Bu Blogda Ara

Türk Dili ve Edebiyatı sitesi, Edebiyat derslerine yardımcı,

20 Ekim 2008 Pazartesi

DÜZ YAZI TÜRLERİ

YAZI TÜRLERİ

Bir yazının biçimsel ve içerikle ilgili özellikle¬rine göre, girdiği bölüme o yazının türü diyoruz. Yazı türleri kalıplaşmış, demirbaş biçimler değil¬dir. Kimi türler birbirine iyice yaklaşır, birçok ben¬zerlik gösterir; kimileri de ötekilerden kalın çizgi¬lerle ayrılır.
Yazı türlerini üç ana grupta inceleyebiliriz:


I. YAZINSAL (EDEBİYATLA İLGİLİ) TÜRLER

1. ÖYKÜ (HİKÂYE)

Gerçek veya gerçeğe uygun biçimde tasar¬lanmış bir olayı, zaman ve mekâna bağlı olarak anlatan kısa yazılara öykü denir. Bu anlamda, öy¬kü serim, düğüm, çözüm bölümlerinden oluşur. Öykü, genelde bir olaya dayanır. Romanlarda olaylar oldukça geniş bir zaman dilimine yayıl¬masına rağmen, öykülerde zaman daha kısadır. Öyküdeki olaylar, belli bir mekanda geçer; birinci şahıs ya da üçüncü tekil şahıs ağzından anlatılır.
Dünya edebiyatında iki ayrı tarzda öykü an¬layışı vardır:

a) Olay Öyküsü:

Bu tarz öykülerde anlatılan olaylar kişi, za¬man ve mekan unsurlarına bağlı olarak verilir. Merak unsuru ön plandadır. Giriş bölümünden sonra olay veya olaylar gelişmeye başlar, merak unsuru yoğunluğunu artırır, düğüm ya da düğüm¬ler atılır. Sonuç bölümünde ise düğümler çözülür, merak giderilir ve oiay bir sonuca bağlanır. Bu teknik, Fransız edebiyatının önde gelen isimlerin¬den Guy de Maupassant (Guy dö Mopasan) tara¬fından geliştirildiği için bu çeşit öykülere "Ma¬upassant tarzı öykü" de denir. Edebiyatımızda Ömer Seyfettin bu tarza uygun öyküler yazmıştır.

b) Durum (Kesit) Öyküsü :

Durum (kesit) öyküsünde anlatılanlar bir so¬nuca bağlanmayabilir ve böylece okuyucu üzerin¬de farklı çağrışım ve izlenimler yaratılır. Kişiler, yer
ve zaman gibi unsurlar genellikle sezdirme yoluy¬la okuyucuya anlatılır. Öyküde esaslı bir olay yok¬tur. Bu tarz öykülere, ünlü Rus hikayecisi Anton Çehov tarafından yaygınlaştırıldığı İçin "Çehov tarzı öykü" de denir. Edebiyatımızda Sait Faik Abasıyanık ve Memduh Şevket Esendal bu tarz¬da öyküler yazmıştır.

Türk edebiyatında öykü:

Türk edebiyatında Batılı anlamdaki ilk öykü¬ler Tanzimat döneminde yazıldı. İlk öykü yazarları, Ahmed Midhat, Emin Nihat, Samipaşazade Sezai ve Nabizade Nazım'dır. Türk öykücülüğünü yet¬kinliğe kavuşturan yazar ise Halit Ziya Uşaklıgil oldu. Edebiyat-ı Cedide döneminde öykü türünde yalın diliyle dikkat çeken Uşaklıgil, titiz gözlemcill-ğiyle gerçekçi öykü geleneğini başlatan yazardır. Bu dönemin diğer yazarları Hüseyin Rahmi Gür¬pınar, Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit Yalçın ve Ah¬met Hikmet Müftüoğlu idi.
Meşrutiyet'in ilanından sonra gelişen yeni edebiyat akımıyla birlikte öyküde toplumsal ve si¬yasi sorunlar işlenmeye başlandı. Türkçede ya¬bancı sözcüklerin temizlenmesi, yazında konuş¬ma dilinin hakim olması, taşra yaşamının gerçekçi bir üslupla edebiyata taşınması gibi özelliklerle bilinen bu dönemde Ömer Seyfettin, Türk öykü¬cülüğünde yeni bir çığır açtı. Onu Halide Edip Adıvar, Reşat Nuri Güntekin, Refik Halit Karay iz¬ledi. Sabahattin Ali, Kenan Hulusi Koray, Mem¬duh Şevket Esendal Cumhuriyet dönemi öykücü¬lüğünü hazırlayan isimlerdir.
Cumhuriyet dönemi, 1930'lar sonrasını kap¬sar. Bu dönemde alışılmışın dışında bir öykü dün¬yası kuran Sait Faik Abasıyanık, Halikarnas Balık¬çısı (Cevat Şakir Kabaağaç), diyalogların usta ya¬zarı Orhan Kemal, Samet Ağaoğlu,Tarık Buğra, Haldun Taner, Kemal Tahir ve Ahmet Hamdi Tan-pınar öykü yazarları olarak ön plana çıktı. Günü¬müzde Türk öykücülüğü geniş bir konu ve üslup zenginliğiyle sürmektedir.

