12.SINIF ROMAN KONU ANLATIMI
1-Genel Hatırlatma Bilgiler
2-1923-1950 Arası Cumhuriyet Dönemi Romanı
3-1950-1980 Arası Cumhuriyet Dönemi Romanı
Kişiler birtakım kategorilere ayrılabilir:
Tip ile Karakterin Farkı
Tipin toplumsal boyutu vardır. Karakter, birey olarak ele alınır.
Toplumsal sorunlar tip üzerinde işlenir. Karakter, kendisine ait olaylarla anlatılır.
Tip belirli özellikler sergiler. Karakter ise olaya bağlı olarak değişken özellikler gösterir. Kendisine özgü davranışları vardır.
(Tipler belli bir sınıfı ya da belli bir insanı temsil etmek için oluşturulmuştur. İnsanoğluna özgü abartılmış bir özelliği temsil ederler. Karakterler ise başkalarına benzemeyen kendine özgü kişilik özellikleri gösterirler. Abartılmış bir yönleri bulunmaz.”)
Milli Edebiyat Zevk ve Anlayışını Sürdüren Romanların Özellikleri
1. Bu anlayışla
yazılan romanlarda ele alınan konular:
· Birinci
Dünya Savaşı, · Kurtuluş
Savaşı, · Milli
Mücadele Dönemi İstanbul yaşamı, · Atatürk İlk ve İnkılapları,
· Yanlış
Batılılaşma, · Anadolu
insanının yaşamı ve hurafeler, · Kuşaklar arası çatışma ve
ahlaki çöküntüler
· Aydın-köylü
çatışması, · Yozlaşmış
dini kurumlar, tekkeler, · Eğitim sorunları
2. Realist bir
roman anlayışı hâkimdir.
3. Halkın anlayabileceği
bir dil kullanılmıştır. İstanbul Türkçesi esas alınmıştır.
4. Olay
ağırlıklı temalar işlenmeye devam edilmiştir.
Toplumcu-Gerçekçi Romanın Özellikleri
1. 1930’lu yıllardan sonra ortaya çıkan bir
anlayıştır.
2. Köylülerin
hayatı, geçim sıkıntısı, işçilerin sorunları, ezen-ezilen kavramları ele alınmıştır.
3. Eserlerde ideolojik
düşünce ve gelişme isteği birlikte
verilir.
4. Toplumdaki düzensizlik, adaletsizlik üzerine kurulan temel çatışmalar yer alır. (Ağa-köylü, zengin-fakir gibi.)
5. Mekân ile ilişkiler bütünleşmiş ve halkın
kullandığı dil eserlerde yer almıştır.
6. Eserlerde realizm ve natüralizm akımlarının etkisi vardır.
7. Bu dönem sanatçıları özellikle kişileri konuşturmada ve tasvirde son
derece başarılı olmuşlardır.
8. Bu yazarlar özellikle toplumun
karşı karşıya kaldığı sorunları işlemeyi kendilerine görev olarak algılamışlardır.
Modernizmi Esas Alan Romaların Özellikleri
1. Alışılmış olanı yeni bir anlayışa uydurma
tarzıdır.
2. İnsanın iç dünyası ve çevresi ele alınmıştır.
3. Geleneksel yapı ve kurguya karşı
çıkılmıştır.
4. Gerçek ile hayal iç içedir.
5. Yazar
kahraman ile okuyucu arasına girmez.
6. Öyküleme, bilinç akışı, geriye dönüş ve diyalog teknikleri sıkça kullanılır.
7. Sürrealizm ve varoluşçuluk akımlarından etkilenmişlerdir.
8. Romanların temeli kahramanların çevresiyle çatışma halinde olmasıdır.
9. Bunalım ve yabancılaşma en sık işlenen temalardır.
10. Şiire benzer bir anlatım biçimi tercih edilmiştir.
Türk Edebiyatında Postmodernizm
· 1980’lerde ortaya çıkmış ve
Türk edebiyatında etkili olmuştur.
· Romancılar
hayatı bir
oyun olarak
kurgulamışlardır.
· Anlatım
tekniği olarak üst kurmaca, pastiş, kolaj,
parodi, metinler arasılığı gibi teknikler
kullanılmıştır.
· Kendinden
önce yazılan eserlerle bağlantı kurmaya çalışmışlardır.
· Anlatıcı
kurmaca olayın etkisiyle okurla direk iletişime geçer.
· Farklı eserlerden alıntılar
derlenerek metinde kullanılır.
Postmodern Romanlarda Anlatım Teknikleri Kısaca
Metinler arasılık, Bir romanın kendisinden önce yazılmış başka bir
romanla veya eserle doğrudan veya dolaylı olarak bir etkileşimde bulunulması
tekniğidir.
Parodi, Bir romanın kedisinden önce yazılmış bir başka
romanı içerik açısından örnek almasıdır.
Pastiş, bir eserin biçim ve üslup bakımından başka
bir eseri taklit etmesidir.
Üst kurmaca, bir
romanın yazma sürecinin olayın kurgusu içinde okura anlatılmasıdır. Bu özellikle anlatıcı okurla doğrudan ya da
dolaylı bir şekilde iletişim kurar.
Kolaj, Alıntıların
metne yansıtılmasına denir.
Birçok eser, yazar ya da kaynaktan alınan alıntıların bir bütünlük oluşturacak
şekilde metinde kullanılmasıdır.
(KİTAPTAN:
İç konuşma: Yazar anlatmak istediği şeyleri kahramanın kendi ağzından, kafasından
geçenler
şeklinde okuyucuya verir. Kahraman kendi kendine konuşur gibidir fakat
düşünceleri düzenlidir.
İroni: Söylenenin
tam tersinin kastedildiği ifadedir. Söylenen ya da yapılan eylem, ciddi
görüntüsü altında, karşıt söylenceyi ya da eylemi, çelişki noktasına çekmeyi
hedefler. İroni tekniği ile yazar mimik, jest ve tonlama ile söylemek istenenin
altını dolaylı bir şekilde çizer
Türk
Edebiyatında Önemli Postmodern Yazarlar
· İhsan Oktay Anar, · Hasan Ali Toptaş, · Oğuz Atay, · Nedim Gürsel, · Orhan Pamuk, · Bilge Karasu, · Pınar Kür,
· Selim İleri, · İnci Aral, · Buket Uzuner
1923-1950 Arası Cumhuriyet Dönemi Romanı
Milli Edebiyat Dönemi’nin romancıları Cumhuriyet Dönemi’nin de ilk romancılarıdır. Halide Edip, Yakup Kadri, Reşat Nuri bunların en önde gelenleridir. Bunlar Milli Edebiyat anlayışına uygun eserler ermekle birlikte Cumhuriyet’in ideallerini de eserlerine konu edinmişlerdir. 1930 ile 1940 yılları arasında özellikle Sadri Erdem ve Sabahattin Ali, toplumcu gerçekçiliği savunan bir çizgi izlemişlerdir. Bu yazarları izleyerek ilk romanlarını İkinci Dünya Savaşı yıllarında vermeye başlayan yazarlarda toplumsal kaygının ağırlık kazanmaya başladığı, dolayısı ile toplumsal konuların bu dönemde yazılmış romanlarda yoğunluk kazandığı dikkat çeker.
1.Cumhuriyetin ilanı ile (1923)
başlamıştır.
2.Cumhuriyet devrimlerini yeni kurum ve değerler ele
alınır.
3.Toplumsal yaşamdaki ve yönetimdeki
değişimler ele alınır.
4.Milli Edebiyat sanatçılarının çoğu bu dönemde eser vermeye devam
ederler.
5.Milli mücadele yıllarının etkisi
ile savaş anıları, savaş sonrası Anadolu'nun hali, Anadolu'da zor durumda kalan
insanlar ele alınmıştır.
6. Anadolu insanı, yaşamı, yanlış batılılaşma, batıl
inançlar, hurafeler üzerinde
durulur.
7.Şehir ve kır hayatındaki yaşanan
durumlar işlenir.
8.Romanlardaki mekân unsuru daha da
genişletilmiştir.
9.Çoğunlukla gerçekçi gözlemlere dayanan eserler verilir.
10.Realizm ve Natüralizm akımın etkisi vardır.
11.Kişi ve çevre tasviri
önemlidir, ancak daha çok olay ön plana çıkmıştır.
12.Önceki dönemlere oranla teknik
geliştirilmiş, daha
kaliteli romanlar
yazılmıştır.
13.1940’lı yıllarda dünya
savaşının açtığı yıkım,
iki kutuplu dünyanın ve sanayileşmenin getirmiş oldukları sıkıntılar ile göç sorunu ele alınmıştır.
Türk Edebiyatında Milli Mücadele Dönemi’ni işleyen Romanlar
• Halide Edip Adıvar: Ateşten Gömlek (1922), urun Kahpeye (1926)
• Yakup Kadri Karaosmanoğlu: Sodom ve Gomore (1928), Yaban (1932), Ankara (1934)
• Kemal Tahir: Esir Şehrin İnsanları (1956), Yorgun Savaşçı
• Samim Kocagöz: Kalpaklılar (1962), Doludizgin (1963)
• Tarık Buğra: Küçük Ağa (1963)
• Mithat Cemal Kuntay: Üç İstanbul (1938)
• Talip Apaydın: Vatan Dediler (1976)
• Ahmet Hamdi Tanpınar: Sahnenin Dışındakiler (1973)
• Peyami Safa: Biz İnsanlar (1939)
1923 – 1950 Arası Türk Edebiyatında Roman (KİTAPTAN)
Cumhuriyet’in 29 Ekim 1923 yılında ilan edilmesinden sonra Türk edebiyatı, 1940 yılına kadar kaynağını XX. yüzyılın başında oluşan “Türkçülük” düşüncesinden alan “Millî Edebiyat Akımı”nın ilkeleri doğrultusunda gelişmiştir.
Bu dönemde Anadolu’ya açılan yazarlar, Türk insanı ve Anadolu gerçeğini tüm boyutlarıyla romanlarına
yansıtmışlardır. Toplumsal konuların ağırlık kazandığı romanlarda sade dil
benimsenmiştir. Halide
Edip Adıvar, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Reşat Nuri Güntekin, Refik Halit Karay gibi Millî Edebiyat Dönemi’nde
eser veren yazarlar, Cumhuriyet Dönemi’nde de toplum gerçeklerini dile getirmişlerdir.
Bu dönemde Kurtuluş
Savaşı’nı konu alan romanlar arasında Yaban, Ateşten
Gömlek, Vurun
Kahpeye, Sahnenin
Dışındakiler, Hep O
Şarkı gibi eserler yazılmıştır. Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki gözleme dayanan gerçekliğin,
1930-1940 yılları arasında toplumcu gerçekçiliğe yöneldiği görülmüştür. Sadri Ertem (1898-1943) ve Sabahattin Ali (1906-1948) toplumcu
gerçekçiliği bilinçli bir biçimde savunan, 1950’den sonra yetişen yazarlara
öncülük eden sanatçılar olarak ortaya çıkmıştır. Yazarlar Çıkrıklar
Durunca, Kuyucaklı
Yusuf gibi romanlarla bu anlayışa öncülük etmişlerdir.
