SUNUŞ
Elinizdeki kitapçık Kadir
Mısıroğlu’nun Yunan Mezalimi adlı kitabından, Prof.Dr. Kaya Bilgegil tarafından
derlenerek bir makale haline getirilmiştir. Bu makale, Kadir Mısıroğlu’nun
kitabından özetlenerek yazılmıştır. Bu makaleyi okumak bile bir “işkence” gibi.
Bu okuduğunuz yazı, bir hikayeden, bir romandan, bir ütopya kitabından alınmamıştır. Bu yazılanlar
bir gerçek, yani olmuş, yaşanmış şeyler…Nasıl yaşandığına dair akıllarda bir soru
kalmamalı; insanın aklına “Bütün bunlar
yaşanmış mı? Yaşanmış olamaz!’ gibi bir düşünce gelse de, Türk milletinin ne yazık ki yaşadığı bir gerçekliktir bu.
Türk milletine bu zulmü reva gören sadece
Yunanlılar değildir, Bulgarlar da onlardan aşağı kalır değildir. Ermenilerin
Ruslarla birlikte, doğu illerimizde yaptığı zulümleri de bunlara eklemek gerek.
Milli şairimiz Mehmed Akif Ersoy, “Tarih hiç ibret alınsaydı, tekekkür
(tekrar) eder miydi hiç?” der. Tarih, ibret almak için insan için önemli
bir sahnedir. Her millet, kendini tarih sahnesinde görme imkanına sahiptir. Bir
millet, ne kadar tarihi bir birikime ve derinliğe sahipse o kadar geleceğe
doğru emin adımlarla yol alır. Bu konuda “İstikbal,
köklerdedir.” sözü meşhurdur. Tarih, insana köklerini hatırlatır; bir
milletin nerelerden geldiğinin şuurunu verir. Bu bakımdan tarih, bir milletin
yararlanacağı en önemli,hayati ilim
alanlarından biridir. Tarihe, tarihine önem vermeyen bir milletin, millet olma
şuuru da yok demektir. Tarihinden ders almayan bir milletjn, tarihteki yeri de
sağlam değildir.
Yunanlılar
bu zulümleri yaparken, hangi düşüncelerden hareket etmekteydiler? Türklere bu
zulümleri neden reva görmüşlerdir? Türkler, Balkan devletlerini dört yüz beş
yüz yıl adaletle yönetmişler, yönettikleri yerlerde hangi din ve mezhepten
olurlarsa olsunlar insanları inançlarında serbest bırakmışlar; bu milletler inançlarını
özgürce yaşamışlardır. Dinlerine, inançlarına yönelik bir kısıtlama ile
karşılaşmamışlardır. Buna rağmen Osmanlı’nın zayıf olduğu son dönemlerinde
Balkanların kaybedilmesiyle birlikte I.Dünya Savaşı sonunda yapılan
anlaşmalarla Osmanlı Devleti’nin işgal
edilmesi sonucu Yunanlıların memleketimizde giriştiği katliamlar, neyin
göstergesidir? Yılların birikmiş kini,intikamı mı? Nasıl bir kin ve intikamdır
bu böyle? İnsanlığı utandıracak bir zulüm ve katliam,hangi medeniyet
tasavvurunun sonucudur? Mehmed Akif Ersoy, İstiklal Marşı’nda boşuna
seslendirmiyordu bunu:
Medeniyyet dediğin tek dişi
kalmış canavar.
Evet bu “medeniyet” dediğimiz Batı
medeniyeti nasıl bir medeniyettir acaba? Batı medeniyetinin üç sac ayağının
olduğu bilinir: Yunanın paganizmi, Romanın Hristiyanlığı ve aydınlanmanın
beraberinde getirdiği pozitivist düşünce. Vahiyden, Tevhidden ve İslam’dan
nefretini saklamayan bir medeniyet bu. Bu nefretini, kinini kitaplarında açıkça
yazmaktan çekinmemiştir. Bu medeniyetin kirli yüzünü Akif, I. Dünya Savaşı’nda
,Çanakkale’de çok yakından görmüş bir şahsiyettir. Bu “medeniyet”, birçok
medeniyeti öldürmüş, katliama tabi tutmuş bir “medeniyet”tir. Batı medeniyeti;
katliamlar, savaşlar, zulümler medeniyetidir. Gittiği, girdiği her yeri
huzursuz etmiş, savaşlar çıkarmış, toplumları katliamlara tabi tutmuştur. Bu
yüzden Batı’nın hayranlığını gizleyemediği Yunanlılar da, Osmanlı/Türk topraklarını işgal ettiği zaman,
Müslümanlığın, İslam’ın sancaktarlığını yüzyıllardır elinden düşürmeyen, İslam
medeniyetinin önemli bir ülkesi olan Osmanlı Devletinde yaşayan Türklere
yapmadığı eziyet kalmamış, yüzyılların kinini, intikamını insanlarımıza
uygulamaktan çekinmemişlerdir.
Bu zulümler, tarihte kalan bir
“gerçek” midir peki? Yani Yunanlılar, bugün Türkiye’yi yine işgal etmiş olsa, bu
zulümleri tekrar yapmaz mı diye düşünüyoruz? Peki Ermenilerin, özellikle Doğu
Anadolu’da yapmış olduğu Doğu’da yaşayan
insanlarımıza reva gördüğü zulümler, Yunanlılardan az mıdır? Ermenilerin
zulümleri de en az Yunanlılar kadardır. Peki Rusların zulümlerini veya onların
Ermenilerin yaptıkları zulümlere ses çıkarmamalarını nasıl okumalıyız?
Ermenilerin Doğu’da yaptıkları zulümler, Batı’da Yunanlıların yaptıkları
zulümlerden aşağı değildir. Aslında mesele Türk meselesi de değildir; mesele
Türk’ün İslam’ın ve Müslümanlığın sancaktarlığını yapması meselesidir. Türk’ün
Müslümanlığından, Müslüman Türklerden nefret ediyorlar. Türkün İslam’ın
sancaktarlığı yapmasından hoşnut değiller. Çünkü İslam, zulmün, katliamın, haksızlığın, sömürünün karşısında
bir dindir ve bu dine mensup olan Türkler de, Müslüman olduktan sonra zulme ve
katliamlara engel olmuş.sömürüye “dur” demiş, sömürgeciliğin karşısında
olmuşlardır. Bugün de Türkiye’nin dünyadaki zulümlere ve katliamlara en fazla
ses çıkaran bir ülke olduğuna şahit oluyoruz. Türkiye’nin güçlenerek, köklerine
sahip çıkması, yani Osmanlı’daki gibi zulümlere engel olan bir ülke konumuna
gelmesi istenmiyor; bu yüzden Türkiye’nin önü alınmaya, kesilmeye çalışılıyor; çünkü
Türkiye, zulümlere en kuvvetli ses çıkaran bir ülke olarak, Batı sömürüsünün
önünde en büyük engel. Bu engeli ortadan kaldırmaya, hiç olmazsa tesirsiz hale
getirmeye çalışıyorlar. Bütün planları , amaçları Türkiye’ye diz çöktürebilmek, söz söyleyemez,
ses çıkaramaz hale getirebilmek…Bu yüzden ülke ve millet olarak birlik ve
beraberliğimizi pekiştirmemiz, birbirimize sımsıkı sarılmamız gerek.
