilerin zevk, kültür düzeyleri ve gereksinimleri konuşmacı tarafından dikkate alınır. Etkili, heyecanlı ve açık cümlelerle söylev bitirilir. Konularına göre kaç tür söylev vardır? Konularına göre söylevler 

a. Siyasi söylev : Genellikle parlamentolarda, diplomatik toplantılarda, mitinglerde söylenen siyasî amaçlı söylevlerdir. b. Dinsel söylev : Tapınaklarda bireysel ve toplumsal sorunları dinsel açıdan yorum- layan söylevdir. İslâmî toplumlarda bu tür söylevlere hutbe denir. c. Hukuksal söylev : Mahkemelerde, yargılama sırasında suçlamak ya da savunmak amacıyla söylenen söylevdir. d. Akademik söylev: Akademilerde, bilim toplantılarında söylenen söylevdir. Akademik kabullerde, açılış, kapanış ve ödül törenlerinde yapılan bilimsel içerikli söylevler de vardır. e. Askerî söylev : Ordunun moral gücünü yükseltmek ve güven duygusunu artırmak için askerlere yönelik verilen söylevdir. Söylev türünün tarihsel gelişimi hakkında neler söyleyebilirsiniz?

 Söylev türünün ilk örneklerini Eski Yunan ve Roma dönemlerinde görüyoruz. Eski Yunan edebiyatında Demosthenes (Demostenes), Lâtin edebiyatında Cicero (Çiçero), Fransız edebiyatında Bossuet (Bosse), Mirabeau (Mirabu) ve Robespiere (Robespiyer) ilk akla gelen tanınmış söylevcilerdendir. Ülkemizde toplanma ve söz özgürlüğünün sağlandığı II. Meşrutiyette yetişen en tanınmış söylevciler Ömer Naci ile Hamdullah Suphi Tanrıöver'dir. Cumhuriyet Döneminin en büyük konuşmacısı ise Mustafa Kemal Atatürk'tür. Mustafa Kemal Atatürk "Söylev"de bir tarih belgesi örneği vererek Türk ulusu ile yaşadığı tarih dilimini bu belgede ayrıntılarıyla yorumlar.

AŞIK TARZI TÜRK HALK EDEBİYATI NAZIM BİÇİMLERİ

Aşık Edebiyatında Türler ;
Aşık Edebiyatı
Aşıklık Gelenekleri

A. HECELİ TÜRLER

1. Koşma:

Türk halk şiirinin en yaygın türüdür. Hece ölçüsünün 6+5=11 ya da 4+4+3=11'li kalıbı kullanılır. Konuları bakımından koşmanın kişi ve doğa güzelliğini övenine "güzelleme", yiğitlik konusunu işleyenine "koçaklama", bir kişi ya da toplumun kötü yönlerini eleştirenlere "taşlama", yasla ilgili olanlarına "ağıt" adı verilmektedir.

2. Semai:

Halk şiirinde hecenin sekizli ölçüsü ile koşma biçiminde tertip edilip özel bir ezgi ile söylenen şiirlere denir. Genellikle en az üç, en fazla beş dörtlükten oluşur. Çoğunlukla; doğa, güzellik ve ayrılık temalarını işler.

3. Varsağı: 

Güney Anadolu'da "Varsak" boyu halkınca özel bir ezgi ile söylenen nazım türlerinden biridir. Dörtlük sayısı üç ile beş arasında değişmektedir. Varsağı, biçimce semaiye benzemekte olup semai gibi hece ölçüsünün sekizli kalıbıyla söylenmektedir. Aralarındaki fark söyleyiş biçimlerinde ve ezgilerindedir.

4. Destan:

Aşıkların sevgilerini, kahramanlık olaylarını, günlük olaylarla ilgili kimi durumları ve bazı acıklı olayları anlattıkları biçim olarak halk edebiyatı nazım türlerinden koşmaya benzeyen, koşmadan dörtlük sayısı, konu, anlatım ve ezgi yönünden ayrılan halk şiiri türüdür.

B. ARUZLU TÜRLER

1. Divan:

Halk şiirleri arasında "divani" adıyla bilinen divan, aşık edebiyatı nazım şekillerinden olup, aruzun fâilâtün / fâilâtün / fâilâtün / fâilün kalıbıyla söylenmiş şiirlerdir.

2. Selis:

Halk edebiyatında feilâtün (fâilatün) / feilâtün / feilâtün / feilün yazılan şiirlerdir.

Genellikle 19. yy aşıkları tarafından kullanılan selisin en fazla yazılan tipi gazel biçiminde olanıdır. Hece ölçüsünün on beşli kalıbına da uyan selislerin en belirgin özellikleri farklı bir ezgiye sahip olmalıdır.

3. Semai:

Aşık edebiyatında hece ölçüsü ile yazılan semailerden başka bir de divan edebiyatının etkisi ile aruzla yazılmış semailer bulunmaktadır. Semai aruz ölçüsünün mefâilün / mefâilün / mefâilün / mefâilün kalıbıyla yazılan ve özel bir beste ile okunan aşık edebiyatı ürünüdür.

4. Kalenderi: Aruzun mef'ûlü mefâ'îlü mefâ'îlü feûlün kalıbıyla söynenen şiirin, kafiye örgüsü divan ve semai ile aynıdır. Özel bir ezgiyle okunan kalenderinin çeşitleri vardır.

5. Satranç:Aruzun mefteilün / müfteilün / mefteilün / müfteilün kalıbıyla yazılan gazel biçimindeki şiirlerdir.

6. Vezni Aher:Aruzun müstef'ilâtün / müstef'ilâtün / müstef'ilâtün / müstafilâtün kalıbıyla yazılan şiirlerdir.


Tekke Şiiri

Tekke şiiri, dini ve tasavvufi halk şiiri adı ile de anılmakta olup XI. ve XII.yy'larda tanrı aşkı ve ahiret duygularını dile getiren aşıkların yarattığı bir edebiyat türünün ürünüdür. Dini ve tasavvufi halk şiirinin en önemli ustaları Ahmet Yesevi, Yunus Emre, Hacı Bayram-ı Veli vb.'dir.

Tekke Şiirinde Türler:

1- İlahi:

İlahiler, tasavvuf görüş ve anlayışını anlatan bunun inceliklerini, ilahi hikmetleri ve sırları dile getiren manzumeler olup herhangi bir tarikatın izini taşımaksızın Tanrı'yı öven, Tanrı'nın büyüklüğü ve gücünü telkin eden şiirlerdir. Dini törenlerde ve dergahlarda kendine özgü bir makamla söylenir. İlahiler dörtlükler ya da beyitlerle yazılırlar. Dörtlüklerle yazılanlar genellikle 7'li, 8'li bazen de 11'li hece ölçüsü ile koşma uyak düzeninde yazılır. Beyit ile yazılanlar ise genellikle 11,14 ve 16'lı hece ölçüsü ile bazıları ise aruz ölçüsüyle yazılır.

2- Nefes:

Dini temellere bağlı aşık edebiyatı nazım şekillerinden ilahilerin Alevi-Bekteşi aşıklarınca yazılanlarına denir. Konusu genellikle tasavvuftaki vahdet-i vücud, Alevi-Bektaşi ilkeleri tarikat kurallarıyla ilgilidir. Dili sade bir Türkçe olan nefesler biçim olarak koşma gibidir. Dörtlükler halinde hece ölçüsünün 7,8,11'li kalıpları ile ya da az da olsa aruzla yazılanlara rastlanmaktadır.

3- Ayin:

Mutasavvuflara has bazı hal ve hareketleri ifade etmek için ilk defa İranlılar tarafından kullanılan ayin terimi daha sonra Türk Tasavvuf Edebiyatına da geçmiş Mevlevilerin sema meclislerinde söyledikleri ilahilere verilen ad olmuştur.

4- Tapuğ:

Gülşeni tarikatında ayinler sırasında okunan şiirlere tapuğ denir.

5- Durak:

Mevlevi dışındaki tarikatların hemen hepsinde bulunan fakat genellikle Halveti Tarikatına mensup kişilerce zikrin birinci bölümünü teşkil eden Kelime-i Tevhidden sonra İsm-i Celal zikrine geçmeden önce verilen orada bir yada iki zakir tarafından her makamdan okunan, serbest olarak bestelenmiş Türkçe manzumelerdir.

6- Cumhur:

Mevlevi ve Bektaşi dergahları dışında topluca okunan ilahilere verilen addır.

7- Hikmet:

Dini ve tasavvufi halk şiirinde şairin anlayış ve sezgilerine göre din konularını işleyen şiirlere denir.

8- Devriye:

Dini ve tasavvufi halk edebiyatında devir nazariyesini işleyen şiirlerdir.

Devriye; evrenin ve insanın Tanrı'dan çıkıp, tekrar Tanrı'ya dönmesi felsefesine göre yazılan tasavvufi şiirlerdir.