3. ROMAN

Olmuş ya da olabilecek birtakım olayların gerçeğe uygun bir biçimde, zaman, mekân ve kişi unsurlarına bağlı olarak anlatıldığı yapıtlara roman denir.
Roman, bizim edebiyatımıza Batı edebiya¬tından girmiştir. İlk olarak Fransız yazarı Fene-lon'un "Telemak" adlı eseri Yusuf Kamil Paşa ta¬rafından Türkçeye çevrilmiştir. Şemsettin Sa¬mi'nin "Taaşşuk-u Talât ve Fıtnaf'ı İlk yerli romanımızdır. Türk romanı asıl Tanzimat döneminde gelişti. Recaizade Mahmud Ekrem'in "Araba Sev¬dası" yeni teknikler kullanılan Batılı anlamda türü¬ne en yakın ilk Türk romanıdır.
Servet-i Fünun edebiyatı döneminde ilk usta romanlar ve romancılar kendilerini gösterdi. "Sa¬nat sanat içindir" tezini savunan bu yazarlar aşk ve acıma gibi konuları İşledi. Halit Ziya Uşaklıgll bu dönemin en önemli romancısı sayılır. Uşaklı-gil'in "Aşk-ı Memnu" (1925) adlı romanı günü¬müzde de en başarılı Türk romanlarından biri ola¬rak kabul edilir.
1910'dan sonra milli duyguların ağır basma¬sıyla birlikte "Genç Kalemler" dergisi çevresinde Türkçülük akımı gelişti. Milli romanların yazılması bu dönemde başladı. Halide Edip Adıvar'ın "Vu¬run Kahpeye", Reşat Nuri Güntekin'ln "Çalıkuşu" romanları bu dönemin örneklerindendir.
Cumhuriyet döneminde çağdaş Türk romanı ortaya çıktı. Toplumsal ve sosyal gelişmeleri konu alan romanlar yazıldı.
Romanlar; konu, üslup, yazıldığı dönem ba¬kımından çeşitli türlere ayrılabilir.

*Üslup Bakımından Romanlar:

Romantik Roman:
Kişilerin duygularını, arzularını, düşüncelerini yalnızca kendilerine ait, içten gelen doğal ve ger¬çek olgular gibi görür. Örneğin Sir Walter Scott'un tarihsel romanları ve Goethe'nin "Genç Werther'in Acıları" romanı gibi.
Gerçekçi Roman:
Romantik romandan ayrı olarak kuru ve kuş¬kucu bir anlatım ve düşünce yapısı taşır. Balzac ve Stendhal'in romanları bu üsluptadır.
Doğalcı Roman:
Üslup bakımından gerçekçi romana benzer. Olanın olduğu gibi yazılmasını öngörür. Emile Zo¬la ve Guy de Maupassant romanları doğalcı ro¬manlardır.
Estetik Roman:
Belli biçim ve anlatım kaygıları ile yazılmış romanlardır. Gustave Flaubert, estetik romanın en önemli yazarıdır.

İzlenimci Roman:
Diğer üsluplardan ayrı olarak eşyanın ve dış olayların kendi nesnel gerçeklikleriyle insanların bunları algılama biçimleri arasındaki farkları orta¬ya çıkarmaya yönelir. Yani dış gerçeklerden çok, duyu ve duygulara, iç yaşantının betimlenmesine öncelik verir.
Dışavurumcu Roman:
20. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Dışavurumcu¬luk toplumsal kimliklerin reddedilmesi ve insan yaşamını belirleyen toplum karşıtı ya da uygarlık karşıtı güçlerin öne çıkarılmasıyla belirlenir. Dos-toyevski, Franz Kafka, Samuel Beckett ve Bertold Brecht'in romanları bu türün örneklerindendir.