Reşat Nuri Güntekin,
realist bir anlayışla genellikle “töre
romanları” yazmıştır. Hikâye ve romanlarında gözlemlerinden yararlanan yazarın,
özellikle Anadolu
ile ilgili gözlemleri gerçekçidir. Reşat Nuri Güntekin’in eğitimci kişiliği ve Anadolu’yu
yakından tanıması, eğitimin o döneme ait tarihine ve bu dönem içinde yaşadığı
değişikliklere ışık tutması açısından kendisini ve eserlerini önemli hâle
getirmiştir. Toplumun
eğitimle kalkınacağına inanan yazar, mesleğinin de verdiği etkiyle eğitim sorunlarına eğilmiştir.
Yazarın romanları eğitimle öyle iç içedir ki Çalıkuşu, Yeşil
Gece, Acımak
ve Kan
Davası gibi romanlarının ana kahramanlarını öğretmenler oluşturmuştur.
Reşat Nuri Güntekin; Yaprak
Dökümü adlı romanında sosyal
bir konuyu, bir ailenin çöküşünü, işlemiştir. Bu
eserinde, diğer eserlerine göre toplumsal gözlemlerin çok daha ağırlıklı olduğu
dikkati çeker. Romanda, Ali Rıza Bey’in ailesinin hareket ve
davranışlarıyla birtakım toplum kurallarına ve törelere uymadıkları
anlatılmıştır. Romanda nesil çatışması ve yanlış Batılılaşmanın açtığı sorunlar dile getirilmiştir.
Reşat Nuri Güntekin (1889 - 1956) (Kitaptan)
Cumhuriyet Dönemi Türk edebiyatı
yazarlarından olan Reşat Nuri; roman, öykü, tiyatro gibi
edebiyatın çeşitli sahalarında ederler vermiş, üretken bir yazardır.
Yazarlığının yanı sıra müfettişlik de yapan Güntekin; görevi
esnasında Anadolu’da birçok yeri gezmiş, Anadolu insanı ve coğrafyası hakkında
önemli birikimler elde etmiştir.
Eserlerinde duru bir Türkçe kullanan yazar, kahramanlarının iç dünyalarını
yansıtmada oldukça başarılıdır. Diyalogları canlıdır.
•
Eserlerinde yurdun çeşitli yerlerindeki olumlu-olumsuz görünümleri,
yanlış Batılılaşmayı, batıl inanışları kişisel duygularıyla birleştirerek
anlatmıştır. Bozulan insani değerleri ve
ahlak yapısını işlemiştir. Eserlerinde mizah ögesi ve
ince espriler de yer alır. Eleştirdiği tipleri acımasızca eleştirir. Güçlü bir
gözlem ve realizm vardır.
Eserleri
Roman: Çalıkuşu, Gizli El,
Damga, Yeşil Gece, Acımak, Yaprak Dökümü, Dudaktan Kalbe,
Akşam Güneşi, Eski Hastalık, Miskinler Tekkesi, Ateş Gecesi, Bir Kadın Düşmanı,
Gökyüzü, Değirmen, Gizli El, Harabelerin Çiçeği, Kan Davası, Kavak Yelleri,Son
Sığınak, Kızılcak Dalları.
Öykü: Tanrı
Misafiri, Sönmüş Yıldızlar, Leylâ ile Mecnun, Olağan İşler.
Tiyatro: Hülleci, Balıkesir Muhasebecisi, Hançer,
İstiklal,Tanrıdağı Ziyafeti.
Gezi Yazısı: Anadolu
Notları.
Yaprak Dökümü- Reşat Nuri Gürtekin- ÖZET (Kitaptan)
Ali Rıza Bey “Babıâli yetiştirmelerinden”, başarılı bir memurdur. Şevket adında bir oğlu; Fikret, Leylâ, Necla ve Ayşe adında dört kızı vardır. Ali Rıza Bey, Altın Yaprak Anonim Şirketindeki son görevinden ayrılmak zorunda kalınca, evin bütün yükü bankada çalışan oğlu Şevket’e kalır. Şevket, çalıştığı bankada daktilo memuresi olan Ferhunde Hanım’la evlenir. Bu evliliğe her ne kadar babasının rızası olmasa da ilişkileri düğün aşamasına gelir.
Eve gelin
olarak gelen Ferhunde Hanım, parayı ve eğlenceyi çok sever. Leylâ ve Necla’yı
da bu hayata alıştırır.
Fikret, evdeki bu gidişi beğenmez; yaşlı ve evli bir adamla evlenir; evden
uzaklaşır. Şevket,
Ferhunde’nin aşırı isteklerini karşılamak için zimmetine para geçirir, ödeyemez
ve tutuklanır.
Ferhunde bu hayata daha fazla dayanamayacağını söyleyerek evi terk eder. Bunun sonucunda üçüncü yaprak da kopmuş olur. Daha sonra Necla da kendini zengin gösteren bir Suriyeli adam ile evlenir. Fakat mutlu değildir ve babasından yardım istemek için mektup yollar. Ali Rıza Bey ise onun bu isteğini reddeder ve yaşamına devam etmesini söyler. Böylece dalın dördüncü yaprağı da kopar. Leyla, zengin bir avukat ile beraber yaşar; Ali Rıza Bey bunu bir arkadaşından öğrenir. Namusuna düşkün olan Ali Rıza Bey, Leyla’yı evden kovar. Leyla, avukatın Taksim’de tuttuğu eve yerleşir. Böylece dalın son yaprağı da kopmuş olur. Nihayetinde Ali Rıza Bey, Leyla’nın eve gelmesini kabul eder ama kendisi evden ayrılacaktır.
Ali Rıza Bey, yaşanılanları artık çekemez olur ve evi terk eder. Adapazarı’nda olan kızı Fikret’in yanına gider ve Fikret’in orada mutsuz olduğunu görür. Kocası ve üvey çocuklarıyla arası iyi değildir. Bunu gören Ali Rıza Bey İstanbul’a geri döner ama birkaç gün eve gitmez. Daha sonra hasta olur ve eski bir arkadaşı sayesinde hastaneye kaldırılır. Bir gün Hayriye Hanım ve kızı Leyla hastaneye gidip onu alırlar ve Taksim’deki eve giderek yaşamlarına orada devam ederler.
1950-1980 Dönemi Türk Edebiyatında Roman (Kitaptan)
1950-1960 dönemi, Demokrat Parti iktidarının hem
siyasi hem de edebî alanda etkisini gösterdiği önemli yıllardır. Çok
partili dönemde Türk romanı siyasi, ekonomik ve sosyal şartların eserlere yansıması
açısından çeşitlilik
gösterir. 1950’li yıllardan itibaren yoksul çevrelerdeki insanların hayatları romanlarda
daha geniş şekilde yer bulur. Bu dönemde Orhan Kemal işçi sorunlarını ve kenar
mahallerde yaşanan yoksul hayatı; Kemal
Bilbaşar özellikle
Doğu Anadolu’daki ağa-köylü
ya da ağa- memur
ilişkilerinin yarattığı problemleri; Samim Kocagöz, Talip Apaydın, Fakir Baykurt gibi toplumcu gerçekçiliğe bağlı kimi isimler köylülerin yaşam
mücadelelerini; Tarık
Buğra kasaba
insanının küçük dünyasını; Ahmet Hamdi Tanpınar gibi isimler de şehirli aydının hayat karşısındaki duruşunu ve iç çatışmalarını
romanlarına taşırlar.
Ahmet Hamdi Tanpınar’ı dönemin aydın ve yazarlarından farklı
kılan, edebî yaratımlarının toplamında medeniyet sorununu merkeze alarak bütün
bir toplumun dinî hayatından, medeniyet anlayışından, millî unsurlarından,
çalkantılar karşısındaki duruşundan estetik bir kimlikle bahsetmesidir. Böyle
bir aydın duruşunun ortaya çıkmasındaki temel neden Tanpınar’ın toplumun geleceğiyle ilgili endişeleridir. Huzur,
Sahnenin Dışındakiler, Aydaki Kadın, Mahur Beste romanları
bu kaygıyla kaleme alınmış eserleridir. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın öğrencisi olan
Mehmet Kaplan, “Saatleri
Ayarlama Enstitüsü”adlı eseriyle Tanpınar’ın Türk
cemiyetinin son elli yılında, nasıl donmuş bir hayat şekli ile onu gülünç
şekilde aşmak isteyişini vurgulamak istediğini belirtir.
“Saatleri Ayarlama Enstitüsü” dört bölümden oluşur: Büyük Ümitler, Küçük Hakikatler,
Sabaha Doğru, Her Mevsimin Bir Sonu Vardır. Hayri Irdal’ın öz yaşam öyküsü şeklinde kaleme
alınan eser, İrdal’ın çocukluğundan itibaren karşılaştığı durum ve kişileri
ironik bir dille anlatır. Kitabın ilk bölümü olan “Büyük
Ümitler”de Hayri İrdal’ın çocukluğu ve bu çocukluğun geçtiği çevre anlatılır.
Bu çevre başta babası olmak üzere Seyit Lütfullah, Abdüsselam Bey, Avcı Naşit
Bey, Aristidi Efendi gibi ilginç isimlerden oluşur. Bu insanların ortak amacı dağılan
servetlerini tekrar oluşturmaktır. Bu anlamda çeşitli simya ve spiritüel
deneylere girişirler. Romanın “Küçük
Hakikatler” bölümünde Birinci Dünya Savaşı yılları hızla geçilerek Cumhuriyet’in
ilk yılları anlatılır. Savaşa katılıp sağ salim bir şekilde geri dönen Irdal,
Abdüsselam Bey’in beslemesi Emine ile evlenir. Bir zaman sonra Zehra adında bir kızları olan İrdal ve eşi, Abdüsselam Bey’in bozulan ruh
sağlığının getirdiği bazı olumsuzluklara maruz kalırlar. Abdüsselam Bey’in
aldığı borçlara karşılık yazdığı sayısı bilinmeyen vasiyetnameleri alacak verecek
davasının ortaya çıkmasına neden olur. Romanın “Sabaha Doğru” adlı üçüncü bölümü en uzun bölümdür. Bu bölümde Saatleri Ayarlama
Enstitüsünün ortaya çıkışı ve kurumsallaşma süreci anlatılır. Hayri İrdal, işsizlik günlerinde kahvede
otururken Doktor Ramiz’in arkadaşı Halit Ayarcı ile tanışır. Kurumun temel
dayanak noktası olarak gördüğü tarihte yaşamamış Ahmet Zamanî Efendi hakkında İrdal bir kitap yazar. Bu kitap basın
ve akademik çevreler tarafından çoğunlukla alkışlanırken bir kısmı tarafından
da olumsuz manada eleştirilir. “Her
mevsimin Bir Sonu Vardır” adlı son bölümde Hayri İrdal’ın
saat biçimindeki yeni yönetim binasını projelendirmesi anlatılır. Romanın
sonlarına doğru Amerikalı bir heyetin
enstitüyü ziyaret edip işlevine yönelik bilgi alması ve işlevsizliğinde karar kılması
üzerine enstitü kapanır. Fakat Ayarcı’nın son bir müdahalesiyle daimî bir
feshetme komisyonu kurulur. Yönetim bölümünde çalışan kişiler işlerine geri
dönerler. Roman,
Halit Ayarcı’nın bilinmeyen bir otomobil kazasında ölümüyle biter.