9- Şathiye:

Dini ve tasavvufi halk şiirinde genel olarak mizahi manzumelere şathiye adı verilir. Şathiyeler, mutasavvuf şairlerce söylenmiş ya da yazılmış, tasavvufi inançları dile getiren, anlaşılması yorumlanmasına bağlı şiirlerdir.

10- Tevhid:

Allah'ı, yaratılış ve kainatın aslı gibi unsurları bir arada yorumlayan manzumelere "tevhid" denir. Divan edebiyatı nazım türlerinden gazel, kaside ve mesnevi biçimlerinde kaleme alınmışlardır.

11- Nutuk:

Tekkelerde tarikat ulularının özellikle eğitici mahiyette olmak üzere söyledikleri şiirlere verilen addır.

12- Deme:

Alevi tarikatından olan tasavvuf şiirlerinin tarikatlarını ve hareketleriyle ilgili temaları işleyen, sorunlarını konu edinen şiirlerine "deme" adı verilir. Genellikle 8'li hece ölçüsüyle yazılan demeler saz eşliğinde kendine özgü bir makamla söylenir.

13- Duvaz:

Düvaz imam, düvaze, imam da denilen duvazlar On İki İmam'ı öven nefeslerdir.

BATI EDEBİYATI VE AKIMLAR


BATI EDEBİYATI VE AKIMLAR

Batı edebiyatından etkilenen aydınların oluşturduğu yeni edebiyata geçmeden önce, aydınlarımızı derinden etkileyen Batı edebiyatını genel yönleriyle bilmeliyiz. Özellikle Batı şair ve yazarlarının savunduğu ve bizim aydınlarımızın da değişik yönlerden temsil ettiği edebiyat akımlarını bilmeden Tanzimat, Servet-i Fünün ve diğer dönemlerin düşünce dünyalarını anlayamayız. Bu nedenle Batı etkisindeki Türk Edebiyatına geçmeden Batı edebiyatı ve akımları inceleyeceğiz.

BATI EDEBİYATI

Batı’ya açılan Türk aydınları Batı’nın 19. yüzyıldaki edebiyatıyla tanışmışlardır. Bu da Romantizm, Realizm dönemlerine denk gelir. Ancak Batı’daki bu edebiyat anlayışları da kendinden önceki anlayışlardan bir etkilenme sonucunda meydana gelmiştir. Bu nedenle 19. yüzyıla gelinceye kadarki önemli Batı ürünlerinden söz etmeliyiz.

Batı edebiyatlarının temelini Yunan ve Latin edebiyatları oluşturur.
Yunan edebiyatında İlyada ve Odise destanlarıyla Homeros, trajedileriyle Aiskhilos, Sophokles ve Euripides, komedileriyle Aristophanes, tarih eserleriyle Heredot, Felsefe eserleriyle Eflatun, Aristoteles, fablleriyle Aisopos kendinden sonrakileri etkilemiştir. Yunan edebiyatı M.Ö II. yüzyılda biter.

Latin edebiyatı ise Yunan edebiyatının bitiminde başlar. Söylev dalında Cicero, pastoral, epik ve lirik şiirde Virgillius yetişmiştir.

Bu şairin ayrıca ünlü Aeneis (ene) adlı destanı vardır. Satirik ve didaktik şiirde Horatius tanınır. Felsefe ve trajedide ise Seneca kalıcı eserler bırakmıştır.
Bu dönemlerden sonra Avrupa’da yaklaşık 1000 yıllık bir karanlık devir başlar. Bu dönem içinde kayda değer pek bir edebiyat çalışması görülmez. Bu sessizlik Rönesans devrine kadar sürer. Rönesans’ın beşiği İtalya’da 13. yüzyılda Dante ortaya çıkar ve İtalyan dilini bir edebiyat dili haline getirir.

Dante’nin en önemli eseri “İlahi Komedi” dir. Eser öbür dünyada Dante’nin yaptığı 7 günlük seyahati anlatır. Cennet, Cehennem ve Araf’tan bahseder. Dante ayrıca Beatrice adlı sevgilisi için yazdığı şiirlerle tanınır. O, bu ismi bir sembol haline getirmiştir.

Rönesans döneminde ayrıca lirik şiirleriyle tanınan Petrarca ve küçük hikaye türünün kurucusu sayılan Boccacio Avrupa edebiyatının temelini oluşturur. Rönesans döneminin destan türündeki en büyük yazarı ise Kurtarılmış Kudüs adlı destanın yazarı Tasso’dur.

İtalyan edebiyatındaki bu parlak dönemden sonra Fransız edebiyatı etkisini göstermeye başlar ve 20. yüzyıla kadar süren edebiyat hareketlerinin merkezi Fransa olur.

Fransız edebiyatı, Klasisizm döneminden önce, Hümanizm adı da verilen bir hür düşünce ortamı yaşamıştır. Özellikle Montaigne denemeleriyle, Ronsard şiirleriyle, Rabelais ilk roman denemeleriyle yeni bir anlayışın müjdelerini vermiştir. Bundan sonra birbirini izleyen edebiyat toplulukları, edebiyat akımlarını oluşturmuştur.

EDEBİYAT AKIMLARI

Edebiyat akımı, aynı görüşte olan sanatçıların bir araya gelerek, belirledikleri ilkeler doğrultusunda eser vermeleri demektir.

KLASİSİZM

XVI. yüzyılın ikinci yarısında dili yabancı etkilerden kurtarıp şiir kurallarını saptamaya çalışan Malharbe ile başlayan Klasisizim özellikle XVII. yüzyılda gelişmiştir.

Akımın Oluştuğu Ortam

Fransa’da 17. yüzyılın ikinci yarısında, iç kargaşalıklar sona ermiş, derebeylik ve kilise direnişleri kırılmış, soylular sarayın buyruğuna girmiş ve monarşi güçlenmişti. Siyasal alanda görülen bu düzen ve kurala uygunluk etkisini edebiyatta da göstermeye başlamış, hatta dilin ve edebiyatın kurallarını saptamak üzere Fransız Akademisi kurulmuştu. Ayrıca filozof Descartes’ın Rasyonalizm felsefesi sanatçılarda müsbet düşüncenin temellerini atmıştı.

Akımın Felsefesi

Klasisizm’in temelini akıl ve sağduyu oluşturur. “Düşünüyorum, öyleyse varım.” diyen Descartes’a göre insan aklının kabul etmediği hiçbir şey doğru değildir. Aşk, kin, nefret, acıma gibi duygular aklın kontrolünde olduğu sürece insancıldır. İnsan aşırılıklardan sakınmak, tutkularına iradesi ile yön vermek zorundadır. Dolayısıyla böyle bir insan erdemlidir ve anlatılmaya değer. Akımın kurallarını belirleyen Boileau “Aklı seviniz, eserleriniz görkem ve değerini akıldan alsın.” diyerek klasik eserin felsefesini açıklamıştır.

Akımın Konusu

Klasik edebiyatta konu çoğu kez tarihten hatta mitolojiden alınır. Özellikle Yunan ve Latin edebiyatlarında görülen konular tekrar tekrar işlenmiştir.
Çünkü klasik sanatçıya göre gelmiş geçmiş en mükemmel sanat, eskiye ait olandır. Dolayısıyla, eski Yunan’da görülen insan tipi tekrar ele alınmıştır. Ancak bu insan, fiziğiyle, çevresiyle değil ruhsal özellikleriyle anlatılmıştır. Yani hırslılığı, cimriliği, kindarlığı yönüyle ele alınmıştır.
Klasisizm’de görülen insan, sıradan bir insan değildir. Eğitim görmüş soylu bir insandır. Bu insan belli bir toprağın malı değil evrenseldir. Yani eserde insanların tümünde görülebilen, zamanla değişmeyecek özellikler anlatılmıştır. Soylu insanın “bozuk çıkmış nüshaları” saydıkları sıradan kişilere eserlerde yer verilmemiştir.

Akımın Dili ve Üslubu

Klasisizm’de yazar olayları anlatırken kendini gizler. Kendi duygularını, zaaflarını, tutkularını, sırlarını söylemekten kaçınır. Ona göre eser yazarın iç dökme yeri değildir. Okuyucunun ya da seyircinin dikkati sadece konu içindeki tipler üzerinde toplanmalıdır.

Eserde biçim mükemmelliği aranır. Anlatılmak istenen, açık ve net bir biçimde ortaya konmalı, gereksiz sözlerden arınmalıdır. Üslup yapmacıktan uzak, sade ve ağırbaşlıdır. Okurun dikkati söyleyişteki süse değil söylenene çekilir.
Konu gerçek hayata uygun olmalıdır. Okura ya da seyirciye inanılmayacak şey sunmaktan kaçınılır. Konuya değil konunun ele alış biçimine değer verildiğinden aynı olay birçok kez anlatılmıştır. Bu yönüyle Divan edebiyatına benzer.