*Konu Bakımından Romanlar:

Konusu bakımından romanları aşağıdaki gibi sınıflandırabiliriz:
Tarihsel Roman:
Uzak bir geçmişte yaşanan olayları konu alır. Ama tarihten daha derinlerde yatan insanla ilgili daha evrensel bir gerçeği araştırmak amacıyla da yazılmış olabilirler. Tarihi romanların örnekleri ara¬sında Walter Scott'un romanlarını, Tolstoy'un "Savaş ve Barış"ını, Stendhal'in "Parma Manastı¬rı"™ sayabiliriz.
Duygusal Roman:
İnsanın duygusal yaşamını yüksek ve özenli bir üslupla betimleyen romanlardır. Bazen bu tür¬de yazarın kendi duygularıyla, okurun duygularını sömürmesi ön plana çıkar. Fransız edebiyatında Madame de La Fayette'in "Prenses de Cleves" adlı romanı bu türe örnek gösterilebilir.
Gotik Roman:
Gotik roman, İngiliz ve Amerikan romancılığına özgü, 18. yüzyılın akılcılığına karşı çıkan bir tür¬dür. Karanlık, korkutucu, çılgınlıklarla dolu bir or¬tamda geçen kanlı, şeytani, büyülü olayları konu alır. Gotik romanın günümüzdeki uzantıları, bilim¬kurgu ve fantastik roman olarak gösterilebilir.
Psikolojik Roman:
Kişilerin ruhsal durumlarını ayrıntılarıyla çözümle¬meye çalışan romanlardır. Daha serinkanlı ve de
netimli oluşuyla duygusal romandan ayrılır. Abbe Prevost'un "Manon Lescaut" adlı yapıtıyla Fran¬sız edebiyatında açılan psikolojik roman çığırı, di¬ğer ülke romancılarını da etkilemiştir. Bizde Mehmet Rauf'un "Eylül"ü, Peyami Safa'nın "9. Hariciye Koğuşu" buna örnektir.

3. MASAL VE FABL :
Olağanüstü kahraman ve olaylara yer veren öykülere masal denir. Masal terimi öncelikle, söz¬lü geleneğin ürünleri olan halk öykülerini kapsar. Ama sözlü gelenekle ilişkisi olmayan edebi yönü ağır basan bazı yapıtlar da bu türün içinde yer alır. Halk masalları dört temel grupta toplanır: hayvan masalları, olağanüstü ve gerçekçi masal¬lar, güldürücü masallar, zincirlemeli masallar.
Hayvan masalları genellikle kısa masallardır. La Fontaine masalları bu türün en güzel örnekleri¬dir. Olağanüstü masallarda, olağan varlıkların ya¬nı sıra cin, peri, dev, ejderha gibi olağanüstü var¬lıklara da yer verilir. Gerçekçi masalların başlıca kahramanları ise padişahlar, vezirler, prens ve prensesler, zenginler, hırsızlar ya da haydutlar gi¬bi gerçek hayattaki kişilerdir. Güldürücü masallar, okuyan ve dinleyeni eğlendirmeyi amaçlayan ma¬sallardır. Zincirleme masallarda sıkı bir mantık bağıyla birbirine bağlanan, küçük ve önemsiz bir dizi olay art arda sıralanır.
Masalların, insan ve hayvan davranışların¬dan harekete geçerek toplumda görülen aksak¬lıkları yermek ve gerçek İnsanlara bir ahlak, dü¬zen dersi vermek gibi amaç güdenleri de vardır. Manzum olarak yazılan bu masallara fabl denir.
Bilinen ilk masalların Hintlilere ait olduğu ka¬bul edilir. Hint masalcısı Beydeba'nın "Kelile ve Dimne" adlı yapıtı masalların bilinen ilk kaynağı¬dır. Yunan edebiyatında Aisopos (Ezop) masalla¬rıyla ünlüdür. Batı'da La Fontaine ise fabl türü masalın en ünlüsüdür.

4. TİYATRO

Tiyatro, insan yaşamını söz ve eyleme daya¬narak anlatan bir gösterim sanatıdır. Toplumsal bir sanat olduğu için toplumsal yapı ve yaşamda¬ki değişmeler doğrultusunda tiyatro da gelişmiş, değişmiştir. Edebiyat tarihçileri, tiyatronun Eski Yunan'da, şarap tanrısı Dionysos adına düzenle¬nen törenlerden doğduğunu belirtmişlerdir.

Başlıca tiyatro türleri şunlardır:

a) Tragedya:

İlk örnekleri MÖ 6. yüzyılda Eski Yunan'da görülür. Klasisizm akımı içinde Fransa'da yeniden canlılık kazanmış 19. yüzyılın ortalarına kadar var-
lığını sürdürmüştür. Tragedya (trajedi), kısaca "acıklı olayları ele alıp anlatan oyun" olarak ta¬nımlanabilir.