Osmanlı ve onun devamı Türkiye olarak, çok milletlere, toplumlara
kucak açmış, zulme uğrayanlara yardımlarımızı esirgememişiz. Osmanlı nasıl, zulme
uğrayanların yanında ,onlara kucak açmış ise, ”Asım’ın nesilleri”ni barındıran
Türkiye de zulme ve haksızlığa uğrayanlara kucak açmış, mazlumlara yuva/ sığınak
olmuştur. Türkiye, mazlumların sığınacağı huzurlu, adaletli bir ülkedir.
Huzurumuzu bozmak için ellerinden geleni artlarına koymuyorlar. Türkiye, bütün mazlumlara bir “ensar” olmuştur. Türkiye, kendisi de
bir “mazlum” ülke olarak, mazlumluğun ne
demek olduğunu bildiğinden zulme uğrayanlara yardım etmeyi inancının ve
insanlığının bir gereği olarak görmüş, bunu bütün dünyaya göstermiştir. Biz
Türkiye olarak güçlü olmayı sömürmek için değil, sömürüyü engellemek için
istiyoruz; tıpkı Selçuklu, Osmanlı gibi.
Bugün, tarihte gördüğümüz zulümlerin
,eğer zayıf olur ve birlik içinde olmazsak, aynısını yine görebiliriz. Batı
medeniyeti İslam’a ve Müslümanlara, İslam’ın temsilcisi olan Türkiye’ye karşı
daha az acımasız olacak değildir. Çanakkale’de Batı’nın hıncını. intikam hırsını
bu millet çok iyi gördü ve anladı. Tekrar Batı’yı sınamaya gerek yok. Batı, yine
aynı Batı; açgözlü, hırsları için toplumları kana ve göz yaşına boğmaya hazır, İslam
ve Müslümanlardan hoşlanmayan, Müslüman kanlarının akıtılmasından rahatsız
olmayı bırakın hoşnut olan bir Batı’dır. Batı, kendisini değiştirmez; çünkü
zihniyeti sömürüye ayarlı ve odaklıdır. Batı sömürücüdür, katliamcıdır, Bunu, bugün
de dünyanın değişik yerlerinde yaptığı katliamlardan görüyoruz. Avrupa’nın
ortasında Bosna-Hersek/ Srebrenitsa’da yaptığı soykırım, bütün dünyanın gözleri
önünde cereyan etmiştir. Müslümanlardan nefret eder; kendini büyük görür; kendi
medeniyetine karşı ses çıkaranları, kendisine engel olmaya çalışanları ezmeye, yok etmeye çalışır; daha önce yaptığı
gibi. Batı, kendinden üstün bir medeniyet olduğuna inanmaz; her yere
medeniyetini götürmeye çalışır. Bunu, gittiği ülkelere huzursuzluğu, savaşı, kanı
götürerek yapar.
Peygamberimizin Müslümanlara her
zaman akıllarında tutmaları gereken bir ihtarını unutmamak gerekiyor: “ Küfür, tek
millettir.” Amerika ve Batı dünyası bir olmuş, Müslüman dünyaya, tarihte çokça
görüldüğü üzere bugün de saldırıyor, parçalamaya, yok etmeye çalışıyor. Haçlı
seferleri bitmiş değil; tarihten Müslümanları silmek, etkisiz hale getirmek
için bütün oyunlarını oynuyorlar. Ne istiyorlar Müslümanlardan/Türklerden?
Kendilerine, sömürmelerine karşı çıkmamalarını, ne denirse yapmalarını
istiyorlar. Ama zulüm ve haksızlık, Allah’ın adaletiyle bağdaşmaz. Zulüm, kendi
kendisini yıkar. Allah, zulme razı olmaz. Allah , zulüm yapan, zulümde ve
sapıklıkta haddi aşan milletleri, toplumları helak etmiştir. Zulüm ile abad
olunmayacağını” tarihi hakikatler bize çok açık bir şekilde gösteriyor.
Dünyayı parselleyen Batı dünyası
–Amerika da dahil- gerçek bir “barış”
amacı taşımış mıdır acaba? Yani Batı’nın amacı barışa hizmet midir? Batı
,barışçı ya, ileri ya, gelişmiş ya, teknolojik gücü var ya, dünya görüşü olarak
bütün medeniyetlerden ileri ya, herkesi kendi medeniyetine saygı duymaya, itaat
etmeye çağırıyor ya, kendi medeniyetinden başka bir medeniyete ve anlayışa
saygı duymayıp reddediyor ya… böyle bir zihniyete, düşünce biçiminin dünyaya
barışı getirebileceğine inanılabilir mi? Bu teorikte böyle de pratikte bu
barışı görebiliyoruz mu peki? Haçlı seferlerinin amacı barış getirmek
miydi? Coğrafi keşiflerin, teknolojik
gelişmelerin amacı, dünyaya barışı yaymak için miydi? Peki bugün Batının
sömürgeci anlayışında bir değişim, başkalaşım söz konusu mudur? I. Dünya Savaşı
bir paylaşım savaşı değil miydi? II. Dünya Savaşı, bu paylaşımın tamamen
yapılamadığının bir ispatı değil miydi? Bu savaşı çıkaran Batı’ydı ve aşağı
yukarı altmış milyon insanın ölümüne sebep olmuştur.
Batı medeniyeti düşmanlığı mı
yapıyoruz burada? Evet. Bu medeniyetin dünyaya ve insanlığa bir yararının
olmadığını tarihen görüyoruz. Dostoyevski
Batı Çıkmazı adlı eserinde Batı’ya eleştiriler yöneltirken Batı’yı
değiştirmek, dönüştürmek, çıkmazdan kurtarmak ister. Doğu’dan da uzaktır ve ona
göre Doğu sömürgeleştirilmek için vardır ve Doğulu bir devlet olarak Osmanlı
nefretini en üst perdeden dillendirir. Dostoyevski de büyük bir sömürgeci
zihniyete sahiptir ve bütün Doğu halklarının olduğu gibi Osmanlı Devleti’nin
sömürgeleştirilmesi gereken ,onun yönetme kabiliyetine sahip olmayan Asyalı bir
ülke olduğunu dile getirir düşünce yazılarında. Bu büyük romancının derin
ırkçı, faşist, sömürgeci bir anlayışa sahip olması ilginçtir. Batı’nın tek
başına dünyayı sömürgeleştirmesine karşıdır o; Rusya önderliğinde Batı’yla
birlikte dünyanın sömürgeleştirilmesi
taraftarıdır. Yoksa dünyanın sömürülmesine hiç karşı değildir
Dostoyevski. Dostoyevski’nin Osmanlı/Türk düşmanlığında eline kimse su dökemez.