Ahmet Hamdi Tanpınar (1901-1962) (Kitaptan)
• İstanbul’da doğdu. Darülfünunun Edebiyat Fakültesinden 1923’te mezun oldu.
Erzurum, Konya, Ankara ve İstanbul’daki liselerde öğretmenlik yaptı.
• Çok yönlü bir insan ve sanatçıdır. Edebiyatın değişik türlerinde eserler vermiştir. Asıl önemli yanı şairliğidir. Öz şiir anlayışına sahiptir. Şiirlerinde hocası Yahya Kemal Beyatlı’dan ve Ahmet Haşim’den etkilenmiştir. Sembolistlerden etkilenmiştir. Ahenge önem vermiş, musiki ve his ağırlıklı şiirler yazmıştır. Rüya, bilinçaltı ve zaman şiirlerindeki en önemli kavramlardandır.
• Romanlarında geçmişe özlem temasını işlemiştir. Tanpınar, «Şiirde sustuğum şeyleri roman ve hikayemde anlatırım.» der.
• Yazarın kendi yaşamından da izler taşıyan “Huzur” 1949’da basıldı. “Huzur” hem bir aşk hem de Tanpınar’ın İstanbul’a olan derin sevgisinin romanıdır. Huzur’da Cumhuriyet’in ilk yıllarında kişiliğini kabul ettirmek isteyen okumuş genç kadın ve erkeğin sorunları, yeni toplumsal koşullarla ilişkileri, eski ile yeni arasındaki uyum arayışları işlenmiştir.
• 1950’de Yeni İstanbul gazetesinde yayınlanan ancak ölümünden sonra 1973’te basılan “Sahnenin Dışındakiler” ile 1961’de basılan “Saatleri Ayarlama Enstitüsü”nde de iki uygarlık, iki değerler sistemi arasında bocalayan Türk toplumunun ironik tablosu çizilir.
1975’te basılan Mahur Beste’de Osmanlı Devleti’nin son döneminde seçkin bir çevrenin yaşamı anlatılmıştır. Ölümünden sonra plan ve notlarına dayanılarak bir araya getirilip yayınlanan “Aydaki Kadın”da da aynı irdeleme vardır. Şiir, roman ve yazılarının yanı sıra İstanbul, Bursa, Ankara, Erzurum ve Konya kentlerini doğal, tarihsel ve kültürel yapılarıyla anlattığı “Beş Şehir” önemli eserleri arasındadır.
•
Eserleri
Şiir: Bütün Şiirleri.
Deneme: Beş Şehir (1946), Yaşadığım Gibi.
Hikâye: Abdullah Efendi’nin Rüyaları (1948), Yaz Yağmuru, Hikâyeler.
İnceleme- Araştırma: Namık Kemal, Yahya Kemal, 19. Asır Türk Edebiyatı
Tarihi vd.
Roman: Huzur (1949), Saatleri Ayarlama Enstitüsü (1962),
Sahnenin Dışındakiler, Mahur Beste, Aydaki Kadın.
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ- ÖZET (Kitaptan)
Roman, Abdülhamit Devri’nde İstanbul’da doğan, böylece Tanzimat, Meşrutiyet, savaş yılları ve Cumhuriyet Devri’ni yaşayan, bütün bu dönemlerin aksayan yönetimini, manasız bürokrasi çarklarını ve ahlaki ilişkilerini kaybetmiş insanların bütün çelişkilerini anlatan Hayri İrdal’in kaleminden yazılmıştır. Hayri İrdal on yaşındayken dayısı ona bir saat hediye eder. Bu saat onu çok etkiler. Saatlerle uğraşmak Hayri’de bir tutku hâline gelir. Bu yüzden bir saatçiye çırak olur. Ustası Nuri Efendi sıradan bir saatçi değildir. Nuri Efendi “Muvakkithane”de yani cami saatlerini ayarlamakla görevli kişilerin bulunduğu kurumda memurdur. Hayri, ustasına hayrandır; onun yanında bıkmadan, yorulmadan çalışır. I. Dünya Savaşı çıkınca dört yıl askerlik yapar. İstanbul’a dönünce Emine adlı biriyle evlendirilir. Aradan yıllar geçer, karısı ölür. İspirtizmacılar kulübünde çalışırken bir gün Ramiz ona çocukluk arkadaşı Halit Ayarcı’yı tanıştırır. Karşılaştığı her fırsatı değerlendirmeyi bilen bir düzenci olan Halit Ayarcı, Hayri İrdal’ın saatlere olan merakından yararlanmak için birlikte “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” kurmayı teklif eder ve Enstitüyü kurarlar. Halit Ayarcı, Hayri İrdal’dan yaşamamış bir kişi olan Şeyh Ahmet Zamanî hakkında kitap yazmasını ister.
Toplumda hiçbir fonksiyonu olmayan bürokratik abes kurumların sembolü olan Enstitü, zeki kurnaz ve iş bilir Halit Ayarcı’nın menfaatlerine göre gelişir, büyür, büyük bir çark hâline gelir. Yabancı ülkelere bile açılır. Hayri İrdal ise yaptığı işin faydasına ve büyüsüne kapılmış, Halit Ayarcı’nın kendisini sürekli aldattığının bile farkında değildir. Hayri İrdal, Selma Hanım’la ikinci evliliğini yapar. Selma Hanım onu arkadaşlarıyla aldatır. Doğan çocuk Halit Ayarcı’nın tıpkısıdır. Ama saf kalpli olan Hayri İrdal bunu Halit Ayarcı’yı karı koca çok sevmelerine bağlamıştır. Enstitüde işler kötüye gitmeye başlar. Amerika’dan getirilen uzmanlar yaptıkları inceleme sonucunda bu kurumun gereksiz olduğu raporunu verirler. Hükûmet, Enstitünün kapatılması için bir tasfiye kurulunun oluşturulmasına karar verir. Halit Ayarcı uyanıklığıyla bu kurulda Enstitüde çalışanların görevlendirilmesini sağlar. Böylece Enstitü kapatılmaktan kurtulur. Bir trafik kazasında Halit Ayarcı ölür. Hayri bu olaya çok üzülür. Onun anısını yaşatmak için bu kitabı yazar.
1950-1980
Arası Toplumcu Gerçekçi Roman (Kitaptan)
Toplumcu gerçekçi sanatçıların ortak özelliği
toplumdaki sınıfsal
eşitsizliği dile
getirmeleridir. 1950-1980 arasındaki toplumcu gerçekçi yazarlar arasında Kemal Tahir, Yaşar Kemal, Samim
Kocagöz ve Fakir
Baykurt’u saymak mümkündür.
Fakir Baykurt eserlerinde topluma ve insana dair tüm yaşanmışlıkları
yansıtır. Toplumsal gerçekçilik çizgisinin önemli bir kanadını oluşturur.
Onun eserlerinde okuyucuya üretme imkânı tanıyan üslubunda dikkati çeken en önemli öge, yerel sözcüklere çeşitli
ekler ekleyerek farklı bir kelime oluşturma anlayışıdır. Bu anlamda Fakir Baykurt
büyük bir söz ustasıdır, eserlerinde her
bireyin ait olduğu sınıfa ve mevkiye göre bir dili ve konuşması vardır.
Fakir Baykurt’un yalın ve saydam bir üslup yaratarak “az sözle çok şey anlatmayı” tercih
etmesi okurun hayal gücüne duyduğu inançtan kaynaklanır. Fakir Baykurt, tüm
gerçekliği yapıtın toplumsal içeriğine ait göndergeleri kullanarak dilin olanaklarını ve sınırlarını
zorlayarak kurgular. Yerele ait sözcüklerin cümle hâlinde düşünceye
dönüşümü ve anlam yönünden bütün sınırlanmışlıkları aşması yazarın usta bir
kalem olduğunu gösterir. Fakir
Baykurt, on dört romanını toplumu bilinçlendirme ve yönlendirme amacı ile
yazarak kendini bir sonraki nesle taşımayı başarabilen nadir yazarlardandır.
Fakir Baykurt’un romanları Türk edebiyatının toplumsal gerçekçilik ve Anadolu gerçekçiliğini yansıtması açısından
ise ciddi bir önem teşkil eder.
Fakir Baykurt,
romanlarında Türkiye’deki
köylü yaşamını halkçı ve devrimci bir bakış açısıyla ele alır.
Köylünün bilinçaltındaki isteklerini, tepkilerini ve çelişkilerini yansıtır. Bu
yönüyle 1950 –
1970 döneminde etkili olan “köy
edebiyatı hareketi”nin önde gelen temsilcisi olur.
Yazar, köy enstitüsü mezunu yazarlardan biri olup bu özelliğini romanlarına çok
güçlü bir şekilde yansıtır.
“Yılanların Öcü”, Anadolu’daki
köy yaşamında yüzyıllardır egemenliğini sürdürmüş olan ağa-köylü çatışmasını
dile getirir. Yazar
romanlarında gerçekçilik unsurunu göstermek için bilgi verici konuşmalara yer
verir. Bu bilgiler genellikle köy dışından gelen kaymakam, müfettiş, öğretmen gibi kişilerin ağzından aktarılır. “Yılanların
Öcü” ve onun devamı olan “Irazca’nın Dirliği” adlı
romandaki Irazca’nın yerel ve bireysel olan mücadelesini yansıtan bildiri
şeklindeki konuşmalar bunun bir örneğidir. “Onuncu Köy” isimli romanda bu tarz konuşan ya da konuşturulan da köy öğretmenidir.
YILANLARIN ÖCÜ – FAKİR BAYKURT - ÖZET (Kitaptan)
Olaylar Burdur’un Yeşilova
ilçesine bağlı 80 haneli Karataş köyünde geçer.
Roman, zenginleri
temsil eden yılanlar ile
yoksulların savaşını anlatır. Bayram’ın, karısı
Haçça, annesi
Irazca ve
çocukları ile sıradan bir yaşamı vardır. Anlatıldığına göre Bayram’ın babası
yıllar öncesinde yılanların
şahı Şahmaran’ı öldürmüştür.
Bunun üzerine diğer yılanlar yıllarca kendilerine düşman olmuştur. Bayram’ın
oğlu Ahmet de
tarlada yılan öldürür. Irazca ise
yılan öldürmeyi âdet hâline getiren torunu ile övünür. Bir taraftan da
yılanların kendilerine duydukları kinin geçmeyeceğini düşünür. Köy Kurulunun
aldığı kararla köyün ortasından küçük bir bölüm, Kurulun ikinci üyesi Haceli’ye
satılır. Bunda Kaymakamlıktan gelen emir doğrultusunda şehirde yapılacak
heykele yardım kampanyasının rolü büyüktür. Yapılacak heykel için
köylerden de para toplayan hükûmet, Karataş köyüne de bu arzusunu iletir.
Muhtar, hükûmete rezil olmamak kaygısıyla paranın yarısını bu satılan yerden,
diğer yarısını da köylüden karşılamayı düşünür. Köylüden toplanan para “salma”
olarak
adlandırılır. Herkes kendi gelirine göre belli bir miktar para yardımı yapar.