Tragedyanın özelliklerini şöyle belirtebiliriz :
-Eser baştan sona ağırbaşlı, ciddi bir hava içinde geçer.
-Erdeme ve ahlâka büyük değer verilir.
-Konularını mitolojiden ve tarihten alır.
-Kahramanları tanrılar, tanrıçalar, krallar vb. varlıklardır.
-Diyalog ve koro bölümlerinden oluşur.
-Üç birlik kuralına (yer, zaman, olayda birlik) uygun yazılır.
-Vurma, yaralama, öldürme olaylarına sahne¬de yer verilmez.
-Şiirle oluşturulan; ağırbaşlı bir üslup kullanı¬lır.
■ Sophokles, Racine, Corneille... önemli ya¬zarlarıdır.

b) Komedya :

Olayların, durumların ve İnsanların gülünç yönlerini ortaya koyan oyun türüdür. Güldürerek düşündürmeyi amaçlar. Eski Yunan edebiyatında Aristophanes'in "Eşek Arılan"; Fransız edebiya¬tında Moliere'in "Gülünç Kibarlar" adlı yapıtları bi¬rer komedya örneğidir.
Konuları bakımından üç türlü komedi vardır:
Töre komedisi : Şair Evlenmesi (Şinasi)
Karakter komedisi; Cimri (Molière)
Entrika komedisi: Scapln'in Dolapları (Molière)
Komedyaların özellikleri şunlardır:
-Konularını günlük yaşamdan alır.
-Kişiler halk arasından seçilir.
-Halkın konuşma diliyle yazılır; soylu bir üslup kaygısı güdülmez.
-Birbirini izleyen diyalog ve koro bölümlerin¬den oluşur.
-Üç birlik kuralına uyulur.

c) Dram :
18. yüzyılda Fransız filozofu Diderot, Beau¬marchais ve bazı yazarların uzun tragedyaya kar¬şı çıkmaları, günlük olayları işleyen oyunları tercih etmeleri üzerine doğdu. Dram ismini de bu filo¬zoflar verdi. Dram türü oyunlar acıklı ve gülünç
olayları bir arada işliyordu. İngiliz yazar Shakes¬peare klasik tiyatronun üç birlik kuralını hiçe sa¬yan dramlar yazdı. Victor Hugo ise 19. yüzyılda Romantik dramın beyannamesi sayılan "Crom¬well" adlı yapıtının önsözünde bu türün özellikleri¬ni açıkladı.

Romantik dramla birlikte modern tiyatroya geçiş sağlandı. Romantik dramın başlıca özellik¬leri şunlardır:
-Üç birlik kuralına uyulmaz.
-Hem acıklı hem gülünç olaylar işlenir.
-Olaylar tarihten ya da günlük hayattan alına¬bilir.
-Kişiler her sınıf halktan seçilebilir.
-Yerli özelliklerin işlenmesine önem verilir.
-Her türlü olay sahnede gösterilebilir.
-Nazım veya nesir biçiminde yazılabilir.

5. ŞİİR

Şiir; zengin imgelerle (hülya, hayal), ritimli sözlerle; seslerin uyumlu kullanımıyla ortaya çı¬kan bir edebi anlatım biçimidir.
Şiir, bilgi aktarmak amacıyla yazılmaz. Şiir, bilgi değil, duygu aktarır. Duygulardan, imgeler¬den, düşlerden, özlemlerden oluşmuş bir yaşantı birikiminin ürünüdür. Ozan, şiiri aracılığıyla bu ya¬şantıyı okuyucuyla paylaşır.
Konularına göre şiir türleri şunlardır:
A) Epik Şiir:
Bir ulusun yaşamını yakından İlgilendiren, ta¬rih ve toplum olaylarına ait kahramanlıkları anla¬tan şiirsel öykülere epik şiir denir. Uzun manzum hikaye olarak en eski biçimleri destanlardır. Epik şiirde yiğitçe bir söyleyiş vardır. Bu şiirin konusu hem efsanelere hem de gerçek olaylara dayanır. Yapısında masalla tarih, gerçekle düş yan yana¬dır. Ayrıca "epope" de denilen epik şiirde tarihsel bir gerçek vardır.