Kullanılan Türler ve Temsilcileri

Klasisizim’de tiyatroya büyük değer verilir. Özellikle trajedi ve komedi sıkı kurallarla ortaya konur.

Lirik şiir duygusal olduğundan ihmal edilmiştir.

Aşağıda yazarların kullandığı türler ve eserleri verilmiştir.

Trajedi ® Corneille : Le Cid, Horace Racine : Andromaque, İphigenie
Komedi ® Moliere : Gülünç Kibarlar, Tartuffe Zoraki Tabip, Cimri, Kibarlık Budalası, Scapin’in Dolapları, Hastalık Hastası
Manzum mektup ve yergi ® Bouileu
Fabl ® La Fontaine : Fabller
Felsefe ® Descartes : Yöntem Üzerine Nutuk.
®
Pascal : Düşünceler
Porte ® La Bruyere : Karakterler
Roman ® Fenelon: Telemak
Mme de la Fayette : Prenses de Clives

ROMANTİZM

XVIII. yüzyıl, sonlarına doğru ortaya çıkmış XIX. yüzyıl başlarında bütün Avrupa’ya yayılmıştır. Klasik sanatın sıkı kurallarına bir tepki olarak doğmuştur.

Akımın Oluştuğu Ortam

18. yüzyıl, aydınlanma çağı olarak görülür. Klasisizmin ortaya koyduğu akıl ve sağduyu, bilimin gelişmesini hızlandırmış, toplum yapısı, gelenekler, siyaset yeniden bilimsel açıdan ele alınmıştır.

Bunun sonucu olarak Jean Jacques Rousseau, Montesquieu, Diderot gibi felsefeciler, ilerlemeye engel oluşturan tüm önyargı ve zorbalığa karşı düşünce yoluyla çetin bir savaş açmış, dinsel hoşgörü, toplumsal ve siyasal eşitlik, birey haklarına ve düşünce özgürlüğüne saygı gibi konuları halka yaymaya çalışmışlardır.

Bu fikirler halk tarafından benimsenmiş ve sonuçta Fransız İhtilali patlak vermiş, monarşi yıkılmış, soylulara karşı burjuva sınıfı oluşmuştur. İşte Romantizm, böyle bir ortamda doğmuştur.

Akımın Felsefesi

Romantizmin ana felsefesi Klasisizme karşı olmaktır. Onun sanatçıyı sıkan bütün prensiplerine savaş açan Romantikler önce, onun akla ve sağduyuya verdiği önemi reddedip duygu ve hayale değer verdiler. “Deha akıldadır.” diyen Klasiklere, “Deha yürektedir.” karşılığını verdiler. Sınırsız bir hayal gücüne kavuşan sanatçı kendini daha özgür, daha yaratıcı gördü. Bu duyguyla oluşan sanat eserinde de alabildiğine serbestlik hakim oldu.

Akımın Konusu

Klasik akımı benimseyen sanatçıların eski Yunan ve Latin edebiyatlarına değer vermesine karşılık, Romantikler onları çağdışı bulmuş, sanatçılar kendi tarihlerini ve günlük yaşantılarını ön plana çıkarmışlardır. Klasisizm’de ihmal edilen Hristiyanlık, tekrar, mucizeleriyle ele alınmıştır.

Ulusallık, yerli renk, aranan bir nitelik haline gelmiş, evrensellik ikinci plana itilmiştir.

Romantizm’de görülen insan tipi, Klasisizm’deki gibi soyut değildir. Aksine çevresiyle, fiziğiyle belli biridir.

Ancak kişiler tek yönlüdür. Yani ya hep iyi ya hep kötüdür. Eser sonunda iyiler ödüllendirilir, kötüler cezalandırılır. Bu yönüyle insan yine tam olarak ele alınmamıştır diyebiliriz. Eserlerde her tür kişiye rastlanır. Sıradan insanlar, soylular tıpkı hayattaki gibi iç içedir.

Akımın Dili ve Üslubu

Romantik yazar, Klasik yazarın tersine, kendini gizlemeyip, olaylar ve durumlar karşısında kendi duygu ve düşüncelerini anlatır. Romantiklere göre “İnsan başkasına yükleyerek, ancak kendi kalbini tasvir eder; deha anılardan oluşur.” Elbette böyle düşünen sanatçı, işe kendini anlatarak başlar.

Eserlerde kullanılan dil, duygu ve hayallerin coşkunluğu ölçüsünde dağınık ve başıboştur. Sözcük seçimine pek önem vermemişlerdir. Temelde halkın kullandığı dil esas alınmıştır.

Süse ve sanata değer verdiklerinden, benzetmeler, mecazlar eserde büyük yer tutar. Özellikle doğa manzaralarının betimlenmesine büyük değer verilir.

Kullanılan Türler ve Temsilcileri

Romantikler, Klasiklerin değer verdiği tiyatroyu ihmal etmişler, özellikle trajedi ve komediyi kuralcılığından dolayı bir kenara itip sanatçıyı serbest bırakan dramı tercih etmişlerdir.

Şiirde özellikle lirik şiir büyük rağbet görmüştür. Roman ise en önemli edebi türlerden olmuştur.

Temsilcilerini ve eserlerini şu şekilde gösterebiliriz.

Montesquie: Felsefe Kitabı : Kanunların Ruhu
Jean Jacques Rousseau : Felsefe Kitabı: Toplum Sözleşmesi,
Özeleştiri kitabı : İtiraflar
Lamartine : Şiir kitapları: Bir Meleğin Düşmesi, Şairane Düşünceler
Romanları: Graziella, Raphael
Victor Hugo: Şiir kitapları: Akşam Şarkıları, Işıklar ve Gölgeler, Sonbahar Yaprakları
Romanları : Sefiller, Notre- Dame’ın Kamburu
Dramları : Hernani, Kral Eğleniyor, Ruy Blas
Voltaire : Şiirde Henriade adlı destanı ünlüdür.
Romanları: Candide, Zadig
Romantizm aslında önce Almanya’da başlamış, İngiltere’de rağbet görmüş, ama Fransa’da kuralları belirlenip oradan tüm Avrupa’ya yayılmıştır.
Almanya’daki Temsilcileri
Goethe : Şiir kitapları : Divan
Dramları : Faust, Egmont
Romanları: Genç Werther’in Istırapları
Schiller : Dramları : Haydutlar, Wilhelm Tell
İngiltere’deki temsilcileri
Bu ülkede Romantizmi “Gölcüler” adı verilen grup başlatmıştır. Bunların en ünlüleri “Sheakespeare”, Coleridge ve Wordsworth’tır.
Diğer romantik sanatçılar ise şunlardır.
Lord Byron : Şiir Kitabı: Childe Harold’un Gezisi
Dramları: Kaabil, Sardanapal
Puşkin : Şiir kitapları : Kafkas Esir, Çingeneler
Romanları: Yüzbaşının Kızı

REALİZM

XIX. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan ve Romantizm’e tepki olarak doğan edebiyat akımıdır. Realizm roman ve hikayede etkili olmuştur.

Akımın Oluştuğu Ortam

19. yüzyılda deneysel bilimler son derece gelişmişti. İnsanın hayatını değiştiren birçok teknolojik yenilik ortaya çıkmış, bilim kendini ispatlamıştı. Auguste Comte’un ortaya attığı Pozitivizm felsefesi de bu dönemde, insanın sadece gördüğüne inanması şeklinde özetlenebilecek bir görüşü savunmuştur. Bunun bilim sahasında geçerliliği ispatlanmış ve sosyal bilimlerde de geçerli olacağı savunulmuştur. İşte Pozitivizm’in edebiyata uygulanması Realizm’i doğurmuştur.

Akımın Felsefesi

Realizm Pozitivizm’in bir koşulu olarak gözleme büyük değer vermiştir. İnsanın duygularının onu aldatacağı savunulmuş, görülenin olduğu gibi verilmesinin gerekliliği üzerinde durulmuştur.

“Roman dediğin, bir uzun yol üzerinde gezdirilen aynadır.” görüşüyle gerçeğe verilen değer anlatılır.

“Tarih, yazılı belgelerle meydana getirildiği gibi, bugünkü roman da, romancının kendisinin dinlediği ya da doğrudan derlediği belgelerle meydana getirilir; tarihçiler geçmiş zamanın , romancılar ise şimdiki zamanın hikayecisidir.” sözleri Realistlerin tüm felsefesini ortaya koyar.

Akımın Konusu

Realizm’de konu gerçek hayattır. Olağanüstü görülen istisnai olaylara yer verilmez. Okura yaşanmış bir olay ya da yaşanabileceğinden şüphe edilmeyecek bir olay sunulur.

Realizm’de anlatılan kişi, tam anlamıyla insandır. Çevresiyle davranışlarıyla, tutkularıyla en ince ayrıntısına kadar tanıtılan bir insan görülür eserde. Elbette bu insan çevresinin bir ürünü olan, çevresindeki şartlara göre karakter kazanmış biridir.