İslam ve Müslümanlar, hakaret kelimeleriyle, kötü sıfatlarla anılır.
Dostoyevski, Bir Yazarın Günlüğü adlı eserinde Türkleri “vahşi bir sürü” olarak
niteler ve bu millete, bu alçak ülkeye insanca davranmanın mümkün olmadığını
belirtir. Bunu Çanakkale’de İngilizlerle
savaşırken eski İngiltere Başbakanı Sir
Winston Churchill’in söylediği Türkler ile ilgili söylediği sözler, Batı
medeniyetinin bakışını, düşünce dünyasını göstermesi açısından çok iğrençtir. Çanakkale’de
Türklere karşı zehirli gaz kullanılıp kullanılmayacağı tarşılırken Churchil: “Barbar
bir kabileye karşı silahlarımızın bütün avantajlarından niçin yararlanmayalım
ki?" Türkler “barbar”dı, dolayısıyla insan sayılmayacağı için her çeşit
insanlık dışı muameleye tabi tutulabilirdi. Nitekim Çanakkale’de bu yapıldı.
Çanakkale’de Batı’nın kendisi Türklere karşı yamyamlık yapmış, savaş hukukunda
yapılmaması gereken birçok şey yapılmıştır. Onun için Mehmed Akif Ersoy, “Kimi
Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne bela” diye Batı’nın bu durumunu resmeder. Bu
resim, gerçekçidir; inkar edilemez.
Ruslar da Türkleri barbar
gördüğünden, Türklere barbarca davranmayı normal kabul etmişlerdir. Türk
düşmanlığında Ruslar da çok ileridirler. Tarihe bakıldığında Rusların bu Türk ve Müslüman
düşmanlığını çok açık görürüz. Osmanlıya en fazla zararı olan bir millettir
Ruslar tarihte. Rusların Doğu’da ve Türk Cumhuriyetlerindeki yaptığı zulümler
de tarihin sayfalarındaki yerini almıştır.
Biz bu bakımdan medeniyetleri
sömürgeci olan ve sömürgeci olmayan medeniyetler olarak ikiye ayırabiliriz. Bu
basit ama önemli ayrım, medeniyetlerin belirleyici özelliklerinden biridir.
Sömürgecilik önemli…Sömürgecilik, savaşın tamamlayıcı bir unsurudur. Savaş
medeniyeti mi barış medeniyeti mi? Tercih insanlığın…Yani bir medeniyet, bir
ülkeyi istila ettiğinde oraya barış mı getiriyor, savaş mı getiriyor? Savaşın
mı barışın mı yanındadır medeniyetler?
Son iki yüzyıldır Batının çok açık “maddi” bir üstünlüğü var dünyada. Müslüman
dünyanın Batı gücünün karşısındaki zayıflığı çok açık. Ancak bakıldığında bütün
dünyayı kan ve gözyaşına boğan iki dünya savaşına da sahne olmuştur dünyamız. Bu
dünya savaşlarını Müslüman dünya çıkarmamıştır. Dünya savaşlarından sonraki
zamanlarda da Müslüman dünyanın rahat bırakılmadığı, yine kan ve gözyaşına
boğulduğunu gözlemliyoruz. Batı, gittiği her yere beraberinde savaşı da
beraberinde getirmiş, birçok insanın hayatını kaybetmesine sebep olmuştur.
Çünkü medeniyet anlayışları hak üzerine değil kuvvet üzerine bina edilmiştir. Kuvvetli
olanın haklı olduğu bir dünya düzeni kurmuştur Batı. Kuvvetin kaynağı ise savaş
teknolojisindeki üstünlüğüdür. Haklı olmanın dayanağı kuvvet olduğundan,
karşısındaki hiçbir düşünceye de hayat hakkı tanınmamış, özgürlük sadece
retorik olarak kalmıştır.
Soru şu: Kuvvetin hak kabul edildiği
bu Batı medeniyetinin bu düşüncesini bırakabilmesi, hakkın yanında olması
,kendini değiştirebilmesi mümkün müdür? Bu konuda tarih bize önemli bilgiler
vermektedir. Hz.Adem’den bu yana, yani oğulları Habil ve Kabil’in mücadelesinde
ve onun devamında, Peygamberlerin mücadelelerinde görmekteyiz. Tarih boyunca
birçok peygamber gönderilmiş, ancak çoğu katledilmiş, yine çoğuna da
inanılmamıştır. Yine büyük peygamberlere baktığımızda Hz.Musa’nın getirdiği
öğretinin değiştirildiğini, Hz.İsa’nın “öldürüldüğü”nü ve Tanrılaştırıldığını
görürüz. Tevhid inancından sapıldığı ve Tevhid inancına aykırı yollara
gidildiği tarihi bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır.
YUNAN MEZALİMİ
Prof.Dr.Kaya Bilgegil
Birdenbire etraf aydınlanıyor,
eşyanın çehresi açıklık kıvanır gibi bir hâl alıyor; sonra her şey; merkezden
çevreye doğru koyuluğu azalan dumanların altında kayboluyordu. Bu; kırmızı bir
şimşeğin parlayıp sönmesi gibi bir hâldi.
Narin, beyaz gövdeleri, dantelâlı
şerefeleri -başlarında hilâlin en mahzum hâl aldığı- mahrutî, zarif
külâhlarıyla şurada burada göze çarpan minâreler; birer istiğfar nidâsı halinde
göklere fırlayacak gibi idiler. Kimbilir, belki melekler, şerefelere şehir için
ağlamağa inmişlerdi. Belki de cismaniyet kazanmış, yerden kopmağa müheyya
"füze" şeklini almış -yüzlerine alevlerin pembe akisleri vuran bu imân
huzmeleri; huzûr-ı Rabbülâlemin'e bu milletin dertleriyle yükselmek üzre
idiler.