*Epopeler iki türlüdür:
-Doğal Epopeler (Destanlar):
Çok eski çağlarda ulusların vicdanında derin izler bırakan olayların kuşaktan kuşağa aktarılma¬sı, daha sonra bir saz şairinin bunları derlemesiy-le oluşan destanlardır. Halkın ortak malıdır (ano¬nim). Başlıca doğal destanlar:
lliada ve Odysseia :.............Yunan edebiyatı
Şehname...........................Fars edebiyatı
Kalevala............................Fin edebiyatı
Mahabharata - Ramayana.....Hint edebiyatı
Le Cid....................................İspanyol edebiyatı
Nibelungen........................Alman edebiyatı
Chansen de Röland.............Fransız edebiyatı
Beovvulf...........................İngiliz edebiyatı
Igor........................................Rus edebiyatı
Şinto......................................Japon edebiyatı
-Yapay Epopeler (Destanlar):
Yeni ve yakın çağlarda herhangi bir tarih olayının bir ozan tarafından destan kurallarına uy¬gun olarak yazılmış biçimidir. Bunlar bireysel üründür. Başlıca yapma destanlar şunlardır:
Destan adı Şair - Ulus
Kaybolmuş Cennet........... Milton.......İngiliz
İlahi Komedya................. Dante........İtalyan
Çılgın Orlando................. Ariosto......İtalyan
Kurtarılmış Kudüs............. Tasso........italyan
Aenels.............................Vergilius....Latin
Türk Destanları :
Kronolojik sıraya uygun olarak İslamiyet ön¬cesindeki Türk destanları şunlardır:
Destan Adı Ait Olduğu Türk Topluluğu
Şu Sakalar
Alp Er Tunga Sakalar
Oğuz Kağan Hunlar
Bozkurt Göktürkler
Ergenekon Göktürkler
Türeyiş Uygurlar
Göç Uygurlar
İslamiyet'in kabulünden sonraki Türk des¬tanları ise şunlardır:
— Manas Destanı
— Battal Gazi Destanı
— Danişment Gazi Destanı
— Köroğlu Destanı
— Satuk Buğra Han Destanı
— Genç Osman Destanı (Kayıkçı Kul Mustafa)
— Üç Şehitler Destanı (Fazıl Hüsnü Dağlarca)
Bunlardan Manas Destanı, Kırgız Türklerine alt bir destandır ve 400 bin dizeden fazladır. İlk kez Rus bilgini Radloff tarafından ve Kırgız halkı¬nın ağzından derlenmiş olan bu destan, dünyanın en uzun destanı niteliği taşır.

B) Lirik Şiir:

Duygu ve düşünceleri coşkulu bir dille anla¬tan şiir çeşididir. Eski Yunan edebiyatında ozan¬lar şiirlerini "Lyra" denen telli bir sazla söyledikleri için, bu tür şiirlere lirik denmiştir. Türk edebiyatın¬da da "âşık" ya da "saz şairi" adı verilen halk ozanları şiirlerini hâlâ sazla söylemektedirler. Lirik şiirde toplumsal mutluluk ya da felâketlerden du¬yulan sevinç ya da acı gibi ortak duygular; ya da aşk, ayrılık, özlem, ölüm acısı gibi bireysel duygu¬lar anlatılır:
sevmek kimi zaman rezilce korkuludur
insan bir akşam üstü ansızın yorulur
tutsak ustura ağzında yaşamaktan
kimi zaman ellerini kırar tutkusu
birkaç hayat çıkarır yaşamasından
hangi kapıyı çalsa kimi zaman
arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu
(Attila İlhan)

C) Pastoral Şiir:

Doğa güzelliklerini, çoban yaşantısını, kır ya¬şamına duyulan özlemi işleyen şiir türüdür. Konu¬ları yapmacıksız, özentisiz, sözcük oyunlarından uzak, yalın bir dili vardır. Saf, temiz, sakin yaşamı duyurmak amacıyla yazılır. Bu şiirin iki türü vardır:
I) İdil: Bir kişinin ağzından kır yaşamının güzel¬liğini ve çoban aşkını anlatan şiirdir.
II) Eglog : Birkaç çobanın aşk, kır yaşamı gibi konular üzerine karşılıklı konuşması yoluyla yazılan şiirdir.
Ak tüylü köpektir koyun sürüsüyle Seğirtir kaval sesinde sağa sola Çobandır köyün yamacında Yayar davarı da çömelir Meşe dallarının altına

D) Didaktik Şiir:

Duygulara değil, düşüncelere seslenen şiir¬dir. Çünkü didaktik şiirin amacı güzellik oluştur¬mak değil, öğretmek ve bilgi vermektir. Bir dü¬şünceyi aşılamak, övmek amacıyla yazılır. Bilim, sanat, felsefe, ahlâk, din... gibi temel kavramları ve kurallarını öğretmek amacıyla yazılır:
Güvenme âlemde gençliğe çağa
Gel gönül yapışma çürük budağa
Ne evlâda güven ne bahçe bağa
Becerip yemişin derebilmezsin

E) Dramatik Şiir:

Manzum tiyatro yapıtlarında kişilerin karşılıklı konuşmaları dramatik şiiri oluşturur. Eski Yunan edebiyatındaki manzum tragedyalar dramatik şiir sayılır. Günümüz edebiyatında terimsel anlamıyla dramatik şiir yazılmamaktadır.