Bayram’ın maddi durumunun iyi olduğunu düşünen muhtar, onun birinci boydan
salma vermesini ister. O, buna ses çıkarmaz ama Haceli’nin aldığı toprak
parçasına tepki gösterir. Çünkü satılan yer kendi evinin önüdür ve Haceli’nin
evinin atıklarının kendi evinin önünde toplanacağını düşünür.
Haceli vakit
kaybetmeden temel kazmaya başlar. Toprağı kazdığı ilk gün Irazca
dışarı çıkar ve Haceli ile tartışır. Irazca’nın tepkisini gören Haceli bunun
kolay olmayacağının farkına varır. Irazca’nın tüm engellemelerine karşın temel
iyice kazılır. Temelin kazıldığı akşam Irazca, Haçça ve Ahmet temeli taşla
doldururlar. Ertesi gün temelin doldurulduğunu gördüğünde küfürler etmeye
başlayan Haceli’ye, Irazca buraya ev yaptırmayacağını söyler. Bayram
ise anası
Irazca’dan
aldığı direktifler doğrultusunda sessiz kalır ve etrafına ev işiyle annesinin
ilgilendiğini dile getirir. Haceli, ev işinde muhtarın desteğini arkasına
almıştır. Muhtar, Haceli’ye yaptığı her işin arkasında kendisinin olduğunu
söyler.
Karataş köyünü Kaymakam’ın ziyaret edeceği haberi muhtarı telaşlandırır. Muhtar, Kaymakam için günlerce hazırlık yaptırır. Kaymakam için kuzu bile ayarlar. Kuzuyu, Haceli’ye verdiği talimatla Bayram’ın hayvanlarının arasından çaldırmıştır.
Kaymakam’ın gelmesine
yakın, Haceli’nin
ev için hazırlattığı kerpiçleri parçalar. Haceli haberi alır almaz Bayram’ın
evine koşar ve kapıda çamaşır yıkayan Haçça ve Irazca’ya taş fırlatmaya başlar.
Hamile olan Haçça’nın beline büyük bir taş isabet eder. Haçça o an yere yığılır.
Haceli,
Irazca ile kavgaya tutuştuğu an Bayram’ın gelmesiyle kaçmaya başlar.
Bayram onu yakalar ve büyük bir odun ile öldüresiye döver. Köylülerin araya
girmesiyle ortalık yatışır ancak Haçça taş darbesi nedeniyle yataklara düşmüştür. Çocuğunu
düşürür.
Bütün olaylar üst üste gelir bundan sonra. Bayram’ı eve çağıran muhtar ona
tuzak kurar. Bayram, karanlık bir odada yüzlerini görmediği iki adam tarafından
elleri bağlanarak dövülür. Evde iki hasta vardır artık. Kaymakam’ın geldiği gün
köye girmeden onun yolunu kesen Irazca ona bütün gerçekleri anlatır.
Kaymakam Irazca’ya “ana” der ve onu kendine çok yakın hisseder. Köye girdiğinde Irazca’nın anlattıklarından dolayı muhtarı azarlayan kaymakam, köyde toprak satımını yasaklar ve bütün satışları da iptal eder. Kendisine ikram edilen kuzudan da yemez ve köyden ayrılır. Muhtar bu olaya çok bozulmuştur. Hükûmetin köylü tarafını tutmaması gerektiğini, köylünün başını ezerse işini yapmış olacağını söyler.
Haçça’nın
durumu gittikçe ağırlaşmaktadır. Kaymakamın tavrından dolayı saf değiştiren
muhtar olayların daha da büyümesinden korktuğu için köye Sıhhiyeci
Şakir Efendi’yi
getirir. Şakir
Efendi,
Haçça’yı günler süren çabalarıyla ayağa kaldırır. Haçça’ya günaşırı iğne vurur
ve bütün masraflar da Haceli üstüne yıkılır. Muhtar ne kadar barışma yolu arasa
da Irazca’nın içindeki kin bir türlü geçmez. Oğlu Bayram’a hepsini mahkemeye
vermesini söyler. Haceli ise muhtarın emriyle evden vazgeçer ve temeli kapatır.
Muhtar iyice köşeye
sıkıştığını anlayınca evine Bayram’ı
çağırır. Bayram’la pazarlığa tutuşur. Mahkemeye vermezse bütün zararlarının
karşılanacağını söyler. Muhtara çaldıkları kuzunun ve evinde yediği dayağın
hesabını soran Bayram, düşen çocuğunun da bir daha geri gelmeyeceğini söyler.
Çok uğraşmalarına rağmen yine de mahkeme kararından vazgeçiremezler. Bunun
üzerine Muhtar, “Ne yaparsan yap!” diyerek çıkışır Bayram’a. Bayram eve gelen
Sıhhiyeci Şakir’in söyledikleriyle yumuşamıştır biraz. Şakir, Bayram’a hiçbir
şey elde edemeyeceğini, mahkeme için çok para harcayacağını söyleyerek, muhtarı
köşeye sıkıştırmışken, bütün zararlarını karşılatırsa daha kârlı çıkacağını
söyler.
Irazca’nın
komşusunu yılan sokmuştur. Tüm köylü eve toplanır. Sıhhiyeci
Şakir ilk
yardımı yapar.Irazca
ise “Yılanlar
yılanken öcünü alıyor, vazgeçmeyin davanızdan; siz de alın, hesap sorun
muhtardan!”
diyerek bağırır.
Fakir
Baykurt (1929-1999) (Kitaptan)
Burdur’da doğdu. Az toprağı olan köylü bir ailenin çocuğu. 1948’de Gönen Köy Enstitüsünü bitirdi, 5 yıl
köy öğretmenliği yaptı. 1955’te Ankara Gazi Eğitim Enstitüsünden mezun oldu.
Sivas, Hafik ve Şavşat’ta öğretmenlik, ilköğretim müfettişliği yaptı. İlk
romanı “Yılanların
Öcü”nün yayımlanmasından sonra Bakanlık emrine alındı.
Başlıca eserleri: Yılanların
Öcü, Irazca’nın Dirliği, Onuncu Köy,
Amerikan Sargısı, Tırpan, Köygöçüren, Keklik, Kara Ahmet Destanı, Yayla, Yüksek
Fırınlar, Koca Ren, Yarım Ekmek, Kaplumbağalar
(roman); Çilli, Efendilik Savaşı, Karın Ağrısı, Anadolu Garajı, On Binlerce
Kağnı, Can Parası, İçerdeki Oğul, Sınırdaki Ölü, Gece Vardiyası, Barış Çöreği,
Duirsbug Treni, Bizim İnce Kızlar, Dikenli Tel (hikâye);
Efkar Tepesi, Şamaroğlanları, Kerem ile Aslı (toplum ve eğitim yazıları); Topal
Arkadaş, Yandım Ali, Sakarca, Sarı Köpek, Dünya Güzeli, Saka Kuşları (çocuk kitapları); Bir
Uzun Yol, Dostluğa Akan Şiirler (şiir).
1950-1980 Arası Cumhuriyet Dönemi Romanı
MODERNİZM NEDİR?
Modernizm; yerleşik olanı, geleneksel
olanı, kanıksanmış olanı yeni ortaya çıkana uyarlama eğilimi ve düşünce
tarzıdır. Modern, modernizm veya modernlik eskiye göre «yeni» olmaktır. Modernizm,19.yüzyıl
sanat ve geleneklerine özellikle de realizm
akımına tepki olarak
gelişmiştir. Realizmde dış gerçeğin olduğu gibi kavranabileceği ortaya konur,
ancak modernizmde
dış gerçeğin olduğu gibi kavranamayacağı savunulmuştur.
Modernizm rasyoneldir ve pozitivisttir. Modernizmi etkileyen
kişiler arasında Darwin, Marx, Freud, Hegel,
Jung vardır.
Özünde insan aklına güvenmek ve
insan haklarına saygı yatmaktadır.
Din, tarih, ahlak, hukuk,
felsefe vb.
kavramların sebep sonuç ilişkisi ekseninde sert eleştirisi mevcuttur,
Geleneksel düşünce yapısı ile çatışır; bilimsel bakış açısı ve rasyonel düşünce hakimdir,
İnsanlığın akıl ve bilim temelinde gelişebileceğini ifade eder.
Hayat amaçlarının objektif bakış açısıyla belirlenmesi ve bu şekilde yaşanması gerektiği ifade edilir,
Kentlilik, sosyal yaşamın rasyonelleşmesi,
bireyselleşme, demokrasi, laiklik, uzmanlaşma, teknoloji gibi kavramlar hakimdir.
Sanatın kurmaca yapısına ilk dikkatleri çeken akım modernizmdir. Modernizm daha sonra yerini postmodernizme bırakmıştır.
Modernist Roman ve Özellikleri
1. Gelenekseli reddeder, yeniyi oluşturma anlayışını benimserler. Bununla birlikte
geleneksel olanı yeni olana uydurma eğilimi vardır.
2. Kurallara ve toplum düzenine isyan vardır.
3. Yaşamın zor, çok boyutlu,
kavranması zor gerçeklerden oluştuğu, anlaşılmaz ve karmaşık oluşu savunulur.
4. İnsan, karmaşık bir varlık olarak sunulur.
5. Modernizm, gerçeğin dış dünyada değil
insanın iç dünyasında olduğuna inanır. Bu nedenle psikolojik olana, bireyin ruhuna,
bilinçaltına yönelir.
6. Bireysellik ve bireyin kozmik yalnızlığı anlatılır.
7. Anlatıcı "ben"i ön plana çıkarır. Psikolojik özellikler ön plandadır.
8. Bireysel ve toplumsal huzursuzluk geniş biçimde işlenir.
Bireyin toplumla olan çatışması en çok işlenen konular arasındadır.
9. Eserlerdeki kişiler
genelde huzursuz, yalnız, iç dünyasına kapalı,yaşamla mücadele eden, geleneğe karşı çıkan
tiplerdir.
10. Modernizme göre
varlıklar, nesneler, durumlar aslında göründükleri gibi değildirler.
11. Yapı unsurlarının önemi yoktur. Geleneksel roman
yapısı önemini yitirmiştir.
12. Olay örgüsü, insana özgü
gerçekliği ve estetik kaygıyı yansıtmalıdır.
13. Eserlerde
kahramanlar yaşanan olaylara alaycı bir tutumla yaklaşırlar.
14. Yapıtlarda
sanatsal boyuta, tekniğe, dilin kullanımına ve biçimine önem verilir.
15. Alegorik anlatımdan ve sözcüklerin
çağrışım gücünden yararlanan şiirsel bir dil kullanılmıştır.
16. Simgelere,
mitolojiye ve mistisizme (gizemcilik) yönelmişlerdir.
17. Genellikle küçük
burjuva aydınlarının
bunalımlı hayatı ele alınır.
18. Çoğunlukla iç çözümleme, iç
konuşma, iç monolog,bilinç akışı, geriye dönüş teknikleri
kullanılır.