İzmit; yangınını söndürmek üzere
eğilmişti: Heyhat, durgun suyun aynasında, mürtesemi; daha geniş saha kaplayan
ikinci bir yangın meydana getiriyordu. -Alev altında kalan her sahilde olduğu
gibi- bu çift yangın manzarası büsbütün korkunçtu. Görme ve dokunma
duygularının sarsıntılarla idrâk edeceği bu dokunum arkasında, ikinci bir dekor
daha vardı: Çıktıkları noktaların tesbiti mümkün olmayan uğultu, gürültü,
patırtı, infilâk çığlıktan... meydana gelen sesler dekoru... Bu
'dissonance" bütünlük içinde, kadın feryatları, -en üst perdede- havavı.
alevleri yırtıyordu. Şehir, alev, duman, kor ateş, kömür, kül olmuştu. İzmit yangınını, bana hiçbir İzmitli
söylemedi. "Yunan Mezâlimi"
adlı kitaptan okudum.
Kadir
Mısırlıoğlu'nun kitabına aldığı M.
Gohri imzalı 10 Temmuz 1921
tarihli raporda: "Gülnihal, sıcaklık ve alev dalgalarından rıhtıma
yanaşmakta tereddüt ediyordu" cümlesi vardır. Gülnihal, Kızılay'a âit bir
vapurun adı.
Limanında Fransız, İngiliz, Amerikan gemileri bulunan İzmit'te böyle korkunç
bir yangın çıkaran Yunanlılar, onlardan çok ileri giden yerli Rumlar; Marmara Bölgesi'nin diğer köy ve
kasabalarında rahat dururlar mı? Bin erlik Orhangazi'de, yangından beş er
kurtulabilmişti. Narlı, Kapaklı,
Karacaali, Çeltikçiler de ateşe verilmiş. İznik civarında yirmi dört köy yakılmıştı. Söz konusu bölgedeki
yangın yer, çeşit ve şekilleri hakkında "Yunan Mezâlimi" adlı kitaba
alınan raporlarda teferruat vardır. Meselâ, erkekleri kahveye doldurarak yarım
saat makinalı tüfek ateşine tâbî tutulan Muratoba
köyünde, kadınlar da câmie doldurulur; gaz döküldükten sonra mabet, ateşlenir.
Cihan köyünde, süngü ve kurşunlardan kurtulanlar da, Hacıosman'ın evine sokulup
yakılmışlardır. Yalova'ya bağlı
olması lâzım gelen Kocader-i bâlâ'da
ise, dokuz kişi çeşitli işkencelerden sonra, "köyün diğer sakinleri, kendi
evlerine hapsedilmiş ve evler ateşe verilerek içeride yakılmaları şeklinden
telâfi edilmiştir. "Bu ateş oyunlarının daha korkunç şekilleri var; yine
bu raporların birinden öğreniyoruz ki, Yalova'nın Çınarcık nahiyesinde
"bir taraftan ateşe verilen evler tutuşurken Yunan askerleri süngülerinin
ucuna taktıkları küçük bebekleri kuzu kızartır gibi ateşlere tutmuşlar, genç
kızların memelerini keserek kebap etmişlerdir. " Bunlar; yalnız dirileri
değil, ölüleri de yakıyorlardı: "Gemlik
meydanında Müslümanlar'dan 7 - 8 ölü üst üste yığılmış ve gaz kâfi gelmediği
için ancak ikisi yanmış, diğerlerine bir şey olmamıştı. " Cihanköyü'ndeki tüyler ürpertici hadiseyi
de anlatalım: Burada 5 yaşına kadar olan küçük çocuklar toplanır, iki şilteye
dökülen gaz ateşlenir, yavrular annelerinin gözü önünde süngüye takılıp ateşe
atılırdı. Hep Balkan Harbi'nde Rumeli'nde geçen vakalar.
Ey, Vietnam'daki "insan kardeşleri" için manzumeler yazan
Türkiye Çocuğu, Türkiye'de ateşler alında kalmış olan şehirleri, kasabaları,
köyleri, insanları, insan vücudundan koparılmış et parçalarını ne çabuk unuttun
da, Okyanusun ötesindeki insanlar için dertlenmeğe vakit buldun. Yoksa hiç mi
öğretmediler? Bizimkiler için de bir damla gözyaşın yok mudur?
Marmara
Bölgesi'ndeki Yunan Mezâlimi yalnız yangın çıkartmaktan ibaret kalmamıştı:
Soygun, katliam, işkence, çeşitli cinsi saldırganlıklar, suretinde kendini
göstermiştir.
En hafifinden başlayarak bunlara bir
göz atalım: Soygun, Karamürsel'in
biraz ötesinde bulunan Ereğli'de mal olarak taşınabilecek herşey götürülmüş;
götürülmeyenler de, dükkanlardan sokaklara saçılmıştır. Bir Fransız askeri,
izmit'te yerli Rum'dan bir çeteyi yakalar; tahkik heyetine getirir: Rûm'un
sırtında Yunan askerine âit çantada "120 tane kadın bileziği, 700 altın ve
külliyetli miktarda banknot" bulunur. Bu durumu tesbit eden
raporda:"Almak salâhiyetimiz olmadığı hâlde çantayı İzmit mıntıkası müttefik
kuvvetleri kumandanı olan Yüzbaşı M.
Jaseph Gerald'da teslim ettik" deniyor. Yine İzmit'le ilgili sayfada
bütün evlerin "talan" edilmiş olduğu anlatılıyor. Hey'et; Çeltikçiler Köyü'ııde, Yunanlıları,
"talan" ettikleri malları, katırlara yükleyip kaçarken görmüştü.
Narlı, Karacaali köylerinde, ahaliye
ödemeyecekleri kadar para cezası yüklemiş; bilâhere de, kadın-erkek, bu
köylerdeki bütün halkın üzerlerinde ne varsa alınmıştı. Cihanköy ahalisinin katliâmı da, yine ödenmesi istenen 4000 altının
köy halkı tarafından temin edilememesi üzerine başlar. Çakıllı köyü, başka bir yağma yeridir.
Çınarlı
Köyü halkının mukavemetsiz soyulması, yerli Rumların hususî bir hilesi
eseridir. Tahkikat heyetinin uğradığı köylerden birinde, yegâne sağ kalan bir
çoban, silah aramak bahanesiyle evlere giren Yunanlı lann yükte hafif pahada
ağır ne varsa hepsini götürdüklerini ifâde etmiştir. Yalova'ya bağlı Kelek, Zindanköy, Uzunpınar, Müselim, Çalcıköyü,
Delipazar, Salucak, Dağıstanî, Reşadiye, Kirazlı ve Yurattan köyleri; Yunan
kumandanının emri ile tamamen soyulmuştu. Kandıra'da postahane, hükümet konağı
önce soyulur, sonra yakılır. Bu soygun vakalarının çok korkunç bir örneğini
Yunan Mezâlimi adlı kitaptan nakledelim: "Kocadere-i bâlâda hey'et
tarafından yakalanan bir Yunanlı'nın parmağında bir avuç kınalı kadın parmağı,
bilezikler, altınlar çıkmıştır. "
Derecesi
hafif sayılacak ikinci bir zülüm örneği, insanları çırılçıplak hale koymak
oluyor. Onunla kalsalar... Mâmafıh bunların iki örneğini zikretmekle
yetinelim: "31 Mayıs günü Hamidiye
Köyü'ne giren 200 Yunan askeri evvelâ evlere saldırmış, bütün halkı anadan
doğma soymuş...", sonra... sonrasını aşağıda okuyacaksınız. Orhangazi'de de, çırılçıplak hâle konan
Müslüman ahaliye revâ görülen ikinci işkence, bunların kırbaçla dövülmesidir.