F) Satirik Şiir:

Toplumdaki düzensizlikleri, tutarsızlıkları, ki¬şilik çarpıklıklarını yerme amacıyla iğneli ve alaylı bir dille anlatan şiirlerdir. Yani bir çeşit yergi şiiri¬dir. Divan edebiyatındaki "hicviye"ler ile Halk edebiyatındaki "taşlama"lar bu şiir türünün ör¬nekleridir.
Benim bu gidişe aklım ermiyor
Fukara halini kimse sormuyor
Padişah sikkesi selam vermiyor
Kefensiz kalacak ölümüz bizim

II. ÖĞRETİCİ VE BİLGİLENDİRİCİ TÜRLER

1. DENEME

Bir yazarın, serbestçe seçtiği herhangi bir konu üzerinde kişisel görüş ve düşüncelerini an¬lattığı yazılara deneme denir, insanı ve toplumu il¬gilendiren her şey (yaşama, ölüm, aşk, sanat, fel¬sefe, din, tarih, bilim, siyaset, kültür vb.) deneme¬lerin konusu olabilir. Deneme türünün ilk örnekle¬rini Epiktetos, Eflatun, Seneca, Çiçero vb. nin ba¬zı eserlerinde görmek mümkündür. Batı edebiya-tınde en büyük deneme yazarları Montaigne (Monteyn) ve Bacon (Beykın)'dır. Türk Edebiyatın¬da ise deneme türünde eser veren yazarlarımız¬dan bazıları şunlardır: Ahmet Haşim, Yakup Kad¬ri, Nurullah Ataç, Sabahattin Eyüboğlu, Suut Ke¬mal Yetkin, Ahmet Hamdi Tanpınar, Tarık Buğra, Mehmet Kaplan, Cemil Meriç, Vedat Günyol, Me¬lih Cevdet Anday, Salah Birsel, Sezai Karakoç vb.

Deneme yazılarında görülen özellikleri şöyle sıralayabiliriz:

-Her konuda yazılabilir.
-Zevkle okunan yazılardır. Okuyuculara oku¬ma zevki aşılaması yanında, çok belli etme¬den bazı gerçekleri öğretir, düşünceleri ak¬tarır.
-Felsefi ve bilimsel konuları ele almasıyla ma¬kaleye yaklaşır. Ancak makalede olduğu gibi ortaya konan fikirlerin ispatlanması mecburi¬yeti yoktur.
-Ön planda olan, yazarın kişisel düşünceleri¬dir.
-Bir görüşü ispat etmek, kesin sonuçlara var¬mak, belgelerden faydalanmak gibi mecbu¬riyetler yoktur.
-Yazar, kendi kendisiyle konuşuyormuş gibi¬dir. Deneme, bu yönüyle sohbete benzeme¬sine rağmen, düşünceleri açıklayışı, çözüm¬lemelere girişiyle sohbetten ayrılır.
-Denemenin samimi, kıvrak, akıcı, güzel bir üslûbu vardır.

2. FIKRA:

Güncel bir olayı (seçim, deprem, sel baskını, savaş...vb.) kişisel açıdan ele alıp yorumlayan' gazete yazılarına fıkra denir. Fıkralar, zamanla -güncel bir konuyu ele alıp işledikleri için - değeri¬ni yitirebilir.
Bir fıkra yazısında şu özellikler görülür:
-Konu sınırlaması yoktur. Yani her konuda fıkra yazılabilir.
-Bir yazarın günlük, sosyal ve kültürel olayla¬ra ait herhangi bir konu üzerinde kişisel gö¬rüş ve düşüncelerini anlatan yazılardır.
-Fıkra yazarlarının konularında tekrarlara düş¬memesi ve geniş bir kültür birikimine sahip olması gerekir.
-Fıkra, kısa ve etkili bir sonuca varmak ama¬cını taşır.
-Fıkra, kanıtlamak amacı gütmez ve fazlaca ayrıntıya inmez.
-Fıkralar makale türüne göre daha sübjektiftir ve konuşma üslûbuna daha yakındır.

3. MAKALE

Bilim ya da sanatla ilgili bir konuda bir görüş ileri sürmek, bir düşünceyi savunmak ve desteklemek amacıyla yazılan bilimsel yazılara makale denir.Bilgisayar teknolojisi, caz müziği, arkeolojik çalışmalar, kanserle ilgili buluşlar, Akdeniz Bögesi'nin jeolojisi ya da Malazgirt Savaşı makale konusu olabilir.
Makalenin başlıca özellikleri şunlardır:
-Makalede ileri sürülen düşüncelerin kanıtlanması esastır.
-Yazar nesnel bir tutum takınmak zorundadır.
-Ciddi ve terimlere dayalı bir dil kullanılır.
Edebiyatımızda ilk makaleyi Şinasi Tercüman-ı Ahval gazetesinde yazmıştır.