19. Diyaloglara ve «hikaye etme»ye pek yer verilmez.
20. Topluma ait değerleri yansıtma amacı yoktur.
• Modernist Romanda Anlatım Teknikleri
• Geriye dönüş: “Huzur” romanı modernizmin etkilerini taşımaktadır. Modernizm akımının metnin yapısını şekillendiren belli başlı özellikleri vardır. Roman sanatında geçerli olan zaman “şimdi”dir. Her şey bu şimdinin içinde kurgulanır ancak yazar gerçek olan şimdiden zaman zaman geçmişe uzanır. Böylece geçmişte elde ettiği bilgiyi ve yaşanmışlıkları değerlendirme imkânına kavuşur. Bir anlatım tekniği olarak buna geriye dönüş denir.
• Geriye dönüş tekniğinin dışında modernizmin etkilerini yansıtan metinlerde, bireyin duygu ve düşüncelerinin düzensiz bir iç konuşma hâlinde verildiği, zihninden geçirdiklerini, çağrışımları,sınır koymadan, doğrudan peş peşe anlatma tekniği olan bilinç akışı ve anlatıcının araya girerek kahramanın duygu ve düşüncelerini, iç dünyasını, aklından geçenleri okura aktardığı iç çözümleme tekniklerine de sık sık başvurulur.
1980 Sonrası Türk Romanı (Kitaptan)
1980’li yıllar Türkiye gündeminde önemli değişikliklerin
yaşandığı bir dönemdir. 12 Eylül 1980 darbesi nedeniyle
siyasi, sosyal, askerî, edebî ve
kültürel birçok alanda değişiklik yaşanmıştır. Köyü, köylüyü ve toplumsal sorunları anlatan romanlar yerine daha çok bireyi konu alan eserler ön plana çıkmıştır. Haksızlık, adaletsizlik, zorbalık gibi
temalar bu dönemde yerini yeni temalara bırakmaya başlamıştır.
Postmodern Roman (Kitaptan)
Postmodern romanlarda özellikle gerçek ve kurgu arasındaki çizgi
belirsizleşir. Romancı okuyucusunu
metnin içine davet eder. Bu yönüyle bu tarz romanlarda “oyun” kavramı önemli bir yer tutar. Yazma eylemi, yaşam, okuma eylemi
sanallaştırılır ve oyunlaştırılır. Postmodern romanlarda modernizmin objektif tutumu
yerine tarihe, dine ve
ideolojiye geri dönüş görülür. Yazarlar taraflarını
belli etmekten kaçınmazlar. Fakat bu taraftarlık fanatiklik değildir. Oyunun bir parçası olarak kabul edilir.
Romanlarda tarih bir
değerler manzumesi olarak değil nostaljik
ve egzotik bir özlem tablosunu tamamlamak üzere kullanılır.
Postmodern
romancılar; televizyon, yazılı ve sosyal medya gibi tüm olanaklardan
faydalanırlar. Romanlarında
gizem ve farklılık yaratmak için dil oyunlarına sıklıkla başvururlar.
Postmodern romanın temel özellikleri arasında; üst kurmaca, metinlerarasılık ve
çoğulcu bakış açısı (çoklu anlatıcı) sayılabilir.
Türk edebiyatında postmodern romanlar arasında
Oğuz Atay’ın
“Tutunamayanlar”, Orhan Pamuk’un “Kar”, Bilge Karasu’nun “Gece”,
Yusuf Atılgan’ın “Anayurt Oteli” ve Ihsan Oktay Anar’ın “Puslu Kıtalar Atlası”
gibi eserler gösterilebilir.
Üstkurmaca (Kitaptan)
Postmodern
romanlarda tarihe
yönelme, kurguda entrika
ve gizemi öne çıkarma gibi unsurlara yer verilir. Üst kurmaca,
çok genel anlamıyla, romandaki
evrenin kurmaca olduğunun, metinsel bir gerçeklik olduğunun
açıkça vurgulanmasıdır. Üst kurmaca düzeneği üç şekilde olur:
1. Metnin kuruluşunu, yazılış sürecini
olgu içine konumlandırma, ayrıca diğer kurmaca metinleri kısmi olarak
yerleştirme
2. Nesnel gerçeklik ile kurmaca
ilişkisini/çelişkisini belirginleştirme
3. Modern romanda kimliği örtükleştirilen anlatıcıyı,
etkin bir figür olarak belirginleştirme
Anlatıcı (Kitaptan)
Postmodern romanda anlatıcının okunan metne
açıkça roman demesi, gerçek olmayan, kurmaca bir eser olduğunu vurgulamak
içindir. Bu anlayış, postmodernizmin önemli özelliklerindendir. Modernizm sahte bir şekilde gerçeği anlattığını iddia etmesine karşılık; postmodernizm, samimiyetle, okuyucusuna kurmaca bir
metin okuduğunu hatırlatır. Anlatıcının da bir kahraman gibi
kendisinden “ben” diye söz etmesidir ki bunun da kökleri romantizmde
bulunabilir. Postmodern
romanda (anlatıda) anlatıcı, bir karakter gibidir.
Anlatıcının okurla ilişkisi, romantik edebiyat döneminde yazarın anlatıcı
kılığına
girerek “ey okurlar” diyerek okurlara seslenmesinden çok daha
farklı bir ilişkidir. Anlatıcı sadece olayları anlatmakla görevli değildir. Postmodern romanların ögelerinden biri
olan anlatıcının, kendisini dikkatlice
takip eden okurla dalga geçme,
anlattığı metne okurun hak ettiği dikkat değerini verip vermediğinin izini
sürme ve okuyucuyu okuduklarıyla aktif olmaya çağırma gibi uygulamaları da vardır.
Metinler arasılık (Kitaptan)
Metinler arasılığın çıkış noktası, bir yazarın bir eser verene kadar zaten
daha önceki metinleri tanıdığı, ister istemez bunların etkisinin olacağı
düşüncesidir. Postmodern bir yazar, eserinde bu etkiyi normal görür ve geçmiş metinlere hatta kendi eserlerine
göndermede bulunur. Postmodernizme
göre özgünlük artık mümkün değildir ve söylenecek söz kalmamıştır;
iş, artık daha önce söylenmiş sözlere ilaveler yaparak yeni bir ürün ortaya
çıkarmaktır. Metinler arası ilişkiler aslında özellikle eski edebiyatımızda sıklıkla kullanılmıştır. Nazire,
tahmis, terbi ve iktibas gibi eski şiirimizdeki kimi
uygulamalar metinler arası ilişkilere benzetilebilir. “Postmodern romanın alıntı ve göndermelerinin temel amacı, oyunu çok
boyutlu ve ilginç kılmak içindir. Parodi, pastiş teknikleri metinler arasılık başlığının altında kullanılan
tekniklerdir.
Orhan Pamuk; Doğu-Batı, kimlik, İstanbul, gelenek-modernlik,
darbeler gibi siyasi, kültürel temaların yanı sıra yalnızlık, yabancılaşma,
baba-oğul ilişkisi vb. bireysel temaları, romanlarında değişik biçimlerde işler.
Yazarın bu bağlamda özellikle postmodern romanlarında üzerinde durduğu ana izleklerden
biri de hiç kuşkusuz bir yazarın doğuşunu, gelişimini, yazar olana dek yaşadığı
sıkıntıları, içinden geçtiği psikolojik süreçleri hikâye etmeye dayanan “yazıya ulaşmak/yazar olmak” temasıdır.Orhan Pamuk’un tüm romanları yazıyla,
edebiyatla uğraşan roman kişileriyle doludur. Örneğin
“Cevdet Bey ve Oğulları”nda Refik, önce köy kalkınma
projeleri, ardından köklü bir kültür devrimi gerçekleştirmek için makaleler,
raporlar yazar. Yine Refik’in mühendis arkadaşı Muhittin, çirkinliğini ve yalnızlığını
şiir yazarak ödünlemeye çalışır. “Sessiz
Ev”de de yazıyı hayatının
merkezine yerleştirmiş roman kişileri vardır. Meşrutiyet aydını Selahattin Darvinoğlu, tüm
hayatını bir türlü tamamlayamadığı ansiklopedisini yazarak tüketir. Oğlu Doğan ile torunu Faruk’un
durumu da ondan farklı değildir. “Beyaz Kale”de
de Hoca ile
Venedikli Köle bir
taraftan Doğu ve Batı’ya dair birikimlerini birbirleriyle paylaşmak için ayrı
ayrı, öte taraftan padişahı etkilemek için birlikte risaleler, kitaplar,
raporlar hazırlar. “Benim
Adım Kırmızı”da
ise Enişte Efendi,
Kara’dan, padişah için gizlice hazırladığı kitaptaki minyatürlerin her biri
için hikâyeler yazmasını ister. “Kar”da
ise romanın başkişisi olan Ka,
şairdir ve Kars’ta geçirdiği üç gün
boyunca on dokuz tane şiir kaleme alır. Yine Muhtar ve Lacivert şiirle
uğraşırken Necip, Türkiye’nin ilk Islami bilim kurgu
romanını bitirmeye çalışır. “Masumiyet Müzesi”nin başkişisi Kemal ise Füsun’a duyduğu aşkı ölümsüzleştirmek için ondan kalan eşyaların hikâyesini romancı Orhan’a yazdırır.
“Kara Kitap” adlı
roman Türk edebiyatı için
devrim niteliğindedir.
Yazarın şu an sıkı sıkıya bağlı olduğu postmodern anlayış bu kitapta kendini açıkça
sergiler. Görünüşte birbiriyle ilgisiz
olan hikâyelerden ve anlatılardan oluşan bu eserde, kimlik sorunsalı ön plandadır. Bireysel ve toplumsal kimliklerin
sorgulandığı bu romanda arayış teması dikkat çeker. Yalın konusuna
rağmen sebep-sonuç ilişkilerini çözmek
kolay değildir. Tarih parçacıkları, zaman parçacıkları, değişikliklerle
örülü kapalı bir dünya yazarın sevdiği gizem
serüvenini ortaya çıkarır.
(Üst kurmaca, romanın nasıl oluştuğunun hikâyesidir. Bu hikâyeyle yazar, romanın anlatıcısına da bir anlatıcıdan bahsettirir ve böylece okurla arasındaki mesafeyi bir kat daha artırmış olur. Yani romanda asıl entrik kurgunun dışında bir hikâyecik daha olur ve bu hikâyecik bize elimizde tuttuğumuz romanda anlatılanların nasıl öğrenildiğine dair ipuçları verir.)
ETKİNLİK: (“Kara Kitap”ta Galip’in yer altına inişi ve minareye çıkışı, Dante’nin “İlahi Komedya”sındaki Cehennem ve Cennet gezilerinin bir taklidi, parodisi; “Kara Kitap”ın biçimsel olarak özellikle Binbir Gece Masalları’nın yapısına benzemesi pastiş olarak değerlendirilebilir. *Tahsin Yaprak, Postmodernizmin Orhan Pamuk Romanlarındaki Yansımaları)
NOT: Kara Kitap’taki tasavvufi göndermelerin, anıştırmaların metinler arası düzlemde karşılıkları, söz gelimi Celal’in Mevlana Celaleddin ile Galip’in Şeyh Galip’le ilişkilendirilmesi ve bu bağlamda Şeyh Galip’in ölümsüz eseri Hüsn ü Aşk ile kurulan bağlantılar ise son derecede önemlidir ve bugüne kadar farklı çalışmalarda ele alınmıştır da.