Türk'e Türk eliyle zulümde bulunmak için de gayret sarf ediyorlardı. Aşağıda
çok iğrenç bir örneğinden bahsedeceğimiz bu hadiselerin bir kısmı da
Orhangazi'de geçmişti. Ellerine sopalar verilen Türk erkekleri kendi karılarını
dövmek için zorlanmıştı.
Fakat bu çeşit hafif hadiseler
üzerinde durmayalım; Türk milletini toptan yok etmek için nasıl korkunç bir
sistem uygulamıştır? Ona bakalım: Orhangazi'de, yangından kurtulan beş evden
biri, üst üste yığılmış Türk cesetleriyle doluydu. "Heyet âzâları",
işitilen inleme sesleri üzerine, kan içindeki bu cesetleri birbirinden ayırarak
sağ kalanları kurtarmak istediler. "Ancak nabızları durmak üzere olan bir
ihtiyarla 16 yaşında bir delikanlı bulundu. Gözleri açık kalmıştı. Sanki
yaşıyordu. Biraz ileride kamından bağırsaktan dökülmüş bir genç kadın cesedi
vardı. İki adım ötesinde başsız bir çocuk bulunuyordu. "
Narh,
Kapaklı, Karacaali'de kadın, erkek ayrılığı gözetmeksizin, bütün insanlar
kurşuna dizilmişlerdi. Bir rapor, Hamidiye
Köyü'nde, erkeklerin, kasatura ve baltalarla öldürüldüğünü; çocukların,
süngülerle delik deşik edildiği bildiriyor. Muratoba Köyü erkekleri de, dolduruldukları kahvede, yarım saat
süre ile makinalı tüfek ateşi altında kalmışlardı: Aynı silahlar, zaman zaman
camiden kaçmak isteyen kadınlara da çevriliyordu. Armutlu'ya bağlı Sultaniye
Köyü'nde "Yunanlılara itiraz eden ve teslim olmayan. . kadınlar...
erkeklerin yanma getirilerek gece yarısı birbirlerinin yanında kurşuna
dizilmişlerdi". Elmalı'da
kapılar, pencereler ateş altında tutulmuş, câmiye doldurulan erkekler yangınla,
câmi kapısına çevrilen dört makinalı tüfeğin ateşleriyle imhâ edilmişlerdi.
Öğleye doğru tekrar gelen Yunanlılar kadınlar ve sağ kalan birkaç kişiyi de
öldürmüşlerdir. " Bu şekildeki canavarlık Pomak, Gacik, Gökçedere, Delipazar, Kirazlı, Ortaburun, Kocadere-i zîr,
Kocadeıe-i bâlâ, Paşaköyü ve Özpınar köylerinde aynen tekrar edilmiştir.
"Orhangazi ahalisini de, -orada
öldürdükleri hariç- çeşitli işkencelerden sonra, Gemlik'e doğru yola çıkarılıp Değirmenciboğazı'nda
imhâ edilmişlerdi. " "Yunan Mezâlimi" adlı kitaptan başka bir
cümle iktibas edelim:"Köy halkını tek sıra dizerek câmiye sevk etmişler ve
câmi kapısında, her içeri girene rastgele süngü saplamışlar, gaz bulamadıkları
için câmii yakamayan haydutlar sonra halkı çıkarıp köy meydanında üzerlerine
yaylım ateşi açmışlardır. " Burada söz konusu edilen köy, Çakıllı'dır. Cihanköyü halkının
şadravan denilen semtte imhası da, hepsinin çırılçıplak hâle konmasını takip
etmiştir.
Hey'et raporuna, yeniden göz atalım:
"Aynı gün" (19 Ekim 1921)
"Yeniköy'de gördüğümüz manzara
hakikaten, dehşet verici idi. Bu kadar insan başının bir köye nasıl âit
olacağına inanamadık. Başlar, yollara âdeta serpilmiş gibi, çiğnememek için
aralarından dikkatle geçmeğe çalışıyorduk. " Türk'e Türk eliyle zulmetme
hadisesi, yeniden karşımıza çıkıyor: Dontluca'da
gözlerini oydukları erkekleri karılarına süngü vermek suretiyle, onların eliyle
öldürmüşlerdir. Heyet raporlarının birinde, "şimdiye kadar
karşılaşmadığımız değişik işkence şekillerinden biridir" diye
vasıflandırılan başka bir vaka var: Bu da, Yunanlılar'ın Yalova'ya bağlı Çınarcık
nâhiyesinde, Türkleri ikişer ikişer sıralayıp birine bıçak vererek
karşısındakini öldürmeye zorlamalarıdır. Yine aynı köyde "birçok cesetler
sürüklenerek İskele Meydanı'nda
açılan bir çukura doldurulmuş, bir kısmı da... giriş yollarının kenarındaki
hendeklere" atılmıştır.
Kocadere-i
zîr, Kocadere-i bâlâ köylerinde, çok küçük çocuklar da dahil olmak üzere,
bütün Müslümanlar'ın çeşitli yollarla imhâ edildiğini öğreniyoruz.
İzmit'teki
muazzam katliam hazırlıklarının haberi, dört gün önce İstanbul'daki
"müttefik kuvvetler kumandanlığı"na bildirilmişti. Tahkik heyetinin
Gülnihal vapuru ile İzmit'e gelmesi, bu ihtar üzerinedir. Bu şehirde bir günde
7400 insan öldürülür; heyet ancak üç yüz altmışının ismini tesbit edebilir.
Kaçanların dışında, üç bin kişinin kurtulması da, Fransız papazı Pierre Panait'in, kilise karşısındaki altı Türk
evinden gelen feryatları duyması üzerine, diğer Müslüman mahallelerini,
kendilerini bekleyen âkibetten haberdar edip gelenleri, Fransız okuluna alması
yüzündendir. Yerli Rumlarla Yunanişlar, bu binayı da "havaya"
uçuracaklarmış. "Fransız yüzbaşısı
Nicol Jayers, Amerikan kumandanıyla birleşerek okulun etrafını müttefik
askerlerle dört kordon hâlinde çevirmiş. Yunanlılar yaklaşmaya cesaret
edememişler. "Bu şehirdeki katliam, o dereceyi bulmuş ki, Yunanlılar,
rıhtıma yakın bir sokaktan koşarak çıkıp kendilerini denize atan üç dört kişiyi
dahi tüfek ateşiyle öldürmüşlerdi."