Akımın Dili ve Üslubu

Realizm’de, sanatçı eserle okuru başbaşa bırakmak için kendini gizler. Bu yönüyle Klasisizm’e benzer. Olayları yan tutmayan, nesnel bir bakışla inceler sanatçı.

Eserde biçim kusursuzluğu çok önemlidir. Kılı kırk yararcasına yapılan gözlemin aynı titizlikle anlatılmasına, üslubun açık, sağlam, yapmacıksız, söz oyunlarından uzak olmasına önem verilir.

“Söylenmek istenen şey ne olursa olsun, elbette onu anlatacak tek bir sözcük, canlandıracak tek bir fiil, nitelendirecek tek bir sıfat vardır. İşte yazar bunu buluncaya kadar uğraşacak, yaklaşık olanla yetinmeyecektir.” sözleri Realistlerin anlayışını ortaya koyar.

Kullanılan Türler ve Temsilcileri

Realizm, bir roman ve hikaye akımıdır. Tiyatro, Romantizm’den sonra artık pek görülmez. Şiir ise Realist anlayışla yazılır; ancak adına “Parnas” denir.
Realizm birçok ülkede yaygın bir kullanım bulmuştur. İlk ürünlerini Romantiklerle çağdaş olan Stendhal, Balzac, Merime vermiştir.
Stendhal : Kırmızı ve Siyah, Parma Manastırı
Balzac : Vadideki Zambak, Eugenie Grandet, Goriot Baba
Gustave Flaubert : Madam Bovary, Salambo, Duygusal Eğitim
Charles Dickens : Oliver Twist, David Copperfield,
Gogol : Ölü Canlar
Turgenyev : Rudin, Babalar ve Oğullar, Taşralı Kadın.
Dostoyevski : Suç ve Ceza, Karamazof Kardeşler, Budala
Tolstoy : Savaş ve Barış, Anna Karanina, İvan İlyiç’in Ölümü
Gorki : Ana, Üç Kişi
Mark Twain : Tom Sawyer’in Maceraları

NATURALİZM

Realizmi yeterince gerçekçi bulmayan bu akım Realizmle aynı dönemde gelişmiştir.

Akımın Felsefesi

Akım Taine’in Determinizm görüşünü edebiyata uygulamak istemiş, edebiyatın da deneysel bilimlerde olduğu gibi bir deneme sahası olabileceğine inanmıştır. Bunlara göre gözlem bir eser için yeterli bir yol değildir.

Akımın kurucusu Zola Realistlerle aralarındaki farkları şöyle açıklar: “Gözlemci demek, doğadaki olayları hiçbir değişikliğe uğratmadan, olduğu gibi inceleyen kişi demektir. Deneyci ise olayları doğanın ortaya çıkardığı biçimlere göre değil de herhangi bir amaçla kendisinin onlara şu ya da bu koşullar altında verdiği biçimlere göre inceleyen kişidir.”

Bu sözlerden anlaşılacağı gibi gözlemci sadece gözler, deneyci ise olaylara müdahale ederek onları değiştirir.

Akımın Konusu

Naturalizm’de gerçeğin daha çok çirkin yönü ele alınır. Realistler gerçekler arasında seçme yaptığı halde bunlar yapmaz. Bu yönlerinin eleştirilmesine Zola şöyle cevap verir.

Bizler toplumsal yaraların sabeplerini araştırıyoruz. Bundan dolayı çoğu zaman kokuşmuşlukları ele almak, insanın sefaletinin, çılgınlıklarının bulunduğu yerin dibine kadar inmek zorundayız.” Bu akımda insanın duyguları, tutkuları, düşünceleri, eylemleri, soyunun ve içinde yetiştiği doğal ve toplumsal çevrenin etkisiyle oluşur.

Yani insan davranışlarının temelinde soya çekim vardır. Kalıtsal özellikler çevre koşullarıyla birleşip kişinin karakterini oluşturur. Elbette böyle bir insanın davranışlarını içgüdüleri yönlendirir.

Akımın Dili ve Üslubu

Naturalizm’de yazar, kendi kişiliğini gizler, sadece olanları yazar; bir tutanak yazmanı gibi davranır. Zola’nın deyimiyle “Nasıl ki kimya bilgini kendi hazırladığı koşullar altında oluşan doğal olayları gözleyip saptamakla yetinir, azota kızmadığı gibi, oksijene de aşırı sevgi göstermezse sanatçı da suç karşısında yargıç kesilmez, erdem karşısında ise alkış tutmaz.”

Dilde pek seçici değildir. Kahramanları hangi çevreden seçerse o çevrenin diliyle konuşturur. Bu nedenle argolar, küfürler eserde değiştirilmeden verilir.

Temsilcileri

Naturalizm de bir roman ve hikaye akımıdır. Kurucusu Emile Zola’dır. Zola, ileri sürdüğü görüşleri ispatlamak için 20 cilt tutarındaki “Deneysel Roman”ını yazmıştır. Bu cilt içindeki önemli romanlar Germinal ve Meyhane’dir.

Diğer Naturalist sanatçılar şunlardır:

Alphonse Daudet: Hikayeleri: Değirmenimden Mektuplar, Pazartesi Hikayeleri
Romanları: Trasconlu Tartarin, Jack
Guy de Maupassant : Hikayeleri: Tombalak, Ay Işığı,
Romanları: Bir Hayat, Güzel Dost, Kalbimiz
Hauptmant: Tiyatroları: Güneş Doğarken, Dokumacılar, Güneş Batarken

PARNASİZM

Realist görüşleri benimseyen şiir akımıdır. Romantizm’e tepki olarak doğmuştur. Romantizm’in aşırı duygusallığına, öznelliğine, abartılı söyleyişlerine karşı çıkan şairler, içe dönük şiir yerine dışa dönük, dış dünyayı nesnel biçimde gözleyip anlatan şiiri tercih etmişlerdi.

Akımın Felsefesi

“Sanat, sanat içindir.” ilkesini benimseyen Parnasyen (Parnasizmi benimseyen) şairler, şiirde güzelliğin peşine düştüler. Bunlara göre güzellik ancak güzel biçimlerle elde edilebilir. O bakımdan biçim olgunluğuna her şeyin üstünde önem verilmesi, şiirin ahlaksal, siyasal ve toplumsal sorunları anlatan bir araç olmaktan çıkarılıp bir amaç haline getirilmesi sanatın ilk şartıdır. Şiirin güzelliği yararlılığa tercih edilmelidir. Şiirin güzel olması, şiir olmak için yeterlidir.

Akımın Konusu

Şair şiirde kişisel duygularının ve tutkularının yerine, dış dünyadaki gözlemlerini anlatmalıdır. Bu da doğanın nesnel bir tutumla betimlenmesi demektir. Bunun dışında felsefi düşünceler, hatta bilim ve fenle ilgili görüşler de şiire alınmıştır. Bazen ise geçmiş zaman kişileri, olayları özellikle bilinmeyen egzotik alemler, Çin, Hint, Mısır gibi uzak ülkeler ve onların kültürleri şiire girmiştir. Romantizm’de bir yana bırakılan Yunan ve Latin mitolojisine yeniden dönülmüş, o kültürlerin yok olması karşısındaki üzüntüler anlatılmıştır.

Akımın Dil ve Üslubu

Sanat sanat içindir, görüşüne uygun olarak, Parnasyen şairler şiirin şekli üzerinde çok durmuşlardır.

Nazım şekli, kafiye, ölçü vazgeçilmez öğeler olarak görülmüştür. Sözcük seçimine büyük önem verilmiş, gereksiz sözcük kullanmaktan, hatta verilmek istenen anlamı tam olarak karşılayamayan bir sözcüğün bulunmasından kaçınmışlardır. Betimlemelerde, sözcüklerin betimlenen manzaraya uygun olması, onu çağrıştırması şiir için son derece gerekli görülmüştür.

Akımın Temsilcileri

Sadece şiirde geçerli olan bu akımı, Teophile Gautier, Theodor de Banville, Leconte de Lisle benimsemiş ve ilk ürünlerini vermişlerdir.

SEMBOLİZM

Parnasizm’e tepki olarak doğan şiir akımıdır. Önce Fransa’da başlamış, oradan tüm Avrupa’ya yayılmıştır.