KARA KİTAP – ORHAN PAMUK- ÖZET
Kara Kitap’ın başkahramanı Galip, İstanbul’da
yaşayan bir avukattır. Rüya isimli
kadınla evli olan Galip, bir gün eşinin bir not yazarak kendisini terk ettiğini
öğrenir. Bunun üzerine büyük bir endişeyle şehri dolaşıp nerede olabileceğini
araştıran Galip, bazı ipuçlarına ulaşır. Şüpheleri kardeşi
Celal’in üzerinde yoğunlaşır. Yaptığı araştırmalar sonucu Rüya’nın, köşe
yazarı olan kardeşi Celal’le olduğunu anlar. Galip,
kardeşi Celal gibi düşünüp onun ruh hâline bürünerek nerede olduklarını bulmaya
çalışır. Sonunda Celal’in gizli evini bulmayı
başarır ve oraya yerleşir. Artık Celal kendisi
olmuştur. Galip, Celal’in kıyafetlerini giyer, onun gibi hareket eder,
gazetedeki yazılarını Celal yerine o yazmaya başlar. Çocukluğundan beri hayranı
olduğu Celal gibi olma fırsatını sonuna kadar değerlendirir. Zaten Rüya’nın
peşini de bırakmıştır. Bundan sonra Celal ne yapacaksa, nasıl davranacaksa
Galip onu yapacak, öyle davranacaktır. Hatta Gazeteci
Celal olarak BBC muhabirlerine demeç verir.
Gazete okuyucularının telefonlarına çıkıp onlarla söyleşecek, kısaca
küçüklükten beri Celal olarak ne yapmak istiyorsa bir bir gerçekleştirecektir.
Gününün birinde Celal ile Rüya yolda yürürlerken yanlarına biri yaklaşır.
Celal’e bağırarak eski bir hayranı olduğunu ama Celal’in, karısını baştan
çıkardığını söyler ve silahını ateşler. Celal de
Rüya da ölür. Galip bundan sonra avukatlık
mesleğine geri döner ama Celal’in yerine köşe yazısı yazmaktan da
vazgeçmez.
Orhan Pamuk (1952-)
İstanbul’da doğdu. Yazarlığa 1974 yılında başladı. 1979 yılında
ilk romanı olan Karanlık
ve Işık ile katıldığı Milliyet
Roman Yarışması’nda birincilik ödülünü
Mehmet Eroğlu ile paylaştı. Bu romanı ancak 1982 yılında Cevdet Bey ve
Oğulları adıyla yayımlandı. 1983 yılında bu kitapla Orhan Kemal Roman Ödülü’ne
layık görüldü. Pamuk’un daha sonra yazdığı kitaplar da çok sayıda ödül kazandı.
Ikinci romanı olan Sessiz
Ev 1984 yılında Madaralı
Roman Ödülü’nü kazandı. 2002
yılında yayımlanan Kar
romanı, Amerika’da 2004 yılında “yılın en iyi 10 kitabından biri”
olarak gösterildi. 12 Ekim 2006
tarihinde Nobel Edebiyat Ödülü’nü
kazanarak Nobel Ödülü kazanan ilk
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak tarihe geçti.
Başlıca eserleri: Cevdet
Bey ve Oğulları, Sessiz Ev, Beyaz Kale, Gizli Yüz, Yeni Hayat, Benim Adım
Kırmızı, Masumiyet Müzesi, Kırmızı Saçlı Kadın, Kafamda Bir Tuhaflık (roman);
İstanbul: Hatıralar ve Şehir, Resimli İstanbul - Hatıralar ve Şehir, Babamın
Bavulu (anı); Gizli Yüz (senaryo)
• Postmodern Roman
• Sosyolojik bağlamda postmodernizm, modernitenin eleştirisi amacıyla yirminci yüzyılın ikinci yarısında bir söylem alanı niteliğinde oluştu. Postmodernizm öncelikle modernizmin akılcı temelini ve bu temel üzerine kurulmuş toplumsal kültürü eleştirme etkinliğidir. Postmodernist sanat ise modernist sanatın özgünlük, seçkincilik gibi temel değerlerini reddeder.
• Postmodernizm, II. Dünya Savaşı’ndan sonra gelişir. Modernizmin tersine teknolojik e bilimsel kültüre karamsar açıdan değil, yarı alaycı, yarı olumlu yaklaşır. Postmodernizm, modernizmin sorgulanması gerektiğini ortaya koyar.
• Türk edebiyatında modernizm ile postmodernizm aynı zamanda görülmüştür.
• Postmodernizmin Özellikleri
1. Eserlerde belli bir bütünlük olmaz.
• 2.Bölümler arası bağlantılarda kopukluklar olur.
• 3.Olaylar mantık silsilesi içinde gelişmez.
• 4.Kahramanı olmayan roman ve hikayeler yazılır.
• 5.Birbiriyle ilişkisi olmayan kahramanlar bir arada verilir.
• 6.Çoğulculuk vardır, yani tek bir dünya içinde çeşitlilik söz konusudur.
• 7.Karşıtlıklardan çokça yararlanılır.
• 8.Parodiye başvururlar. Parodi, başkasına ait ciddi bir sanat yapıtını eleştirmek ve onunla alay etmek amacıyla yeniden kurgulamak ve gülünçleştirmektir.
• 9.Masalsı anlatımdan çokça yararlanırlar.
• 10.Polisiye ögelerden yararlanır.
• 11. Yazar, okuyucuya eserin ne iç ne de dış gerçeği yansıtabileceğini yani kurmaca olduğunu ifade etmek ister. Romanın varoluş süreci bazı dil oyunlarıyla ortaya konur, buna "üstkurmaca" denir.
• 12. Metinler arasılık: Bir yazarın diğer metinlerden yararlanması ya da farklı türleri bir arada kullanmasıdır. Metinlerarası ilişki yapılırken çeşitli teknikler kullanılır: Başka metinlerden alıntı yapılarak "kolaj" ya da "montaj", diğer metinlerden alınan parçaların birbirine eklenerek, hiçbir yorum yapmadan yeni bir kurgu içinde sunularak "pastiş", kişiye uygun gelen şekilde seçmeye başvurarak "eklektisizm" kullanılmış olur.
• 13)İmgesel anlatım benimsenir.
• 14)Gerçeğin tek ve tartışılmaz açıklamasının olamayacağını savunurlar. Onlara göre "yorumdan kopuk gerçek olmaz.»
• 15)Geleneksel sanata ve sanat anlayışlarına karşıdırlar.
• 16)Gerçek olanla kurmaca olan bir arada verilir.
• 17)İroniye yer verilir, postmodern yazar modern dünyayı belli ölçüde kabul eder, ancak onunla alay eden bir tavır sergiler.
• 18) Geleneksel dil ve anlatım tarzını kullanmazlar. Dili günlük kullanımının dışında kullanırlar.
• Postmodernizmin edebiyattaki yansımaları özellikle roman türünde yoğunlaşmıştır.
Postmodernist romanda görülen ana unsurları şöyle sıralamak mümkündür:
• Üstkurmaca (Yazma eylemi ile ilgili
açıklama)
•
Metinlerarasılık (Diğer
metinlerden yararlanma)
• a.Pastiş (Üslup)
b) parodi (Konu)
• Fantastik öge
(Düşler)
• Tarihe yönelme
• Üstkurmaca: Metinde anlatılanların gerçek değil, kurmaca gerçeklik olduğunu metnin anlatımı esnasında okuyucuya açıklamak, sezdirmektir. Bu anlamda üstkurmaca roman kurgusu içinde yazma eylemi üzerine açıklamalara yer verme sürecidir. Bu da yazarın metni nasıl yazdığı ile ilgili olarak okura metin içinde bilgiler vermesi anlamına gelir. yazarın eseri nasıl yazdığını okura hissettirmesidir.
Aşağıda Orhan Pamuk’un “Kar” adlı romanında başvurduğu bir üstkurmaca örneği verilmiştir:
“Uyumasından yararlanıp onun
hakkında sessizce biraz bilgi verelim. (...) Özel hayatlarında hareketsiz ve başarısız olan
Çehov kahramanları gibi kederliydi hep. (...) Kendisine adının ilk harfleriyle Ka denmesini tercih ettiğini, bu kitapta da öyle
yapacağımı hemen söyleyeyim...”
• Metinlerarasılık: Üstkurmacanın bir alt kategorisi olarak değerlendirilir. Metinlerarasılık, pastiş ve parodi olarak iki biçimde gerçekleştirilir.
Pastiş (Öykünme): Pastiş, postmodernist romanda biyografi, otobiyografi, bilimsel metin;
destan, masal, halk hikâyesi gibi türlere özgü üslup ögelerini, söyleyiş
tarzlarını metnin temel üslubu edinmek şeklinde kullanılır. Yani pastiş, postmodern
romanda üslubun taklit edilmesidir.
• Roman içerisinde şiir, mektup, destan, masal gibi metin türlerinin söyleyiş ve biçim özelliklerini kullanarak benzerini yazma çalışmasıdır.
• Pastiş yapmanın iki amacı vardır. İlki, eseri taklit edilen sanatçının kusurlarına vurguda bulunarak eleştirilmesi, alay edilmesidir. İkincisi, taklit edilen esere/sanatkara göndermede bulunarak ve onun başarısının gölgesine sığınarak bir gerçeği ifade etme arzusudur. Bu tür pastişler, daha sevimli ve mizahidir.
Kolaj: Yazarın farklı türlere ait metinleri aynen eserinde kullanmasıdır. Yani alınan metin eklenen metinle anlam ve üslup bakımından örtüşmez.
Pastiş örnek:
Aşağıda Latife Tekin’in “Berci Kristin Çöp Masalları” adlı romanından pastiş anlatım tekniğinin kullanıldığı bir bölüm verilmiştir:
“Onlar uçmasın diye çalılarını tutarken şehirdeki tüm kuşlar toplanıp naylon tahta evler mahallesine geldiler. Konduların üstünde eğri eğri uçarak, kuş olmaya, kanat takmaya heves eden çatılara güldüler.
Cik cik çatıcık uçsana
Beşikten kanat taksana
Bize bebek atsana
Cik cik bebecik cik cik”
Fantastik Öge: Fantastik gerçekte var olmayan hayalî anlamına gelir. Gerçekliğin zaman,mekân ve karakter anlayışını bildik dünyamızın ötesinde alternatif bir dünyaya taşımaya fantastik öge/anlatım adı verilir. Fantastik, düşlerden beslenir.
Montaj: Yazarın başkasına ait bir söz, cümle, beyit, paragraf vb. söz değerlerini aynen alıp eserinde kullanmasıdır.
• Parodi: Parodi, bir metni yeni bir metin oluşturmak için hareket noktası olarak kullanmaktır. Bu yapılırken bazen yazar örnek aldığı metnin içeriğini ana konu bağlamında düzenleyerek kendi eserine uyarlayabilir. Bu durumda yazar özgün bir metin oluşturmakla birlikte örneklendirdiği metnin ana konu şablonunu uygulamış olur. Parodinin kısmi olarak kullanışında ise örneklenen metne ait bir parça, cümle, başlık yeni metne aktarılabilir.
Tarihe Yönelme: Postmodernist anlayışla yazılan romanlarda metnin
yapısını etkileyen özelliklerden biri de tarihe yönelmedir. Ancak postmodernist
metinlerde bu durum, günlük hayatın içindeki olağan insanların sıradan
yaşayışlarına yönelme biçiminde karşımıza çıkar.
• İroni: Öyküleyici metinlerde bir anlatım tekniği olarak kullanılan ironi; karşıtlıkların, yergilerin, olumsuzlukların daha etkili biçimde aktarılmasını sağlamak amacıyla asıl niyetin gizlenerek bütün bunların doğal bir durummuş gibi ima biçiminde sunulmasıdır.
İronik anlatımda
asıl amaç eleştiridir ancak
bu eleştiri var olan duruma, olguya tarafsızca yaklaşılıyormuş gibi
gerçekleştirilir. Toplumsal yapı, tarihsel yanlışlıklar, bürokratik açmazlar,
yanlış algılayışlar ironik anlatımda eleştirilirken bu anlatımda tüm bunlar
için ince bir alay da kendini hissettirir.
İronide var olan bu alay; küçümseme ya da mizah amacıyla değil, var olan duruma, olguya karşı bir tepkinin
sonucudur.
GÜN OLUR ASRA BEDEL- Cengiz Aytmatov – ÖZET (Kitaptan)
Roman kahramanı Yedigey Cangeldin, cepheden döndükten
sonra Kazak bozkırlarında küçük bir aktarma istasyonunda çalışmaya başlar. Burada tanık olduğu ve
uzak geçmişine çağrışım yapan olaylar, gerçekte bir siyasi rejimin çöküşünün
nedenleridir. Yedigey’in
çok eski ve yakın arkadaşı olan Kazangap
ölür. Onun için bir cenaze töreni düzenlerler. Bu törene Kazangap’ın şehirde
oturan oğlu ve kızını da çağırırlar. Kazangap’ın cenazesini mezarına götürürken Yedigey kendisinin ve
milletinin geçmişini, acı tatlı, düşündürücü yanlarıyla bir bir gözlerinin
önünden geçirir. O gün “asra
bedel bir gün” olur
onun için. Sevdikleri
kişinin cenazesini Naymanların kutsal
mezarlığına götürdükleri zaman, orada bir uzay üssünün kurulmuş olduğunu
görürler ve cenazenin gömülmesine izin verilmez. Yedigey ve diğerlerinin Ana Beyit’e iki saatlik
yolları kalmıştır. Romanda geçen zaman, aslında cenazeyi Sarı Özek’ten Ana Beyit
Mezarlığı’na götürme zamanı kadardır. Ama tüm olaylar Yedigey’in bu yolculuk
sırasında düşünceleriyle geriye dönüşlerle verilir. O, giderken dostu
Kazangap’ı düşünmektedir. Onunla yaşadığı olaylar zihninden bir bir
geçmektedir. Yedigey, Ana
Beyit Efsanesi’ni
hatırlar. Efsanede Nayman
Ana;
güzel, ince, uzun boylu, sağlam yapılı göçebe bir kadındır. Naymanlar arasında
ün yapmıştır. Sevilen, sayılan biridir. Kocasını savaşta kaybetmiştir,
babasının öcünü almak için ondan sonraki savaşa katılan yiğit, güçlü, mankurt
edilmiş bir oğlu vardır. Oğlunun başına gelenlere dayanamayıp onu kurtarmak
için birçok zorluklara katlanır. Gençliğini yitirmiş olmasına rağmen
güzelliğini yitirmeyen, saçları ağaran, alnı kırışık, derin acılar yaşamış,
cesur, güçlü, iradeli ama duygularıyla hareket eden bir kadındır. Nayman Ana destanında
göçebe Türk oymaklarının düşmanı olan Juan Juanlar, Türklerin tarihî düşmanları
olarak sembolize edilmektedir. Savaşlarda ele geçirdikleri tutsakları ya uzak yerlerde
sattıkları veya güçlü kuvvetli olanları ayırarak korkunç işkencelerle mankurtlaştırdıktan
sonra köle olarak kullandıkları anlatılmaktadır.
Juan Juanlarla girişilen bir savaşta babasını kaybeden ve babasının öcünü almak için Juan Juanlara karşı düzenlenen bir akına katılan Nayman Ana’nın oğlu Colaman, akından geri dönemez. Cenk meydanında oğlunun cesedini arayan ancak bulamayan Nayman Ana hep oğlunun bir gün çıkıp geleceği ümidiyle yaşamaktadır. Bir gün kervancılardan yakınlarda bir mankurtun deve güttüğünü işiten Nayman Ana analık sezgisiyle bu mankurtun oğlu olabileceği hissine kapılır. Bu fikrini hiç kimseye açamayan Nayman Ana, kitaptaki ifadeyle “torunlarına (kızlık akrabalarına) uğrayacağını, onlarda bir süre konuk kaldıktan sonra eğer kendisi gibi istekliler çıkarsa Kıpçak ülkesine erenlerden Yesevi Dede’nin türbesine gideceğini” söyleyerek yola çıkar. Nihayet deve güden mankurtu bulan Nayman Ana önsezisinde yanılmamıştır. Bu mankurt onun sevgili oğlu Colaman’dır. Oğluna bu şekilde kim olduğunu, nereden geldiğini anlatmaya, hatırlatmaya çalışan Nayman Ana onun hafızasını tamamen yitirdiğini acıyla fark eder, buna rağmen onu obalarına götürmek ister. Ana yüreği bir gün onun aklının başına geleceğine inandırmıştır. Bu sırada yanlarına yaklaşan efendi Juan Juan, Nayman Ana’yı görür ve mankurtuna anlattıklarını öğrenir Colaman’a anasının ona işkence yapmak istediğini ve bu yüzden Nayman Ana’yı öldürmesi gerektiğini söyler.
Nayman
Ana “oğlunu
alıp götürerek istilacıların onu nasıl akıldan yoksun bıraktığını göstermek ister.
Juan
Juanlar oğlunun
yanından ayrılınca tekrar oğlunun yanına döner. Ancak anasının kendisine
kötülük yapmak istediği “öğretilen” oğlu, Nayman Ana’sını dinlemez bile! Onu
öldürür.
Türk Dünyası Edebiyatı ve Roman (Kitaptan)
20. yüzyıl, bütün Türk dünyası için çok önemli hadiselerle dolu bir devri ifade
etmiştir. Türklerin kurdukları en
büyük devlet olan Osmanlı Devleti bu yüzyılın başlarında yıkılmış, yerine Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur. Kırım, Kazan, Kafkasya ve Türkistan
Türkleri de bu yüzyılın başlarında Çarlık
Rusya’sı yıkılınca önce kendi millî devletlerini kurmuşlar fakat çok kısa
bir süre içinde tekrar istiklallerini kaybederek eskisinden daha şiddetli bir Rus idaresini tanımak zorunda
kalmışlardır. 19. Yüzyılın ikinci
yarısından itibaren görülmeye başlanan millî gelişmeler, sadece Türkiye’de değil bütün Türk dünyasında
etkisini göstermiştir. Bu gelişmeler, 20. yüzyılın başlarında hemen hemen aynı
siyasi ve sosyal olayların yaşandığı bütün
Türk yurtlarında Türkiye’deki ile aynı özellikleri taşıyan millî bir edebiyatın
doğmasına zemin hazırlamıştır.
Türkiye dışında, yapıtlarıyla öne çıkan başlıca yazarlar şunlardır:
Azerbaycan Türk Edebiyatı : |
Bahtiyar Vahapzade, Muhammet Hüseyin Şehriyar, |
Bulgaristan Türkleri Edebiyatı : |
Recep Küpçü |
Kazakistan Türk Edebiyatı : |
Mağcan Cumabay |
Kazan Türk Edebiyatı : |
Ayaz Ishaki |
Kıbrıs Türk Edebiyatı : |
Osman Türkay, Özker Yaşın |
Batı Trakya Türkleri Edebiyatı : |
Mehmet Hilmi, Abdurrahim Dede |
Kosova Türkleri Edebiyatı : |
Nimetullah Hafız |
Kırgızistan Türk Edebiyatı : |
Cengiz Aytmatov |
Kırım Türkleri Edebiyatı : |
İsmail Gaspıralı, Cengiz Dağcı |
Özbekistan Türk Edebiyatı : |
Abdülhamit Süleymanoğlu Çolpan, Aybek |
Türkmenistan Türk Edebiyatı : |
Ata Atacanoğlu |
Doğu Türkistan - Uygur Türkleri Edebiyatı: |
Ziya Samedi |
Irak Türkleri Edebiyatı : |
Ata Terzibaşı |
Türkiye dışındaki Türkleri konu alan romanlar edebiyatımızda da çok sık konu edilmiştir. Kırım Türklerinin II. Dünya Savaşı öncesinde yaşadığı baskı ve zulümleri anlatan Cengiz Dağcı; Korkunç Yıllar (1956), O Topraklar Bizimdi (1966) adlı romanlarında bu konuları işlemiştir. Emine Işınsu; Azap Toprakları(1970), Tutsak (1970), Çiçekler Büyür (1978) adlı romanlarında Türkiye dışındaki özellikle Balkanlardaki Türk insanının kimlik ve hürriyet arayışını gözler önüne sermiştir. Faik Baysal, Drina’da Son Gün (1972); Sevinç Çokum, Bizim Diyar (1978) adlı romanlarında Balkan Türklerinin çektiği acıları dile getirmiştir.
Cengiz Aytmatov’un, 1980 yılında kaleme aldığı “Gün Olur Asra Bedel” diğer adıyla “Gün Uzar Yüzyıl Olur” adlı romanı esas itibarıyla Sovyetler Birliği Dönemi’nde yaşanan sosyal ve kültürel sorunların bir
öz eleştirisidir.
Cengiz Aytmatov bu eserde bugünü ve geleceği ilgilendiren çevre sorunlarını, Amerika ve Rusya’nın insanları nasıl mankurtlaştırdıklarını anlatmıştır. Eser, başkahraman Yedigey vasıtasıyla Sovyet rejimindeki bozulmayı ve çöküşü okuyucuya çarpıcı bir şekilde sunmuştur. “Gün Olur Asra Bedel”; tertemiz aşkları, efsane ve masalları, Sovyet Rusya rejiminin acımasız faaliyetlerini bir arada anlatmaktadır. Aytmatov, eserde “İnsanları mankurt olmaktan kurtaralım.” mesajını iletmiştir. Mankurt, burada geçmişini ve geleneklerini unutanlar için kullanılmıştır. Genel olarak Cengiz, mankurt efsanesi ışığında Sovyet rejimi sırasında dinini, dilini, ailesini unutan bir nesli anlatmıştır.
Romanda Sarı Özek İstasyonunun bulunduğu bölge Rus Uzay İstasyonu Bölgesi’ne yakın bir
bölgedir. Bu nedenle romanda Rusya ve Amerika’nın uzay ile ilgili ortaklaşa
yaptıkları çalışmalara da yer verilmiştir. Bunlar ikinci planda gösterilirken
roman sonunda konu ile ilişki kurulmuştur. Rusya ve Amerika, ortak bir çalışma
yapmaktadır. İki kozmonot uzaya gönderilir. Bunlar, başka bir gezegenden sinyaller
alarak insana benzeyen yaratıklarla temasa geçerler. Bu, dünya için önemli bir buluştur.
Yazıldığı döneme göre hayli ileride olan bu düşünceler, Aytmatov’un hayal
dünyasının ne kadar geniş olduğunun bir göstergesidir.
(Geriye dönüş tekniği, kahraman anlatıcının içinde yaşanan andan “hatırlama” yoluyla geçmişe dönerek görülmeyen yaşantıya ait içsel ve göreceli yönelişini içeren tekniktir. Bu teknikte bilinç, anlatılan anda değil geçmişte dolaşmaktadır.)
Cengiz Aytmatov (1928-2008) (Kitaptan)
Kırgız Edebiyatı denince akla ilk gelen isim Cengiz Aytmatov’dur.
Aytmatov, dünyada en çok okunan yazarlar
arasında yer alır. Yazarın eserleri dünya okuyucularının ilgisini hem edebî
hem felsefi derinliğiyle çekmiştir. Eserleri
170’ten fazla dile çevrilmiş, toplam baskı sayısı 60 milyonu geçmiştir. Cengiz Aytmatov, Tanrı Dağlarının eteklerini yurt edinen Kırgız
adlı köklü bir Türk boyunun varlığını dünyaya duyurmuş bir isimdir.
Babası Törökul Aytmatov, Cengiz
Aytmatov henüz dokuz
yaşındayken 1937 yılında “Pantürkist” suçlaması ile tutuklanmış, 1938 yılında da gizlice öldürülmüştür. Annesi Nagima Aytmatov ise
hayatının sonuna kadar eşi Törökul’u beklemiş, uzun süre çektiği bir
hastalıktan dolayı 1972’de vefat etmiştir.
Başlıca eserleri: Gün Uzar Yüzyıl Olur (Gün Olur Asra Bedel),
Dişi Kurdun Rüyaları, Cengiz Han’a
Küsen Bulut, Kassandra Damgası, Dağlar Devrildiğinde / Ebedi Nişanlı (roman).
Cemile, Kızıl Elma (Al
Elma), Al
Yazmalım Selvi Boylum (Selvi Boylum Al Yazmalım),
Erken Gelen Turnalar (hikâye).
Türkiye Dışında Yaşayan Türk Edebiyatın Özellikleri
1.
Uzun
süre Sovyet egemenliğinde yaşayan Kırgız,
Azeri, Özbek, Tatar, Kırım, Türkmen gibi
boyların edebiyatıdır.
2. Sovyet dayatmasına rağmen milli
kültüre yönelik eserler
kaleme alınmıştır.
3.
Eserlerde
Sovyet etkisi de
görülmektedir.
4. Bu
edebiyatlarda şiir, roman, hikâye, tiyatro türlerinde önemli eserler
yazılmıştır.
5. Eserlerde
kaynak olarak halk
hikâyeleri ve destanlar kullanılmıştır.
6. Bu
eserlerde genel olarak aşk, İkinci Dünya Savaşı, toplumsal yaşam gibi temalar
ele alınmıştır.
HAYVAN ÇİFTLİĞİ- George Orwell- ÖZET (Kitaptan)
Olaylar İngiltere’de
bir çiftlikte cereyan eder. Hayvanlar, çiftlik sahibi zalim Bay Jones’un
boyunduruğu altında köle
gibi yaşamaktadırlar. Yaşlı
domuz Koca Reis, buna karşı çıkmak için bir
devrim planlar ve hayvanları gizli bir toplantıya çağırır. Bu bir grup hayvan
yaşadıkları çiftlikten insanları kovar ve çiftliği kendileri yönetir. Çiftliğin ele geçirilmesinden sonra iki
domuz ön plana çıkar: Napolyon
ve Kartopu. İkisi “animalizm”
adında bir öğreti ortaya koyar. Ardından da özgürlüğü kısıtlayan
kamçılar, gemler, burun halkaları, zincirler gibi eşyaları yok ederler ve
ahırın kapısına şu
emirleri asarlar. “1. İki ayak üzerinde
yürüyen herkesi düşmanın bileceksin. 2. Dört Ayak üstünde yürüyen ya da
kanatları olan herkesi dostun bileceksin. 3. Hiçbir hayvan giysi giymeyecek. 4.
Yatakta yatmayacak. 5. İçki içmeyecek. 6. Hiçbir hayvan bir diğerini
öldürmeyecek. 7. Bütün hayvanlar eşittir.”
Hayvanlar bu kuralları benimserler ve
devrim gerçekleşir. Öğretiyi birlikte oluşturan Napolyon ve Kartopu artık
birbirlerini çekemez olur. İkisi de yeni
kurdukları düzenin tek lideri olmak ister. Kartopu çiftlikte elektrik
üretimi için yel değirmeni yapılması gerektiğini söylediğinde Napolyon’un
köpekleri tarafından çiftlikten sürülür. Ancak Kartopu bu fikri yüzünden
gönderilmesine karşın onun ardından yel değirmeni çalışmaları başlar. Devrimin ilkelerinden hızla uzaklaşılmaya
başlanır. Önceleri çalışma
saatlerinin azalacağı, yiyeceklerin artacağına yönelik verilen sözler unutulup
tam aksi gerçekleşir. Çalışma saatleri artıp verilen yiyecekler azalır.
Ancak domuzlar gün geçtikçe şişmanlamakta, yatakta yatmaktadırlar. Hayvanlar
ilkeye tekrar bakmaya gittiklerinde “Hiçbir hayvan çarşaflı yatakta yatmayacaktır.”
yazısını görürler. İlkenin değiştirildiği akıllarına gelmezken
bu ilkeyi yanlış hatırladıklarını düşünürler. Dolayısıyla 7. Öğretide denildiği gibi bütün hayvanların eşit olduğu
düşüncesi iktidarın ele geçirilmesi ve öğretinin ilk çıkışında etkili
olan Koca Reis ile birlikte toprağa gömülür.
Zaman geçip de kış geldiğinde
kıtlık baş gösterir. Açlık, beraberinde ölümleri de getirir.
Büyük domuz bu haberlerin yayılmasını
önlemek için önlemler alır.
ÜTOPYA (Kitaptan)
Ütopya; tasarlayıcısı
için bir ideal ya da karşı ideali temsil eden, düşünsel ve tutarlı bir toplum
tasarısı anlamına gelir. Bilinen ilk
ütopya örneği Platon’un “Devlet”idir. Bu
eserde Platon; filozoflar,
sofistler ve tüccarlardan oluşan üç grubu bir
masaya oturtur ve onların tartışmalarıyla, birbirini ikna etme, doğruya ulaşma
çabalarıyla bir ideal şekillendirir.
Ütopyanın tam karşıtı olan
distopya, kelimenin ön ekindeki dys/dis takısını almasıyla Yunanca
manasıyla
“kötü, hastalıklı ya da
anormal olan” anlamını kazanır. Orwell’in
“Hayvan Çiftliği” ve “Bin
Dokuz Yüz Seksen Dört” isimli eserleri atmosferinde bilim kurguyu andıran makus bir geleceği karakterize ederken ütopik bir
toplum anlayışının da antitezi yapılır. Totaliter sistemlerin bir yansıması olarak
yazın dünyasında distopya
örnekleri verilmeye başlar. Aldous
Huxley ve George
Orwell distopya
örneklerini vermişlerdir. Suzanne Collins’ın “Açlık Oyunları”, Aldous Huxley’nin
“Cesur Yeni Dünya”, “Ada” eserleri George Orwell’ın “Bin Dokuz Yüz Seksen Dört”, “Hayvan Çiftliği” eserleri
çok bilinen distopya eserleridir. Türk
edebiyatında da bu tarz ütopik ve distopik romanlar yazılmıştır: Gülten Dayıoğlu, “Işın Çağı Çocukları”; Çetin Altan, “2027 Yılının Anıları”; Buket Uzuner, “İki Yeşil Su Samuru Anneleri Babaları
Sevgilileri ve Diğerleri”, “Kumral Ada ve Mavi Tuna”; Alev Alatlı, “Schrödinger’in Kedisi” bu
tarz romanlardan bazılarıdır.
Hayvan Çiftliği
(orijinal adıyla Animal
Farm), George Orwell’in fabl
türünde, “kara
mizah” tarzında bir romanıdır. Roman, hayvanlar âlemini anlatıyormuş
gibi gözükerek insanları,
devletleri, çeşitli devlet adamlarını, devrimleri, yasaları kısaca insana ve
topluma dair pek çok şeyi eleştirir. Roman ilk olarak 1945’te yayımlanır fakat asıl ününe 1950’lerde
kavuşur.
George Orwell, daha çok “Bin
Dokuz Yüz Seksen Dört” adlı kitabıyla tanınmış ve
eserleri sayesinde Nobel
Ödülü de almıştır. Hayvan
Çiftliği adlı eseri, çağdaş
klasikler arasına girmiş bir eserdir. Eser
“sosyalizm”e getirdiği kara mizah eleştirisi ile dünya edebiyatında yergi türünün başyapıtlarından biri olarak
kabul edilir.
Okuduğunuz metinde bir
çiftlik dolusu hayvanın, sahiplerinin zorbalıklarına dayanamayarak isyan etmesi
ve hayvanların birleşerek insanlara karşı çıkması konu edilir. Hayvan Çiftliği’nde yönetim el
değiştirdikten sonra çiftlik hayvanları müşterek bir hayat sürer. Ancak kurulan
yeni düzen baskıcı bir
hâl alır. Bozulan sistem en sonunda bir grubun eline geçer ve çiftlikte yeni bir mücadele başlar. Romanda
hayvanların sembolize edilerek anlatılması dikkat çeker. Yönetime geçen grup
beraber hareket ettikleri arkadaşlarını kendi çıkarlarına alet etmeye başlar.
Sade dili ve masalımsı anlatımıyla romanda, “Bin Dokuz Yüz Seksen Dört”e göre daha basit bir
konu üzerinden politik eleştiri yapılır.
George Orwell (1903-1950) (Kitaptan)
Hindistan’da doğdu. İngiliz
edebiyatının en önemli isimlerindendir. Asıl ismi Eric Arthur Blair’dir. Yazar,
1944
yılında yayımladığı “Hayvan
Çiftliği” romanıyla ünlendi. 1949
yılında yayımlanan “Bin
Dokuz Yüz Seksen Dört” adlı romanı da büyük başarı
kazandı. Bu romanda olaylar, dünyanın sürekli birbiriyle savaşan üç totaliter
devletin egemenliğinde olduğu bir gelecekte geçer. Orwell; bu eserle dünyayı, her şeyin tümüyle devletlerin
kontrolünde olduğu belleksiz ve muhalefetsiz bir toplum tehlikesine karşı
uyarır. Bu kitabı yazarken verem tedavisi gören Orwell, Londra’daki bir
hastanede yaşamını yitirir. Yazar, romandaki
“big brother” karakteri ile tanınmıştır.
Başlıca eserleri: Paris ve Londra’da Beş Parasız, Burma Günleri, Papazın Kızı,
Zambak Solmasın, Wigan İskelesi Yolu, Katalonya’ya Selam, Daralma, Hayvan
Çiftliği, Bin Dokuz Yüz Seksen Dört (roman).
Hazırlayan: Selahattin ÇETİN