Karamürsel
yakınındaki Ereğli ahalisi, Yunan
zırhlısı Kılış'ın topları önünde dağlara kaçmış; heyet, bu kasaba sokaklarında
ancak on üç ceset görebilmişti.
Şimdi
çok korkunç olan iki müşahadeyi nakledeceğim: Birincisi, tahkik heyetinin
Narh, Kapaklı, Karacaali incelemelerini tamamladığı sıraya rastlar. "Yunan Mezâlimi" adlı kitapta
yazıldığına göre: "Bu köylerde yapılan tetkikler sona erince bitaraf heyet
tekrar zırhlıya dönmüş ve 16 Mayıs 1921'de
sahil boyunca yavaş yavaş seyrederek yer değiştirmişti. Gemide bulunan İtalyan mümessili dürbünle sahili
tarıyor, yamaçlarda, dere aralarında yanan, köyleri gözetliyordu. En yakın
köyde tetkikler yapmak için komisyon üyeleri sahile çıktılar. O sırada alevler
dolu sokaklar içinden bir insan fırladı. Bu bir çobandı. Heyet, bu adamı
çağırarak kendisinden, mâlumat istedi. Dehşetinden gözleri dışarıya fırlamış,
yüzü sapsarı olmuş genç adam ilk iş olarak sağ tarafta bir şeyi işaret etti.
Dönünce insan başlarından vücuda gelmiş küçük bir tepecik görüldü..."
Bu
kitaptan, Türkleri öldürürken uygulanan usuller, kullanılan vasıtalar hakkında
bir liste de çıkarmak mümkündür; ben, birkaçını sayacağım: Süngü ile, balta
ile, el bombası ile, yakılmak suretiyle, kazığa vurularak, başı kesilerek,
kopartılarak..
Şimdi
Marmara Bölgesi'nde Türklere revâ görülen diğer işkence çeşitlerine göz atabiliriz:
1.Bunların
en hafifi; Türklerin, angarya işlerinde
kullanılmasıdır. Ehemmiyetinden dolayı, bir örnek vermekle yetineceğiz:
Gemlik civarında, sağ kalan Müslüman erkeklerine bu işkence uygulanmıştır.
2.Azayı,
vücuttan ayırma. Bunların çeşitlerine rastlıyoruz:
a)
Ençok göze çarpan, başın, gövdeden
ayrılmasıdır: Orhangazi sokaklarında böyle bir çocuk cesedi bulunur. Tahkik
heyeti, girdiği sahil köylerinden birinde, kesilen başlardan meydana gelmiş bir
tepecikle karşılaşmıştır. Bu köyle ilgili rapor, yolun sağ tarafında bulunan
diğer bir baş yığınını da bildiriyor. Yeniköy'de, vücutlarından koparılmış
başlar, yollara, "serpilmişcesine" bir yer kaplıyordu. Çınarcık
Köyü'nden Celal Efendi, başı kesilmek suretiyle öldürülmüştü. Eserde, bu
başların kesiliş tarzı ile ilgili bilgi verecek işaretler de var: Peşkeş Hacı
İsmail Köyü'nde, "altı Türk sokak ortasında bir iple bağlanarak yan yana
yatırılmış ve koyun gibi boğazlanmıştı" .
b)Yunanlılar'ın,
Türkler'e revâ gördükleri diğer bir işkence de, onların kollarını, bacaklarını
koparmalarıdır: Çakıllı Köyü'nde Durmuş adlı bir çocuğun, kasatura ile
kollan kesilir. Yeniköyü kaplayan cesetlerin, çoğunda kol ve bacak kalmamıştır.
Çınarcık Köyü'nden İbrahim Çavuş; kol ve bacakları kesildikten sonra
öldürülmüştür. İzmit sokaklarında, "bacakları kesilmiş genç kadınlar,
kolları koparılmış kızlar, beşik bebekleri karmakarışık hâlde idi. "Uzvu
vücuttan ayırma, yalnız kolların koparılmasında kalmaz, parmaklara kadar iner:
Kocadere-i bâlâ'da bir Yunan askerinin çantasında kınalı kadın parmaklan
bulunmuştur. İzmit sokaklarındaki cesetlerde de parmak kalmamıştır.
c)Vücudun muhtelif yerlerinden etler koparmak, vücudu doğramak.
Elmalı Köyü Okulu Müdürü İbrahim Efendi; önce dövülmüş, sonra vücudunun
muhtelif yerlerine bıçaklar saplanmış, gövdesinden parçalar kesilip Türklerin
üzerine atıldıktan sonra da öldürülmüştür. "Kocadere-i zîr köyünde 70
yaşında bir kadının doğranmış parçaları bir yığın haline getirilmiş ve kesik
başı bu yığının üstüne konmuştu. "
d)Rumeli'nde
kulak, burun kesme âdeti, İzmit sokaklarını dolduran cesetlere de
uygulanmıştır.
e)Yunanlılar,
girdikleri yerlerde, memeleri, cinsiyet organlarını bile kesiyorlardı: Çınarcık
Köyü'nde, genç bir kızın memeleri; Küçükaşağı, Büyükaşağı, Bucaklı köylerinde,
ağaçlara asılan sekiz kişinin de, -bunlar, öldürülmeden önce- cinsiyet azalan
kesilmişti.
Kesilen, kopartılan azâların çok ve
çeşitliliğini anlatmak için Maurice
Gehri'nin İzmit'le ilgili raporundaki bir cümleyi iktibas edelim: "Bir
çocuğun çamurla oynaması gibi Yunanlılar, bu cesetlerin üzerinde oynamışlardı.
"
3.Bu
istilâ sırasında uygulanan işkence çeşitlerinden biri de, vücuda âit bir kısım,
kesici veya sivri aletlerle oyulmasıdır: İzmit'te gözler oyulur. Hamidiye Köyü'nde "çocuklar, süngü
ile delik deşik edilir". Çınarcık
Köyü'nden Nerime'nin vücudu süngü ile oyulmuş, masum yavru; bundan sonra
öldürülmüştür. Yeniköy'deki kadın cesetlerinde de, vücudun cinsiyetle ilgili
kısmının oyulmuş olduğu görülmüştür. Yunanlılar, bu arzularını tatmin için,
işi, ölüyü mezardan çıkartmaya kadar götürmüşlerdir. Rodosta köyünde, yeni
gömülmüş bir çocuğu, süngüye takmak için mezarından çıkarırlar.