4. RÖPORTAJ

Bir gerçeği,bir doğruyu,inceleme,gezip görme ya da soruşturma yoluyla yansıtan yazılardır.
Yazar, röportajı çoğu kez öyküsel bir anla¬tımla gerçekleştirir. Gerektikçe fotoğrafların tanık¬lığına başvurur. Böylece okuru gerçekle yüz yüze getirir, öğretmek istediğini yaşatarak öğretir. Rö¬portajda bir yaşam gerçeğinden yola çıkılır. Bu gerçeğe yazarın yorumu katılmaz, yazar gerçek karşısında nesnel olmak zorundadır. İnandırıcılığı sağlamak amacıyla kullanılan belgelerin yanında, örnekleme, tanık gösterme gibi düşünceyi geliş¬tirme yollarına başvurulur. Çok yönlü bir yazı türü olması öykülemeyle birlikte açıklamaya, tartışma¬ya, betimlemeye de yer vermeyi gerektirir.

5. ELEŞTİRİ (TENKİT)

Bir yapıtın iyi ve kusurlu yönlerini gerçekçi bir şekilde belirten yazı türüdür. Eleştirmen, yazı¬larıyla sanatçıya ışık tutar, yol gösterir; aynı za¬manda okuyucuyu da aydınlatır. Gerektiğinde belgeler ve örnekler gösterilebilir. Eleştirmen, eleştirisinde kişisel görüşlere, düşünce ve duygu¬lara yer verir. Bu açıdan hemen bütün eleştiriler¬de öznellik vardır. Ancak iyi bir eleştirmenden beklenen, mümkün olduğu kadar nesnel bir yak¬laşım sergilemesidlr.
Eleştiride daha çok tartışmacı anlatım biçi¬mine yer verilir; açıklama, karşılaştırma, örnekle¬me gibi tekniklere başvurulur.
Türk edebiyatında Nurullah Ataç, Sabahattin Eyüboğlu, Mehmet Kaplan, Fethi Naci, Rauf Mut-luay eleştiri yazılarıyla tanınmıştır.

6. SOHBET (SÖYLEŞİ)

Düşünceleri fazla derinleştirmeden, bir ko¬nuşma havası içinde anlatan yazı türüdür. Her konuda yazılabilir.
Okuyucuyu sıkmayan, konuşma diliyle ve samimi bir havada yazılan yazılardır.

III. GERÇEK YAŞAMDAN SÖZ EDEN TÜRLER

1. GÜNLÜK

Günü gününe tutulan notlardan oluşan yazı¬lara günlük (günce) denir. Günlükler, bir kişinin geçmişine, yaşadıklarına ışık tutması bakımından önemli yapıtlardır. Eski dilde "rûznâme", yeni dil¬de "günce" de denilen bu yazı türü, gerçek ya¬şamdan kaynaklanır. Sıcağı sıcağına yazıldığı için anıdan ayrılır.
Nurullah Ataç, Oktay Akbal gibi yazarlar günlükleriyle tanınmıştır.

2. ANI (HATIRA)

Sanat, bilim ve meslek dallarında ün yapmış kişilerin, kendi başlarından geçen ve devirlerinde olup biten olaylarla ilgili duygu, düşünce, bilgi ve gözlemlerini anlatan yazılarına anı (hatıra) denir. Anı yazma, insanoğlunun yaşadığı, geride bıraktı¬ğı olay ve olguları anlatma, başkalarıyla paylaşma ihtiyacından doğmuştur.
Anı türünün özelliklerini şöyle sıralayabiliriz:
-Yaşanılmakta olan zaman dilimini değil, ya¬şanılmış, geride kalmış zamanı anlatır.
-Geçmişi anlattığı için tarihe ışık tutar.
-Otobiyografi, doğrudan doğruya yazarın kendi hayatıdır. Anıda İse yazar, kendi haya¬tıyla birlikte devrini ve çevresini de anlatır. Bazı durumlarda anı yazarının kendini geriye çekip sadece çevresini anlattığı da olur.
-Anıları yazmakta amaç, bir kişinin hayatını anlatmaktan çok, bir döneme ayna tutmak¬tır.
-Anı yazarken, abartılı, yapay bir anlatımdan sakınılır; içten, akıcı, açık ve anlaşılır bir dil kullanılır.