Akımın Oluştuğu Ortam

Gözlem ve deney metotlarını benimseyen Realist ve Naturalist edebiyatın egemen olduğu dönemde, Fransa’da bir yandan da idealist felsefe yayılmaya başlamıştı. Zaten aşırı gerçekçi bir yaklaşım, insanlara aradığı mutluluğu verememişti. Üstelik Fransa’da 1870 askeri bozgunundan sonra, halkta karamsarlık, bezginlik, siyasal ve toplumsal alanda bazı değişiklikler yapılmasını gerekli kılıyordu. Ruhsal bunalım içindeki genç kuşak, eskiyi yıkmak, geleneğin dışında bir yol tutmak eğiliminde idi. Bu sırada Alman filozof Schopenhauer’in ileriye sürdüğü “Dünya bir tasavvurdan ibarettir.” görüşü gençler tarafından benimseniyordu. Artık görünene değil, bilinç altına, öznelliğe yönelindi. Böylece Sembolizm oluşmaya başladı.

Akımın Felsefesi

Dünyayı bir tasavvurdan ibaret gören, gerçeğe sırt çeviren Sembolist şair imgesel bir dünyada yaşar. Onlara göre gerçeği olduğu gibi anlatmanın imkanı yoktur. Duyularımız, dış dünyayı olduğu gibi değil, onun asıl halini değiştirerek bize ulaştırır. Nasıl düz bir çubuk, suda kırık görünürse, dış dünyadaki maddeler de gerçek durumlarıyla görünmezler. Öyleyse biz dış dünyayı hiçbir zaman gerçek halleriyle anlatamayız. Ancak ondan aldığımız izlenimleri anlatmış oluruz. Bu da kişiden kişiye değişir.

Akımın Konusu

Sembolizm’de şair sadece kendinden, kendi duygu ve izlenimlerinden söz eder. Anlamda kapalılık esastır.

Bu nedenle Sembolist şair aydınlıktan kaçar. Güneş batmaları, kısık lambalar, perdelere vuran gölgeler, ay ışığı, durgun sular, sararmış yapraklar, sessizlik, bilinmedik uzak ülkeler özlemi konularında şiir yazmıştır. Toplumsallıktan kaçmak, insanlardan uzak yaşamak, bu şairlerin tercihidir.

Akımın Dil ve Üslubu

Sembolist şair bir anlamı açıklamak için değil, bir duyumu sezdirmek için şiir yazar. Bu nedenle şiirde telkin yolunu kullanır. Ona göre nesneler birer semboldür. Verilmek istenen anlam mutlaka bir sembolün arkasında gizlidir.

Bazen kelimeler imgeleri karşılayamayabilir. Bu durumda şair, sözcüklere yeni anlamlar yükler, alışılmamış eski sözcükleri yeniden kullanır ya da birtakım yeni sözcükler uydurup, dilin geleneksel söz dizimini bozar.

Şiirde kullanılan sözcüklerin ses özelliği çok önemlidir. Çünkü Sembolizm’de “şiirin sözden ziyade musikiye yakın” olması aranır. Sembolist şair Verlaine “Musiki, her şeyden önce musiki” derken şiirde neyin önemli olduğunu ortaya koyar. Bu nedenle şair, sesleri ahenkli olduktan sonra her sözcüğü kullanabilir.
Sembolizm’de evren bir bütün olarak görülmüş ve bu nedenle duyular arasında fark görülmemiştir. Sonuçta bir duyuyla ilgili olan sözcük, diğer duyular için de kullanılabilir. Sembolist şiirlerde acı yeşil, siyah korku, beyaz titreyiş ifadeleri böyle bir anlam ilgisini karşılar.

Dildeki bu özellikler, sembolist şiiri zor anlaşılan, hatta anlaşılmayan bir şiir haline getirmiş, bu, onun okur sayısını son derece azaltmış, bir salon edebiyatı haline gelmesine neden olmuştur.

Biçim olarak klasik nazım biçimleri yerine, şairin isteğine göre bir biçimi benimsemesi uygun görülmüştür. Çoğu şiirde biçim serbestliği vardır. Elbette bir musiki oluşturmak isteyen şair ölçü, kafiye gibi ahenk oluşturan unsurları da ihmal etmemiştir.

Akımın Temsilcileri

Bir şiir akımı olan Sembolizm’in ilk örneklerini Baudlaire vermiştir. Bundan başka, Rimbaud, Verlaine, Paul Valery, Mallerme, Regnier diğer ünlü Sembolistlerdir.

FÜTÜRİZM (GELECEKÇİLİK)

İtalya’da başlayıp oradan Avrupa’ya yayılan edebiyat akımıdır. Kurucusu Marinetti’dir. Hayatta her şeyin sürekli değiştiğini, sanatın da buna uyum sağlaması gerektiğini savunur. Geçmişe ait ne varsa hepsinin unutulması, yok edilmesi gerektiğine inanır.

Her şiirde hızın güzelliği vurgulanmış, uçaklara, trenlere övgüler düzülmüştür. Şiirde geleneğe bağlı bütün kurallar yıkılmış, ölçü, uyak, nazım biçimi terk edilmiş özgür nazım tercih edilmiştir. Geleneksel dilbilgisi kuralları, sözdizimi kuralları kırılmış, hıza ve hareketlere uygun olan mastar halindeki fiillere, isimlere önem verilmiştir.

Avrupa’ya dağılırken, özellikle Rus edebiyatında birçok değişikliğe uğramış, savaş tutkusu barışa, milliyetçilik, evrenselliğe dönüşmüştür. Rus şair Mayakovsky en önemli temsilcisidir.

DADAİZM

Kişiyi aklın tutsaklığından kurtarmayı amaçlayan ancak pek taraftar bulmayan edebiyat akımıdır. Bunlara göre geçmişin bir değeri yoktur. Daha doğrusu hiçbir şeyin anlamı yoktur. İsmini bile bir sözlükten rastgele seçtikleri “dada” sözü ifade eder.

Sanatı dil, ölçü, uyak, biçim, anlam kaygılarından kurtarmak, bilinen anlamlar ve alışılmış kurallar dışında bir düzen oluşturmak gerektiğini savunan Tristan Tzara tarafından kurulmuştur.

SÜRREALİZM

İnsanın bilinçaltını açıklamaya çalışan edebiyat akımıdır. İnsanların gerçek eğilimleri, istekleri, toplum yasalarının, geleneğin, ahlakın, dinin baskıları yüzünden, bilançaltında kapalı durmaktadır. Rüyalar, sayıklamalar, sarhoşluk halleri, delilikler, aklın denetimi dışındaki hareketler olduğundan insanın gerçek kişiliğini açıklar. Öyleyse gerçek insanı anlatmak durumunda olan sanat, insanın bu halleri üzerinde durmalıdır. İnsan bir aysberg gibidir. Bilinmeyen yönü, bilinenden daha fazladır.

Sürrealizm Freud’un psikanaliz verilerinden oldukça yararlanmıştır. Onun elde ettiği sonuçları bilimsel gerçek gibi kabul etmişlerdir.
Sürrealizm’de otomatik yazı denen bir sistem uygulanır. Bu yazı, önceden hiçbir konu düşünmeden, kalemin ucuna gelenleri hiç ara vermeden hızlı hızlı yazarak elde edilir. Ya da bir kişi hipnoz edilir. Ona değişik sorular sorulur ve cevaplar hiçbir değiştirme yapmadan yazıya geçirilir.

Elbette böyle bir yöntemle elde edilen yazıda anlamsız sözler, birbiriyle ilgisiz saçma ifadeler olabilir. Sürrealizm’e göre bu, gerçek bir sanat eseridir.
Akımın akıl dışılığa verdiği bu değer zamanla azalmış, akla seslenen ancak bilinçaltını ihmal etmeyen bir anlayışa dönüşmüştür.

Sürrealizm’i; Dadaizm’den ayrılan Breton, Aragon, Eluard kurmuştur. Edebiyatımızda özellikle Garipçiler bu akımdan etkilenmiştir.

EGZİSTANSİYALİZM

Aslında bir felsefe akımıdır. Sartre’ın onu edebiyata uygulamasıyla edebiyat akımı haline gelmiştir.

Bu akıma göre insan var olmadan önce hiçbir özelliği olmaz. Yani bir bebek, beyaz bir kağıt gibi doğar. Olaylar karşısında gösterdiği tepkiler onun kişiliğini oluşturur. Bu nedenle Egzistansiyalist eserlerde karakter yok, durumlarla karşı karşıya kalmış insanlar vardır. Bu insanlar karşılaştıkları durumlarda yaptıkları davranışlarla karakterini oluşturur.

       Bu akımın çıkış yeri Descartes’in “Düşünüyorum öyleyse varım.” düşüncesidir. Davranışlarını kendisi seçmek zorunda olan insan en doğruyu, en iyiyi seçmek zorunda olduğunun bilinciyle büyük bir bunaltı, iç sıkıntısı çeker. Ancak bu bunalma onun hareketlerine engel olmaz, tersine onların sorumluluk bilincini geliştirir.
        Bu özellikleri taşıyan kahramanların bulunduğu Egzistansiyalist romanda, kahramanların ne zaman ne yapacağı belli olmaz. Biz onu ancak eser sonunda tam olarak kavrayabiliriz. Böylece eser sürükleyiciliğini hiç kaybetmez ve okurun ilgisini canlı tutar.
         Akımın kurucusu Jean Paul Sartre’dır. Diğer ünlü yazarı ise Albert Camus sayılır.

BATI EDEBİYATI VE EDEBİ AKIMLAR

ESKİ YUNAN VE LATİN EDEBİYATI:

Batı edebiyatının kaynağı Eski Yunan ve Latin edebiyatlarıdır. M.Ö.9. yüzyıldan M.Ö. 2. yüzyıla kadar süren Eski Yunan edebiyatının ana kaynağı da Homeros’un İlyada ve Odise destanlarıdır.

Eski Yunan edebiyatı didaktik türde HESİODOS; lirik türde SAPHO, PİNDAROS; fabl türünde AİSOPOS gibi şairleri yetiştirdikten sonra M.Ö.5. yüzyılda “altın çağı”nı yaşamıştır. Bu devrin önemli sanatçıları şunlardır:

Tragedya’da: AİSKHYLOS (Agamemnon), SOPHOKLES (Kral Oidipus, Elektra), EURİPİDES (Andromak, Elektra)
Komedya’da: ARİSTOPHANES, MENANDROS
Hitabet alanında: DEMOSTHENES
Felsefe alanında: SOKRATES, EFLATUN, ARİSTOTELES
Tarih alanında: HERODOTOS

M.Ö. 2.yüzyıldan sonra Eski Yunan edebiyatı yerini Latin edebiyatına bırakır. Latin edebiyatı Eski Yunan kültür ve sanatının etkisinde gelişen bir edebiyattır. Bu dönemin önemli sanatçıları şunlardır:

Tragedya’da: ENNİUS
Komedya’da: PLAUTUS, TERENTİUS
Şiirde: HORATİUS (Lirik şair), OVİDİUS (Lirik şair), VERGİLİUS (Destan şairi)
Hitabet alanında: ÇİÇERO (Nutuklar)
Felsefe alanında: SENECA
Tarih alanında: TACİTES

Eski Yunan ve Latin edebiyatlarının mitoloji ile süslenmiş ürünlerinde doğa güzellikleriyle birlikte “gerçek insanı” buluruz. Bu ürünlerde insanların sevgileri, acıları, yiğitlikleri, kinleri.....yer alır. Bu sevgiler, yiğitlikler, kinler ve acılar da “yazgılarında” dönüp dolaşarak “İNSANCILIK” (Hümanizm) ve “ERDEMLİ OLMA” düşüncesinde birleşirler.

5. yüzyılda Batı Roma İmparatorluğunun yıkılmasından sonra, Avrupa’da, 11.yüzyıla kadar sanat ve kültür alanında “öbür dünya” düşüncesinin egemen olduğu ölü bir dönem başlamıştır.

11.yüzyıldan sonra kilise ve din görüşünü her şeyin üstünde tutan , kişinin yaşam ve düşünce özgürlüğünü kısıtlayan, edebiyatta ve sanatta “öbür dünya” düşüncesini egemen kılan “ORTA ÇAĞ” başlar. Bu çağda görülen doğa ve dinle ilgili yiğitlik öyküleri, halk ozanlarının aşk ve yiğitlik konularında söyledikleri “BALATLAR” ve ulusal destanlar dönemin başlıca edebiyat verimleri arasındadır. Orta çağın büyük ozanı Rönesans’ın da hazırlayıcılarından olan ve “İlahi Komedya” adlı eseriyle tanınan DANTE’dir.

Batı edebiyatında yenileşme, bilim ve sanatta “YENİDEN DOĞUŞ” anlamına gelen “RÖNESANS”la başlar (14.yüzyılın sonu, 15. ve 16. yüzyıllar).

Rönesans’la halk ve devlet ilişkileri yeniden düzenlenmiş, kralların ve derebeylerin dine dayalı sınırsız güçleri kırılmış, kişinin insance ve özgür yaşama isteği gerçekleşme yoluna girmiştir. Böylece uluslar edebiyatla, bu gerçeklere dayanan “insanca” düşünceleri yayarak, kilise dili olan Latince’nin yerine kendi ulusal dilleri ile güçlü yapıtlar ortaya koymaya başlamışlardır. Bu dönemin ünlü sanatçıları şunlardır:

Şiirde: RONSARD
Romanda: RABELAİS, CERVANTES (Don Kişot)
Deneme alanında: MONTAIGNE, BACON
Tiyatro alanında: SHAKESPEARE [Hamlet, Macbeth, Othello, Kral Lear, Romeo ve Juliet (Dramları), Venedik Taciri, Hırçın Kız, Yanlışlıklar Komedyası.......(Komedileri)]

Rönesans, 17.yüzyılın ortalarına doğru “Klasisizm” akımının doğmasına yol açmış, böylece Batı Edebiyatı birbirine tepki olarak ortaya çıkan akımların etkisinde 20. yüzyıla kadar gelişimini sürdürmüştür.

BATI EDEBİYATINDA AKIMLAR

KLASİSİZM

17. yüzyılda Fransa’da ortaya çıkan bir akımdır. BOILEAU bu akımın kurucusu olarak kabul edilir. Klasikler Eski Yunan ve Latin edebiyatını bilgi ve esin kaynağı olarak benimsemişlerdir. Temel olarak şu ilkelere dayanır:

Sanat, “insan tabiatına” önem vermeli ona sevgi ve saygı duymalıdır. Klasik bir eser “akıl” ve “sağduyu”ya dayanmalıdır. Eser, “dil”, “anlatım” ve “şekil” de en olguna varmaya çalışmalıdır.

Klasikler, insanların her zaman, her yerde, her toplumda aynı duygu ve düşüncede olduklarını kabul ederler. Onun için eserlerinde değişmez tipler yaratırlar. Klasisizmde fiziksel ve sosyal çevre önemli değildir; çünkü bunlar değişkendir.

Bu akımda, sanatta mükemmeli bulmak esastır. Mükemmeli bulmak ise konunun seçilişinde değil, onun ele alınıp anlatılışındadır. Onun için anadili en güzel biçimde kullanmak da esas olmalıdır. Böylece klasikler günlük konuşma dilinden farklı kitabi bir dil kullanmışlardır.

Sanatta sıkı kuralların bulunması ve sanatçıların bunlara uyması gerektiğine inanan klasikler, “üç birlik” kuralının doğmasına neden olmuşlardır (Yer, zaman ve eylem birliği)

Eserlerinin kahramanlarını hep soylu tabakadan seçen klasikler, eserlerinde kaba ve çirkin sözlere de yer vermezler. “Ahlaka uygunluk” ilkesine sıkı sıkıya bağlıdırlar.

Yapıtlarının etkileyici olmasını , hoşa gitmesini, tarih biliminden ayrılabilmesini ve din dışı konulara eğilmesini temel ilke olarak kabul etmişlerdir.

Edebiyat türü olarak daha çok tiyatroyu, tiyatro türü olarak da trajedi ve komediyi benimsemişlerdir.

Başlıca temsilcileri:

Boileau (şiir)
La Fontaine (fabl)
Racine, Corneille (trajedi)
Moliere (komedi)
Madame de La Fayette (roman)
La Bruyere (karakterleriyle)
Bossuet (hitabet)

“Klasisizm, geçici rağbeti değil, sürekli rağbeti arar”. Andre Gide.

TÜRK EDEBİYATINDA KLASİSİZM

Türk edebiyatı Batı’ya açıldığında klasisizm dönemini tamamlamıştır. Bu nedenle edebiyatımızda klasisizmin önemli bir etkisi olmamıştır.

Şinasi’nin “Şair Evlenmesi”adlı komedisi, La Fontaine’den yaptığı çeviriler ve Ahmet Vefik Paşa’nın Moliere’den çevirileri, bu anlayışın ürünleri olarak sıralanabilir.

ROMANTİZM (COŞUMCULUK)

1830’lu yıllarda klasisizme tepki olarak doğmuştur. Victor Hugo’nun “Hernani” adlı oyunuyla bir edebiyat akımı olarak başarıya ulaşmıştır. 1789’da fransız İhtilali’yle birlikte derebeylik ve aristokrasi çökmüş; yeni bir yapılanma ortaya çıkmıştır. Buna bağlı olarak romantizm, yeni duygu, düşünce ve idealleri anlatmayı amaçlamış, sanatın ve sanatçının kurallardan kurtulup özgürleşmesini savunmuştur.

Avrupa’da o zamana kadar süregelen Latin ve Yunan hayranlğı yerini Shakespeare, Goethe ve Schiller hayranlığına bırakmıştır.

Klasik öğretinin bütün kuralları yıkılmış, Latin ve Yunan edebiyatları yerine Hristiyanlık mucizeleri, milli efsanler işlenmiş; konular ya tarihten ya da günlük olaylardan çıkarılmıştır. Tabiat manzaralarının, yerli ve yabancı törelerin betimlenmesine geniş yer verilmiş, insan psikolojisinin soyut olarak incelenmesi bırakılarak, insanlar çevrelerinde incelenmiş, insanın islâhından önce toplumun ıslâhı amacı ön plana alınmıştır. Klasik edebiyatın akıl ve sağduyuya önem vermesine karşılık, romantizmde hayal ve fanteziye geniş yer verilmiştir. Yazarlar eserlerinde kişiliklerini gizlememişler, olaylar karşısında duygu ve görüşlerini açıkça anlatmışlardır. Romantik şiirde, doğa sevgisi; bireycilik; Ortaçağa, yabancı ülkelere, Doğu’ya hayranlık; toplumsal geleneklere isyan; duygulara, doğaüstü güçlere, rüyalara, ihtiraslara bağlılık dikkat çeker.

Zıtlıkların uyumunu ilke olarak benimseyen romantikler hayatı güzel, çirkin... bütün yönleriyle vermeye çalışırlar.

Klasiklerin önemsediği din duygusuna geniş yer veren romantiklerin kahramanlarının çoğu dindardır.

Din, her şeyin gelip geçici olduğunu söylediği için de kahramanlar , genellikle kuşkulu, üzüntülü ve karamsardırlar.

Edebiyat dilindeki kalıplaşmış kelimeler yerine, günlük konuşma dilini kullanmayı benimseyen romantikler, her sınıftan insanı da eserlerine konu olarak almışlardır.

Genel olanın yerine özeli, tipin yerine gözalıcı olanı seçmişlerdir. Aşk, ölüm, tabiat en belli başlı konular olarak dikkat çeker.

Bu akımda oyun türlerinden dram, edebiyat türlerinden de roman gelişmiştir.

Başlıca temsilcileri:

Victor Hugo (Sefiller. Notre Dame’in Kamburu, Cromwell, Hernani.......)
J.Jack Rousseau (Emile, İtiraflar, Toplum Sözleşmesi)
Goethe (Faust)
Lamartine (Greziella)
A. Dumas Pere (Üç Silahşörler, Monte Kristo Kontu)
A. Dumas Fils (Kamelyalı Kadın)
Alfrede de Musset (şiirleriyle)
Schiller (“Haydutlar” adlı dramı ve denemeleriyle)
Lord Byron (Don Juan, diğer şiirleriyle)
Chateaubrian
Puşkin
Shakespeare
Stendhal (Romantizmden realizme geçmiştir)
Balzac (Romantizmden realizme geçmiştir)

“Romantizm, ağlayan yıldız, inleyen rüzgar, ürperen gece, kendinden geçen çiçektir”.
Musset
“Romanitzm, varlıkların olduklarından başka türlü olmadığına, olmayacağına üzülmektir”.
A. Gide

TÜRK EDEBİYATINDA ROMANTİZM

Tanzimat edebiyatı dönemindeki ürünlerin çoğunluğu romantik akımın etkisiyle kaleme alınmıştır.

Namık Kemal roman ve tiyatrolarıyla
Ahmet Mithat, ilk romanlarıyla
Recaizade Mahmut Ekrem, şiirleriyle
Abdülhak Hamit, tiyatrolarıyla

REALİZM (GERÇEKÇİLİK)

19. yüzyılın ikinci yarısında romantizmin aşırı duygusallığına tepki olarak ortaya çıkmış bir akımdır.

1857 yılında Gustave Flaubert’in “Madame Bovary” adlı romanıyla, realizmin, romantizm karşısındaüstünlük sağladığı kabul edilmektedir.

Realizmde, duygu ve hayaller yerini, toplum ve insan gerçeklerine bırakır. Konular gerçekten alınır. Yaşanan ve gözlenen gerçek bütün çıplaklığıyla anlatılır. Bunun sağlanması için gerektiğinde anket gibi bazı sanat dışı yöntemlere bile başvurulmuştur.

Bu akımda, gerçeğin anlatılması için kişilerin psikolojileri, onların kişiliklerini etkileyen çevrelerinin tanıtımı, içinde bulundukları ortam ayrıntılarıyla verilir. Onun için de betimleme, realist yazarlarda en önemli anlatım biçimi olarak dikkat çeker. Yalnızca yaşananın anlatılmasına yönelen gerçekçiler, olaylar ve kişiler karşısında tarafsız davranırlar. Eserlerine kendi duygu, düşünce ve yorumlarını katmazlar. Yine, gerçek hayatın anlatılması esas olduğu için eserlerinde toplumun sıradan insanlarına rastlanır. Eserlerinde daha çok yaşamın olağan olaylarına yöneldikleri için çok basit bir konu bile ele alınıp işlenir.

Gerçekçi yazarların okuyucuyu eğitme gibi bir amaçları yoktur. Gözlem, araştırma ve belgelere dayanarak, yaşananı nesnel bir şekilde aktarmayı amaçlarlar.

Gerçekçi yazarlar, biçim güzelliğine çok önem vermişler, dilde ve anlatımda süsten, özentiden kaçınmışlardır.

Başlıca temsilcileri:

Stendhal (Kırmız ve Siyah, Parma Manastırı)
Balzac (Goriot Baba, Vadideki Zambak, Eugenie Grandet)
G. Flaubert (Madame Bovary)
Lev Tolstoy (Savaş ve Barış, Diriliş, Anna Karenina)
Dostoyevski (Suç ve Ceza)
A. Çehov (Vanya Dayı, Vişne Bahçesi)
M. Şolohov (Ve Durgun Akardı Don)
E. Hemingway (Çanlar Kimin İçin Çalıyor)
J.Steinbeck (Gazap Üzümleri)
Herman Melville (Moby Dick)
Charles Dickens (Oliver Twist, David Copperfield)
Gogol (Müfettiş, Ölü Canlar)
Turganyev (Babalar ve Oğullar)
M.Gorki (Çocukluğum, Benim Üniversitelerim, Ekmeğimi Kazanırken)

“Roman dediğin, bir uzun yol üzerinde dolaştırılan bir aynadır. Bir bakarsın göklerin maviliğini, bir bakarsın yolun irili ufaklı çukurlarında birikmiş çamuru görürsün. Sonra da kalkıp heybesinde bu aynayı taşıyanı ahlaksızlıkla mı suçlayacaksınız? Aynası çamuru gösteriyor diye aynaya kabahat bulmak olur mu? Böyle çamurlu çukura bulunan yola, daha doğrusu suyun akmasını, kokmasını, çamur çukurları meydana getirmesini önlemeyen temizlik müfettişine ...”
Henri B.Stendhal

TÜRK EDEBİYATINDA REALİZM

Recaizade Mahmut Ekrem (Araba Sevdası)
Samipaşazade Sezai (Zehra)
Nabizade Nazım (Kara Bibik)
Halit Ziya Uşaklıgil (Mai ve Siyah, Aşk-ı Memnu, Kırık Hayatlar)
Yakup Kadri Karaosmanoğlu (Kiralık Konak, Yaban......)
Memduh Şevket Esendal (Ayaşlı ve Kiracıları)
Reaşat Nuri Güntekin (Romanlarıyla)
Refik Halit Karay (Romanları ve hikayeleriyle)
Sait Faik Abasıyanık (Roman ve hikayeleriyle)

NATÜRALİZM (DOĞALCILIK)

19.yüzyılın sonlarına doğru Fransa’da ortaya çıkan natüralizm, bir anlamda realizmin bir üst basamağı (gerçeğe yaklaşmadaki katılığı nedeniyle) olarak düşünülebilir.

Natüralizmi, realizmden ayıran nokta onun deney yöntemine de yer vermesidir. Deney yöntemi, doğa olaylarında aynı nedenler, aynı koşullar altında aynı sonuçları doğurur düşüncesidir (Determinizm). Natüralistler bu anlayışın tabiatta olduğu gibi insan yaşamı için de geçerli olduğunu savunmuşlardır.Bu yaklaşımla pozitif bilimlerle sanatı birleştirmeye çalışmışlardır. İnsanın fizyolojik özellikleri üzerinde durmuş; insanı ırsiyet (soyaçekim) ve genetik özellikleriyle ele almışlardır. Ayrıca sosyal çevrenin insan üzerinde yaptığı etkileri de derinlemesine araştırmışlar, bir anlamda kendilerini bilim adamı, toplumu laboratuvar, insanı da deneme, inceleme aracı olarak ele almışlardır.

Natüralist yazarlar insanı belli koşulların içinde ele alır, onun duygu ve düşünce dünyasını, yetiştiği doğal ve toplumsal çevrenin etkisi doğrultusunda çizerler. Onların eserlerinde insan kendi yazgısını biçimlendirici, çevre üzerinde değiştirici bir güç taşımaz. Toplumsal nedenleri bir yana bırakmışlar, yalnızca yaşananı “nesnel” bir biçimde aktarmakla yetinmişlerdir. Bu sebeple de onlara “zabıt katipleri” yakıştırması yapılmıştır.

İnsan psikolojisiyle fizyolojisini birbirine bağlı kabul ettikleri için eserlerinde kahramanların fiziksel özelliklerini çok ayrıntılı olarak vermişlerdir. Buna bağlı olarak da betimleme, doğalcı eserlerin en önemli anlatım biçimi olarak dikkat çeker.

Realistlerdeki biçim güzelliği, kompozisyon olgunluğu ve üslup kaygısı natüralistlerde yoktur. Ancak natüralistler de halkın kolayca anlayabileceği açık ve yalın bir dil kullanmışlardır.

Tiyatroda, kostüm ve dekora önem veren natüralistlerin eserlerine genel olarak bir kötümserlik havası hakimdir.

Başlıca temsilcileri:

Emile Zola (Meyhane, Germiznal, Nana, Toprak.....)
Alphonse Daudet
Guy de Maupassant
Goncourt Kardeşler

“Roman anlatılmış ve tabiattan çıkartılmış belgelerle vücuda getirilmelidir. Tarihçiler, mazinin hikayecileri, romancılar da halin hikayecileridir”.
Goncourt Kardeşler

TÜRK EDEBİYATINDA NATÜRALİZM

Bizim edebiayıtımızda doğalcılık anlayışına en çok yaklaşarak eser veren sanatçı Hüseyin Rahmi Gürpınar’dır. Ancak eserlerinde sosyal eleştiriye yer vermesi onu natüralistlerden ayıran önemli bir noktadır.

PARNASİZM

Fransa’da şiir türünde ortaya çıkmış bir akımdır. Şiirdeki gerçekçilik diyebileceğimiz parnasizm, bir anlamda realizmle natüralizmin şiirdeki sentezinden oluşmuştur. 1886’da “Parnas” adlı derginin yayınlanmasıyla ortaya çıkmıştır (Parnas: Mitolojide ilham perilerinin yaşadığına inanılan efsanevi dağın adı).

Parnasyenler şiiri salt biçim olarak görürler. Bu nedenle biçim güzelliğini her şeyin üstünde tutarlar. Yine aynı nedenlerle ölçü ve uyağa çok önem vermişler, ritmi ön plana çıkarmışlardır. Sözcüklerin birarada kullanılmasından doğacak müziği de şiir için gerekli görmüşlerdir. Parnasizm, romantizme tepki olarak doğduğu için bu akımda duygunun yerini düşünceler almış, parnasyenler şiirde ayrıntılı ve nesnel betimlemelere yer vermişler, duygusallığı reddetmişlerdir.

Şiiri, ışık, gölge, renk ve çizgilerle sağlamayı düşünürler.

“Sanat, sanat içindir” görüşünde olan parnasyenler şiirde yarar değil, güzellik ararlar.

Tarihteki mutlu dönemlere duyulan özlem, yabancı ülkelerin manzara ve gelenekleri işlenen konulardır.

Parnasyenler Eski Yunan ve Altin mitolojisine büyük hayranlık duyarlar. Dolayısıyla ele alınan bazı konular klasisizmle benzerlikler taşır.

Başlıca temsilcileri:
Th. Gautier
T.D. Banville
François Coppee
J.Maria de Heredia

TÜRK EDEBİYATINDA PARNASİZM

Bu akımın en belirgin etkileri Tevfik Fikret’te görülür. Kimi yönleriyle Yahya Kemal de bu akımdan izler taşır.

SEMBOLİZM (SİMGECİLİK)

19.yüzyılın ikinci yarısında parnasizme tepki olarak ortaya çıkmış bir akımdır. Parnasyenler insan duygularına, izlenimlere önem vermiyorlardı Onalr için önemli olan gerçekti, düşüncelerdi.Sembolistler bu anlayışa karşı çıkmış, duygusallığa, insanın iç dünyasına yönelmişlerdir. Onalra göre somut varlıklar, dış dünya ile insanın duyuları arasında köprü kurmaya yarayan birer simgedir. Çünkü dış gerçek ancak insanın algılayış biçimiyle var olur. Yani insan onu nasıl algılıyorsa öyle değerlendirilir. Sembolistler, semboller aracılığıyla dış çevrenin insan üzerindeki etkilerini ve izlenimlerini anlatmışlardır.

Şiiri sessiz bir şarkı olarak tanımlamışlar ve müziği şiirin amacı durumuna getirmişlerdir. Onlara göre şiir düşüncelere değil duygulara seslenmelidir; çünkü şiir bir şey anlatmak için yazılmaz.

Şiirde anlam kapalı olmalıdır ve herkes kendince yorum getirebilmelidir. Sözcüğün anlam değerinden çok müzikal değeri önemlidir. Anlam kapanıklığı ve farklı çağrışımlar yaratabilme amacı, bol bol mecaz ve istiarelerin kullanılmasına yol açmış, dolayısıyla dil de ağırlaşmıştır.

Gerçeklerden kaçma, hayale sığınma, çirkinlikleri hayal yardımıyla güzelleştirme, bunlara bağlı olarak ortaya çıkan karamsarlık, sembolizmin en belirgin özelliklerindendir.

Durgun sular, ay ışığı, alacakaranlık, tan ağartısı, perdede gezinen gölgeler ve ölüm başlıca temalarıdır. Lirizm, bu anlayışın en önemli ögesi durumundadır.

Parnasyenlerin genellikle “sone” nazım biçimini kullanmalarına karşın, sembolistler daha çok serbest nazım biçimlerine yönelmişlerdir.

Başlıca temsilcileri:

Baudelaire
Rimbaud
Mallarme
Verlaine
Puşkin

TÜRK EDEBİYATINDA SEMBOLİZM

Bu anlayışın ilk uygulayıcısı Cenap Şahabettin’dir. Ancak bu akımın en başarılı örneklerini veren şairimiz Ahmet Haşim’dir. Kimi yönleriyle Cahit Sıtkı Tarancı, Ahmet Hamdi Tanpınar gibi şairler de bu akımın izlerini taşırlar.

“Şairin dili, düzyazı gibi anlaşılmak için değil, ama duyulmak üzere oluşmuş müzik ile söz arasında, sözden çok müziğe yakın, ortalama bir dildir”.
Ahmet Haşim (Piyâle Önsözü)

EMPRESYONİZM (İZLENİMCİLİK)

1890-1910 yılları arasında Fransa’da gelişmiş; edebiyatta, resimde, müzikte etkisini sürdürmüş bir akımdır. Sembolizmle birlikte gerçeküstücülüğü (sürrealizm) hazırlayan bir akım niteliğindedir.

Bu akımda dış dünya ile ilgili gözlemlerin, sanatçının iç dünyasında oluşan değişik ruhsal durumuna göre yansıtılması esas alınmıştır. Onlara göre duyularımız dış dünyayı bize olduğu gibi değil, onun gerçek görünüşünü değiştirerek ulaştırır. Bunun için de bizim anlattıklarımız dış dünya değil, bu dünyanın hayalimizle bezenmiş bizdeki izlenimleridir.

“Seyreyledim eşkâl-i hayâtı
Ben havz-ı hayâlin sularında,
Bir aks-i mülevvendir onun’çün
Arzın bana ahcâr ü nebâtı”
Ahmet Haşim (Mukaddime)

SÜRREALİZM (GERÇEKÜSTÜCÜLÜK)

20.yüzyılın başlarında Andre Breton tarafından Freud’un görüşlerine (psikanaliz yöntemi) dayanılarak açılan bir sanat akımıdır.

Gerçeküstücülüğün bilgi ve esin kaynağı olan Freud’a göre, insanoğlunun dış dünyasından edindiği alışkanlıklar, istekler bilinçaltında toplanır. Bu istekler düş (rüya, yarı rüya) durumunda çözülerek ortaya çıkar.

Sürrealistler, Freud’un bu görüşünü edebiyata uygulamışlari bir anlamda bilinçaltının, bilinç alanına olan egemenliğini savunmuşlardır. Dolayısıyla içinden geldiği gibi yazmak bu akımın en belirgin özelliğidir. Akılcılığın karşısındadırlar, geleneksel ve biçime dayalı inanç ve değerleri düşünceden silmişlerdir.

“Gerçeküstücülük, ister söz, ister yazı ile ya da başka bir yolla, düşüncenin gerçek işleyişini ortaya çıkarmak içim başvurulan, içinden geldiği gibi yazma yöntemidir. Bu, aklın denetimi olmaksızın (rüyada olduğu gibi) her türlü estetik ve ahlak kaygısı dışında düşüncenin yazılışıdır”.
Andre Breton

Bu akımın Batı’daki en önemli iki temsilcisi Andre Breton ve Paul Eluard’dır.

Bizim edebiyatımızda Oran Veli Kanık’ın kimi şiirlerinde bu akımın izleri açıkça görülmektedir.