4.Vücudun
oyuk, kesik, açık yerlerini veya kendi elleriyle oyulmuş kısımlarını, başka bir
madde ile kapayıp tıkamak da diğer bir işkence usulüdür: Orhangazi
sokaklarında ağzına el bombası sokulmuş bir ceset bulunur, Yeniköy'de bir genç
kızın memeleri oyularak yerlerine tahta parçalan sokulmuştur. Kocadere-i
bâlâ'da, -süngülenenleri hariç- "çocuklar kucaklarında bulundukları
annelerinin bıçakla karınları yarılarak içine gömülmüş... vaziyette
bulunurlar".
5.Parçalama
ve doğrama. Sultaniye Köyü'nden Hesene, ölmek üzere bulunan yaralı kocasına
su verdiği için parça parça edilmiştir. Adapazarı'na bağlı Karakiraz Köyü'nde
Bayram Ali aynı şekilde öldürülür. Doğramada kullanılan vasıta, özellikle
baltadır: Çınarcık'tan Arnavut Mehmet Çavuş'un ailesini eden dokuz kişi;
Kocadere-i bâlâ'dan İsmail Reis, Hüseyin karısı Ayşe, Yörük Hüseyin;
Büyükhatipli Köyü'nün bütün erkekleri bu tarzda imhâ edilirler.
6.Başka
bir işkence yolu da, başın, taşla ezilmesidir: Kocadere-i bâlâ'dan Arnavut
Hüseyin, Rodosto Köyü'nün imamı bu usulle öldürülmüştür.
7.Ağaca veya tavana asarak öldürme İzmit'te Muhtarzâde Emin, "kızının
götürülmesine mani olmak istediği için evinin önünde ağaca" asılmıştı.
Küçükaşağı. Büyükaşağı, Bucaklı köylerinde Hüseyin, İbrahimali, Atlamacı İbrahim,
Hasan Çavuş, Recep, İsmail adlı kimseler ağaçlara asılırlar, üzerleri
soyulduktan sonra, en hafifi kırbaçlamak olmak üzere. türlü işkencelerle
öldürülürler. Tekkeler Köyü'nden on beş genç kız, ayaklarından ağaçlara asılmışlar,
uzun işkencelerden sonra öldürülmüşlerdir. Kantarcılar köyünde, ağaç, yerini
tavanla değiştirir: Bu köyde, altı evin kadınları, ayaklarından tavana
asılmışlar: "yalnız dizlerinin aşağısı" kalmak suretiyle,
vücutlarının diğer kısımları "lime lime" edilmiştir.
8.Kazığa
vurma. Yunanlılar, Marmara Bölgesi
Müslümanları'na bunu da revâ gördüler: Çınarcık Köyü yolu üzerinde, bir ailenin
dört ferdi kazığa vurulmuş şekilde bulunmuşlardır. Köyün içinde Celâl
Efendi'niıı dört yaşındaki torunu Nigâr, Nigâr'ın ablası Faika, -bunların adı
kitapta geçmeyen- diğer ablaları aynı akibete uğramışlardır.
9.Katmerli
işkenceler. Bayramiç'ten üç saat
uzakta bulunan Tepeler Köyü'nde,
İsmail ile karısına dört işkence birlikte uygulanır: Yunan askerleri tarafından
ölüm derecesinde dövülen bu karı-koca kumandana müracaat ederler; o da önce
dillerini kestirir, sonra kazma ile kendi mezarlarını kendilerine kazdırır,
nihayet bu zavallıları diri diri gömdürerek üzerlerine büyük taşlar yığdırır.
"Yunan
Mezâlimi"nin Marmara Bölgesi'ndeki en korkunç tezahürü, cinsiyetle
ilgilidir.
Girdikleri yerde ırza tecavüz, bahse
bile değmez, ehemmiyetsiz bir hâdise hâlini almıştır: Cihanköyü, Dontluca ve
Reşadiye'den Gemlik'e sevk edilen kafiledeki kadınlar, yaylım âteşine
tutulmadan önce, bu muameleye uğramışlardır. Kitapta, Dontluca'dan
bahsedilirken: "Yapılan cinsî sapıklıklar sonsuzdur" deniyor. Adapazan'na bağlı Berşika, Cebecioğlu, Erenler, Şeyhler Köyü, Peşkeş
Hacı İsmail Köyü gibi yerlerde cinsî tecavüzler ziyâdedir. İmranlar Köyü'nde ırzlarına tecavüz
maksadıyla toplanan kadınlardan karşı koyanlar, doğranırlar. "Kantarcılar Köyü'nden Çakırlı
Hüseyin'in karısını, kızlarını, baldızını dağa kaldırıp şenî emellerine âlet
ettikten sonra, çırılçıplak ve kanlar içinde gece yarısı köye yollarlar."
Aynı köyün diğer kızları yirmişer Yunanlı tarafından kirletildikten sonra
başlan kesilmek suretiyle öldürülür. Çubuklu'da
camiye doldurularak malûm muameleye tâbi tutulmuşlardır. Hamidiye köyünün kızları kirletilir. Bilinmeyen yerlere kaçırılan
kadınlar arasında, Adapazarlı
kızlarından da bahsedilmiştir.
Yunanlılar;, hakaret derecesini
artırmak için, bu işi erkekler karşısında yapmayı tercih ediyorlardı: Narlı,
Kapaklı ve Karacaali'de kadınlar, 200 Yunan askeri tarafından çevrilip
kocalarının karşısında tecavüze uğrarlar. Kocadere-i bâlâ'dan büyük bir sal
içinde İstanbul'a kaçmakta olan 230 kişilik bir Türk kafilesi, Yunan askerleri
tarafından yakalanıp sahile çıkarıldıktan sonra; bunların imhalarıyla son bulan
çeşitli işkencelerden biri de, erkeklerin gözleri önünde, genç kız ve kadınlara
tecavüz edilmesidir. Yalova'daki
Yunanlılar, Kelek, Zindanköy, Uzunpınar, Müselim, Çalcıköy, Delipazarı,
Salucak, Dağıstanî, Reşadiye, Kirazlı, Yurtan köylerine ikinci
saldırışlarında, bu yerlerde ne kadar genç kız varsa hepsini Çalcıköyü'ne toplanmışlar;
"evlerden getirilen yataklar ağaçların altına serdirilmiş ve erkekler de
toplu hâlde oraya getirilerek kurşun tehdidi altında yapılan âlemleri seyre
mecbur tutulmuşlardır".
Bu tecavüzlere, yalnız genç kadın ve
kızlar alet edilmiyordu: Bazan cinsî sapıklık bazen hakaretin derecesini
yükseltme arzusu, onları küçük kız çocuklarıyla ihtiyar kadınlara da
yöneliyordu: Kocadere-i bâlâ köyünde Muhacir Abdullah'ın sekiz yaşındaki kızı Nermin, ırzına tecavüz
edildikten sonra öldürülmüştü. Tahkik heyeti, Orhangazi'de gübre yığınları
üstünde, ırzına tecavüz edilmiş, güçlükle konuşulabilen bir kız çocuğuna
rastlar. Gemlik'e bağlı' Pazar Köyü'nden, yaşı 60'ı bulan Nuriye
Hanım, kocasının gözü önünde altı Yunanlı askerin tecavüzüne uğrar (Sonra da bu
koca, karısının gözü önünde kıtır kıtır kesilmiştir). Orhangazi'de 70 yaşındaki
Sebile Hanım da, bu hakarete maruz kaldıktan sonra öldürülmüştür. Aynı
kasabanın sokaklarında cesedine rastlanan 60 yaşındaki Huriye Hanım da, bu
muameleden kurtulamamıştır.
Kadınları soyup sokaklarda çıplak
dolaştırmak, basit bir eğlencedir: Şahinburgaz
köyünde Esma'nın başına bu da gelir; ettiklerine gülmeyenler de süngü ve
kasatura ile yaralanırlar.
Daha iğrenç bir şey ister misiniz?
Çınarcık köyünde "Yunanlılar erkek evlatlarına annelerini peşkeş çekmek
istemişler, fakat ölüm pahasına bu işi yapmayan delikanlılar süngülerle
öldürülmüşlerdir".
Memeleri kesilen kadın ve kızların,
cinsiyet organları kesilen erkeklerin hesabı yoktur: Çınarcık Köyü'nde genç
kızların memeleri kesilmiş, ateşte pişirilmiştir. Kocadere-i bâlâdan Muhacir
Abdullah'ın kızı Hasibe; hem memelerini hem başını kaybeder. Başka bir vesile
ile de söyledik: Yeniköy'de on üç yaşındaki bir kızın memeleri oyulup yerlerine
tahta parçaları sokulmuştur.
Erkeklerin edep yerlerini kesmekle
kalmamışlardı; kadın cesetlerini de bunlarla tahkir ediyorlardı: Nitekim
Yeniköy sokaklarından birinde, "70 yaşındaki bir kadın cesedi üzerinde,
erkek organları bulunmuştu". Esasen bu köy sokaklarında dağılan cesetlerin
hemen hepsinin cinsiyet âzâları kesilmiş veya oyulmuştu. Çınarcık köyünden
Mehmed, edep yerlerinden mahrum edilir. Kocadere-i bâlâ'dan Muhacir Abdullah,
bir yandan edep yerleri kesilmek, diğer yandan süngü ile karnı deşilmek
suretiyle öldürülür. Kiiçükaşağı, Bıiyükaşağı, Bucaklı köylerinde ağaçlara
asılan Hüseyin, Ali, Aşlamacı İbrahim, Hasan Çavuş, Recep, İsmail adlı
şahısların karşılaştığı muamele, korkunçluğu nisbetinde de iğrençti): Bunların
malûm azalan kesilir; karılarının gözleri önünde, " birbirlerine"
çiğnetilir.
İzmit'te genç kadın ve kızların gece
vakti evlerinden çıkarılış tarzlarını, doldurduktan hamamlarda başlarına gelen
hadiseleri, bu hamamlardan çıkarken ne hallere girmiş olduklarını yazmıyorum.
İsterdik ki bir teki
kalmamacasına bütün Türkler imhâ edilsin
Yalnız Yalova'da bulunan Yunan subayı Papa Grigor'un öldürdüğü
Türk sayısının 6500'e yükseldiğini bildirirsem, güdülen niyetin ne olduğu anlaşılır.
Mâmafıh İznik'te başpiskopos Vasilyus,
Ortodoks kilisesini ziyâret eden Maurice
Gehri'ye bunu, açık olarak ifâde etmiştir. Gehri bu din adamının: "Yunan ordusu, tedip hareketinde çok
mutedil davrandı. Ben ki asker değil bir din adamıyım. İsterdik ki bir teki
kalmamacasına bütün Türkler imhâ edilsin" dediğini yazıyor.
Marmara Bölgesi'ndeki "Yunan
Mezâlimi"nin derecesini anlamak için, Milletlerarası
Kızılhaç teşkilatı temsilcisi olan M.
Gehri'nin şu cümlesini okumak yeter: "Bir
insanın veya bir milletin bu kadar vahşi olabileceğine inanmak güçtür. İzmit sokaklarını gördükçe buraya insandan
başka bir felâketin geldiğini zannediyorum. "Bu ve benzeri felâketlere
âit teferruat, "Sebil
Yayınlan" arasında yer alan kitapta rapor, fotoğraf nevinden çeşitli
vesikalarıyla ortaya dökülmüştür.
Bu
yurdun şâirleri, çeşitli eğilimlerle gözünü Vietnam gibi uzak ülkelere
çevirebilir. Devlet, çok ince olan diplomatik düşüncelerle, bu konuları dile
almaktan çekinebilir. Bunlardan korkmamak lâzımdır. Asıl korkulacak şey, büyük
halk kalababalığının işi unutmasıdır.
Yeni
İstanbul Gazetesi-1966
Kaya Bilgegil, Kaya
Bilgegil’in Makaleleri, Haz.Zöhre Bilgegi, Ankara, 1997, s.130-155
Ayrıca Yunan Mezalimi ile
ilgili şu kaynaklara bakılabilir:
Prof.Dr.Mustafa Turan, Yunan
Mezalimi (İzmir, Aydın, Manisa, Denizli–1919–1923), Atatürk Araştırma Merkezi
Yayınları, Ankara 1999.
Prof.Dr.Zafer Çakmak, İzmir ve
Çevresinde Yunan İşgali ve Rum Mezalimi, Yeditepe Yayınevi, İstanbul 2007.
Türkiye’de Yunan Fecâyiî,
(Yayına Hazırlayanlar: Mustafa Turan, Süleyman Özbek, Zahit Yıldırım), Berikan
Yayınevi, Ankara 2003.
Arşiv Belgelerine Göre
Balkanlarda ve Anadolu’da Yunan Mezalimi,Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel
Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, Heyet, Ankara, 1995.
Balkanlarda Yunan ve
Bulgarların Balkan Savaşları sırasında oradaki Türklere yapmış olduğu zulümleri
bir hikaye formatında okumak isterseniz, Ömer Seyfettin’in Beyaz Lale adlı
hikayesini okumanızı tavsiye ederim. Orada da
kan donduran olayları okurken büyük bir hüzün kaplayacaktır içinizi.