3. MEKTUP

Birbirlerinden uzakta olan insanların veya yazı yoluyla karşısındakine duygu, düşünce ve is¬teklerini duyurmak isteyenlerin haberleşmek için kullandıkları bir yazı türüdür.
Mektupların konuları oldukça bol, bağımsız; ufukları alabildiğine geniştir. Gönderdiğimiz mek¬tubun türü, gönderdiğimiz kişiyle olan yakınlık de¬recemiz, mektuptaki samimiyetin ölçüsünü tayin eder. Yakın arkadaşlarımıza, dost ve sevdikleri¬mize gönderdiğimiz mektuplarla, aramızda saygı sınırı ve resmiyet bulunan kişilere gönderdiğimiz mektuplar birbirine benzemez.

4. BİYOGRAFİ (Yaşamöyküsü)

Kişilerin hayatlarını anlatan yazılara biyogra¬fi (yaşamöyküsü) denir. Biyografiler, bilim ve sa¬nat dallarında ün yapmış, insanlığa hizmet etmiş, sevilen, sayılan kişilerin hayatlarını, nasıl ve hangi yolda başarı sağladıklarını anlatan yazılardır.
Biyografi yazmak, birtakım hazırlıklar yap¬mayı gerektirir. İlk iş olarak, biyografisi yazılacak kişiyle ilgili belgeler, kaynaklar ve bilgiler toplanır. Daha sonra o kişiyi tanıyan, bilen kişilerle konu¬şulur; onun yaşadığı ortamın şartları tanınmaya çalışılır.

Biyografinin özelliklerini şöyle sıralayabiliriz :

-Biyografi, kişiyi bütün yönleriyle ele alır.
-Biyografide kişinin doğumundan ölümüne kadar yaşadıkları (doğduğu çevre, çocukluk dönemi, öğrenimi, mesleği, arkadaşları...vb) kronolojik bir sırayla aktarılır.
er öyküleyicl anlatım biçimiyle yazılır.
Bir kişinin kendi yaşamını kendisinin yazma¬sıyla ortaya çıkan yapıtlara otobiyografi (özya-şamöyküsü) denir.

5. GEZİ (SEYAHAT)

Bir yazarın, yurt İçinde ya da yurt dışında gezip gördüğü yerlerin ligi çekici yanlarını tanıt¬mak amacıyla canlı ve edebi bir üslûpla kaleme aldığı yazılara gezi (seyahat) yazısı denir. Gezi yazılarının bir adı da "Seyahatname" dir. Gezi, yazarlarının doğrudan gözlemlerine, bizzat duy¬duklarına, araştırmalarına dayandığı İçin tarih, coğrafya, sosyoloji, hukuk gibi bilim dallarına kaynaklık eder.

Gezi yazılarının özelliklerini şöyle sıralayabili¬riz:

-Gezi yazıları, gözlem gücünün ürünüdür.
-Gezilen yerlerin başka yerlere benzemeyen görüntüleri tasvir edilir. Gezilen yerlerde yaşayan İnsanların ırkların¬dan, dillerinden, yaşayışlarından, inançların¬dan vb. söz edilir.
-Okurun çevresinde bulunan, her gün gördü¬ğü şeylerden değil ilgi, çekici şeylerden söz edilir.
-Anlatımda betimlemlerden, benzetme ve di¬ğer sanatlardan yararlanır.
-Açık, akıcı bir dil kullanılır.
-Mümkünse yazılanlar fotoğraflarla destekle¬nir.
-Okuyanda gezip görme isteği uyandırır.

6. SÖYLEV (NUTUK)

Belli bir düşünceyi anlatmak, bir ülküyü aşı¬lamak ya da toplulukları ikna etmek, coşturmak amacıyla söylenen sözlere söylev (nutuk); bu sözleri söyleyen kişiye hatip, söz söyleme sanatı¬na ise "hitabet" denir.

Hitabetin özelliklerini şöyle sıralayabiliriz :

-Hitabetin gerçekleşmesi için, konuşmacı ile dinleyicilerin bir arada bulunması gerekir.
-Topluluğu heyecanlandırmak, coşturmak; bir fikri, bir davayı açıklamak, anlatmak ve be¬nimsetmek için yapılır.
-Cümlelerin kolay anlaşılır, açık, kesin, kısa olması gerekir.Hatibin; dilini iyi kullanması, konuya hâkim olması, sesinin güzel ve etkili olması, toplu¬luğa güven vermesi gerekir.
-Diğer yazı türlerinde olduğu gibi, hitabette de "giriş, gelişme ve sonuç" bölümleri bulu¬nur.

Hiç yorum yok: